Mali Kaos – Ekonomi (4)

TARİH, TEKERRÜR VE EKONOMİK KRİZLER 
Temmuz, 2001
TRT 2, Belgesel Metinleri

1929 KRİZİNİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ

Ardı ardına kapanan fabrikalar, işsizlik, imaretlerin önünde bir tas çorba için kuyruğa giren insanlar, limanlarda gelmeyen kargolarını bekleyen şilepler, umutsuzluk… Bunlar 1929-1939 Büyük Çöküntü’nün gözle görünür unsurlarıydı. Ama ekonominin bir de dıştan görünmeyen cephesi vardı: uluslararası finans ve para piyasaları. Uluslararası para piyasaları da çöktü.

1815-1914 arası, Altın Standardının Klasik dönemi olarak bilinir. Nedir altın standardı? Altın Standardı, dolar, mark, sterlin, frank, lira gibi ulusal para birimlerinin belirli bir miktar altının isminden ibaret olduğu durumdur. Yani meselâ “dolar” kelimesi, aslında bir ons altının – bir ons yaklaşık 28 gram – yirmide birinin adıdır. Sterlin kelimesi bir ons altının dörtte birinin adı. Böylece bir Sterlin, bir dolardan daha çok altın miktarını temsil eder. Onun için daha pahalıdır. Birinci dünya Savaşından önce ülkelerin para birimlerinin birbirine göre değerleri, kimin parasının ne ağırlıkta altının karşılığı olduğu ile ölçülürdü. Herkes aynı ağırlık ölçüsünü kullandığı için –bu durumda bir libre eşittir onaltı ons – döviz kuru karmaşası söz konusu değildi. Hükümetlerin para değerine müdahale etmeleri, para birimlerinin temsil ettiği altın miktarıyla oynamaları anlamına gelirdi. Hükümet para biriminin temsil ettiği altın miktarını yükseltirse, aynı para birimi ile daha çok meta satın alınabileceği için, fiyatlar düşerdi. Tersine, hükümet para biriminin temsil ettiği altın miktarını azaltırsa, para birimi daha az meta satın alır, fiyatlar yükselirdi. Üretim ve tüketim, para biriminin temsil ettiği altın miktarına göre fiyatlandırırlardı, kağıdın üzerinde yazılı rakamlara göre değil. Bu arada ekleyelim: bugün kullandığımız “para” kelimesi Farsça “altın” anlamındadır. Düşünün para ile altın nasıl özdeşleşmişti. Ancak, altın kolay taşınabilir bir şey değil. Kağıt para da bu nedenle çıktı. Bir kağıt dolar bir ons altının yirmide birini simgelediği, o miktarda altınla her an değiştirilebildiği sürece insanın cebinde altın sikke olmuş, kağıt para olmuş farketmiyordu. Hatta dediğim gibi ikincisi daha hafif olduğundan tercih edilebilirdi. Ama tabii hükümetler sözlerine sadık kaldıkları, hazinelerinde altın karşılığı olmayan para basmadıkları sürece. Doğrusu, bu da pek görünen bir şey değildi. Bilinen tek istisnası İngiltere. İngiliz hükümetleri sözlerinde durmaları, hazinelerinde altın karşılığı olmayan para basmamalarıyla ünlüdürler. Sterlinin günümüzde bile “sağlam para” olarak bilinmesi buradan gelir.

Altın Standardı teorik olarak dış-ticareti de dengeler. 18.Yüzyıl klasik ekonomistlerinden David Hume, bunu Fransa’yı örnek vererek anlatır. Diyelim ki Fransız hükümeti, frank arzını arttırdı. Ne olur, Fransa’da fiyatlar artar. Artan fiyatlar, ithalatı körükler. Neden çünkü fiyatlar hem Fransa dışında göreli olarak daha düşüktür, hem de ücretleri yükselen Fransızlar ithal mallara yönelirler. Altın standardında bildiğimiz anlamda “döviz” kavramı yoktur. Her ülke ithalat bedelini kendi para birimiyle öder. Fransa, yabancı diyarlardan ithal ettiği mallar için şu kadar frank öder, yabancı satıcılar da aldıkları frankları altına çevirirler, olur biter. Ama tabii, bu Fransa’dan altın çıkışı demektir. Fransa, altın çıkışının ilânihaye sürmesini istemeyeceği için, bu defa frank arzını kısar.

Aynı şekilde, Fransız bankaları da kredileri keseler ki, paralar ithalata yani yurt dışına gitmesin. Para arzı daralınca, insanlar alamaz olurlar, mallar ortada kalır, fiyatlar düşer. Yurt içinde düşen fiyatlar bu defa da ihracatı kolaylaştırır. Böylece altının akışı ters döner, Fransa’ya akar. Sonuçta, fiyatlar yurt içinde ve yurt dışında dengelenir. Klasik iktisatçıların, “aman devlet ekonomiye müdahale etmesin! Devlet müdahale etmezse, ekonominin iç dinamikleri kendi dengesini bulur” derlerken söylemek istediklerinden birisi de budur. Onlara göre devlet paranın altın standardını bozmadığı, pazarın işleyişini rahat bıraktığı sürece büyük dalgalanmalar, krizler olmaz. Uluslararası ticaret ve alımsatım da kolaylaşır. Yine derler ki, Ondokuzuncu Yüzyılda, 1800li yıllarda yani, altın standardının işleyişi bozan hükümetlerdir. Nasıl bozmuşlardır? Bir kere, altın madenlerini tekelleri altına alarak ve altın üretimiyle oynayarak bozmuşlardır. İkincisi, altın karşılığı olmayan kağıt para çıkartarak bozmuşlardır. Üçüncüsü, bankalar gibi kredi vermek suretiyle alım gücünü arttıran dolayısıyla enflasyonist ortam yaratan kuruluşlara izin vermek suretiyle bozmuşlardır. Bu oluşumlar altın standardının işleyişini geciktiren unsurlardır. Altın Standardının çökmesinde “Kabahat altında değil, kabahat hükümetlerin sözlerine güvenenlerde”dir. Yine klasik iktisatçılara göre bir ülkenin altın standardından vazgeçmesi “iflas” etmesi anlamına gelir. Çünkü onlara göre altın tek istikrarlı değerdir. Altın standardından vazgeçilmemiş olsaydı, dalgalanmaya bırakılan kurlar, paranın değerinin bilerek düşürülmesi gibi oyunlar, para birimlerinin rakip kamplara bölünmesi, alımsatım kontrolları, gümrük tarifeleri, kotalar gibi uluslararası ticareti ve yatırımı zorlaştıran uygulamalara gerek kalmayacaktı – inancındadırlar.

Altın Standardının sonunu Birinci Dünya Savaşı getirdi. Neden, çünkü savaşın maliyeti çok yüksekti, Avrupalıların altın stokları silahlanma harcamalarını karşılamaya yetmedi. Amerika Birleşik Devletleri için durum farklıydı. Amerika, 1850’lerde kendi topraklarında altın bulmuş, dev gibi bir yığınak yapmıştı. Avrupa devletleri, bir süre para birimlerinin tekabül ettiği altın miktarını azaltarak idare ettiler. İdare edemeyecek duruma geldiklerinde altın standardından çıktılar. Örneğin, İngiltere. Birinci Dünya Savaşı öncesi, bir sterlin bir ons altının dörtte biri anlamına geliyordu. Bir Amerikan doları ise yirmide biri. Bir başka anlatımla, bir sterlin alabilmek için 4 dolar 86 sent vermek durumundaydınız. Ancak, İngilizlerin altın stokları savaş harcamalarını finanse etmeye yetmeyince, sterlinin temsil ettiği altın miktarını azaltmaları gerekti. Böylece Savaş sonunda sterlinin değeri 4 dolar 86 centten, 3 dolar 50 sente düştü. Paranın değerinin düşmesi enflasyon demekti ki, o da işin başka bir yönü. Şimdi, bazı iktisatçılara göre, İngilizler 3 dolar 50 sente razı olup, paralarının değerini orada tutmalıydılar.

Ama ulusal gurur diye bir şey var. İngilizlerin ulusal gururları paralarının pul olmasına izin vermedi. Ne yapıp edip sterlini savaştan önceki değerine yani 4 dolar 86 sente çıkarmaya karar verdiler. Londra’ya savaş öncesi perestijini iade etmek, başkentlerini bir kez daha sıkı-para merkezi yapmak istiyorlardı. Anlaşılan hadlerini aşan bir karardı bu, çünkü onlar sterlinin değerini arttırınca İngiliz malları pahallandı, yurt dışında rekabet edemedi. İhracaat durma noktasına geldi. Öte yandan, hükümetin hatasından geri dönmesi, sterlinin değerini düşürmesi de siyasi intihar anlamına geliyordu. Neden, çünkü İngiliz işçi sendikaları çok güçlüydü. Paranın değerinin –dolayısıyla işçi ücretlerinin – düşmesine izin vermeyeceklerdi.

Ama ne pahasına? Üretimin düşmesi, işsizliğin artması pahasına. ‘20li yıllarda Amerika kükrer, Fransa hemen her imal ettiğini ihraç ederken, İngiliz ekonomisi işsizlikle uğraşıyordu. Buna karşın İngilizler, hem paralarının değerini yüksek tutmak, hem de ihracatı arttırmak gibi ekonomide görülmemiş bir şey istiyorlardı. Ünlü İngiliz siyaseti bir kez daha çalıştı, İngilizler diğer ülkeleri de paralarının değerini yükseltmeye zorlayacak bir manevra düşündüler. Diğer ülkeleri paralarının değerini yükseltmeye ikna etmeyi başardıkları takdirde, onlar da ihracat yapmakta zorlanacak, ayrıca İngiltere’den mal ithaline fiilen yardımcı olmuş olacaklardı. İnanması zor ama aynen böyle oldu! İngilizler ne yaptılar, ettiler, 1922’de Cenova Konferansının toplanmasını sağladılar. Ve konferansta klasik Altın Standardı gitti, onu yerine Altın Alımsatım Standardı diye bilinen yeni bir uluslararası para düzeni geldi. Bu yeni düzenlemeye göre, bir tek altın zengini Amerika Birleşik Devletleri Altın Standardında kalacak, İngiltere ve diğer batılı ülkeler “sözde-altın standardı”na geçeceklerdi. “Sözde-altın standardı” demek, aklına esenin gidip cebindeki parasını altına çevirememesi demek. Sterlin ya da başka bir para biriminin karşılığında altın sikke alınamaması demek. Ancak burada şöyle bir incelik var: İsteyen altın sikke alamayacaktı ama külçe altın alabilecekti. Şimdi, külçe altın sıradan vatandaşların alabilecekleri bir şey olmadığına göre, günlük hayatta bundan böyle altın kullanımı ortadan kalkmış demekti. Külçe altına gelince, külçe altın bir tek uluslararası ödemelerde kullanılacaktı. Böylece altın standardından büsbütün çıkılmamış oluyordu. Altın Alımsatım Standardına “sözde-altın standardı” denmesinin nedeni bu.

Bu arada İngilizler bir cinlik daha yaptılar: sterlin karşılığı olarak sadece ellerindeki külçe altını değil, altına bağlı Amerikan dolarını da teminat gösterebilecekleri bir düzen kurdurdular. Tuhaf bir şeydi, bir başka ülkenin altınına yamanmak gibi bir şeydi, ama oldu. Dahası, dolara bağlı düzen sadece İngiltere için geçerliydi. İngiltere haricindeki ülkeler, ulusal paralarının karşılığı olarak dolar değil, sterlin kullanacaklardı. Böylece Amerikan dolarının altına, İngiliz sterlininin Amerikan dolarına, diğer para birimlerinin İngiliz sterlinine dayandığını bir sistem oluştu: Doların ve sterlinin iki “temel para birimi” olduğu bir sistem. Altın Alımsatım Standardı neye yaradı? Bir kere, İngiltere’nin istediği oldu. Sterlinin değeri düşmedi, çünkü para birimlerinin teminatı olarak sterlini kabul eden ülkeler, altın yerine sterlin stokladılar, sterlin stoklarını karşılık gösterip, onlar da kendi paralarının değerini yüksek tuttular.

Böylece ihracaattaki rekabet güçlerini İngiltere lehine azalttılar ki, zaten istenilen buydu. Bu arada İngiltere, Amerika’yı da doların değerini arttırmaya ikna etti. İngiltere’deki dolar stoklarının erimesini ya da altının Amerikaya kaçmasını da böylece önlemiş oldu. Altın alımsatım standardının çökmesi 1931’de. 1931, Fransa’nın ihracatının 52 milyar franktan 20 milyar franka düştüğü, fabrikaların kapanma noktasına geldiği yıl. Fransa’nın başında Sosyalistler, Radikaller ve Komünistlerden oluşan Popüler Cephe Hükümeti vardı. Popüler Cephe hükümeti ülkesinin içine düştüğü durumdan haklı olarak ürktü, sterlin stokunu altına tahvil etmeye karar verdi. Ne ki, İngiltere’nin Fransa’nın talebini karşılayacak altını yoktu, onlar da altın alımsatım standardından toptan vazgeçtiklerini ilan ettiler. İngiltere altından vazgeçince, diğer ülkeler de İngiltere’yi izlediler. Birleşik Amerika Devletleri iki yıl daha dayandı. 1933-34 yılları Amerikalıların Büyük Çöküntü’den kurtulmanın yolunun para arzını arttırmaktan geçtiğini düşünmeye başladıkları yıllar.

İngilizlerin hareketi bir bakıma denk geldi, Başkan Roosevelt de klasik altın standardından vazgeçtiklerini ilan etti. Bundan böyle Amerikalılar kağıt dolarlarını altınla değiştiremeyeceklerdi. Dahası, altın sahibi olamayacaklardı – ne kendi ülkelerinde, ne de yurt dışında. Bu Amerikan vatandaşları için bu böyleydi ama Amerika, yine de altın standardıyla tamamen ipleri kopartmadı. Dolar stoklayan yabancı devletlerin talep etmeleri halinde, altın verme taahhütünü sürdürdü. Şu farkla ki, eskiden olduğu gibi bir dolara karşı bir onsun yirmide biri miktarında değil, otuzbeşte biri miktarında. Bu tabii, doların devaluasyon demekti. Yine ABD’nin doların arkasında altınla duruyor olması olumlu bir hava yarattı. Amerika Avrupalıların altın stoklarını saklamayı tercih ettiği ülke oldu.