Eurovision şarkı yarışmasında Türkiye’nin kendilerini muhatap almak zorunda kalmasından dolayı pek bir “sevindirik” olan Güney Kıbrıs sunucusunun “Hello, Constantinople!” demesi var. Korhan Abay’ın uyarılarına rağmen ve ısrarla, “Hello, Constantinople!” Kaba, arsız bir “intikam” biçimidir yaraya tuz basmak ama böyle.
Zülfü Livaneli’nin, Mikis Theodorakis’in “Türklerle birlikte yaşamaya hayır!” kampanyasına katılmasına şaşırması var. Özdemir İnce’nin “Ritsos da böyle yapardı,” itirafı var. Örnekler çoğaltılabilir arşa kadar. Bir de hatırlatma: bahse konu şahıslar, politikacı değil, asker değil, “sanatçı!” Müzik ruhun gıdası, evrensel kardeşliğin en temel aracı; şairler, yeryüzünün en insancıl insanları.
TRT sunucusunun, Bükreş televizyonuna “Hello, Eflak!” diye seslenmesini düşünebiliyor musunuz? Ya da, Viyana’yı, “Hello, Nemçe!” diye selâmlamasını? Öyle mi, yapmalıydılar, elbette, hayır! Geçmişe takılıp kalmak, sağlıklı aklın belirtisi değildir. Nekrofiliyanın – ölüseviciliğin – bir sendromu da “olması gerektiği düşünülen”i, “olana rağmen” gerçekleştirmeye çalışmak. Aklın kurgusunu gerçeğin yerine ikame etmeye çabalamak ki, hemen her zaman kıyım değilse, ağır baskı ile sonuçlanır. Almanya’nın tüm sorunlarını ülkesindeki Yahudi varlığına bağlayan Hitler’in ne yaptığı ortada. Aynı şekilde, aklı matematiğe ermeyen çocuğu fizikçi olmaya zorlamak ideolojik bir tutumdur ki, bu bağlamda, Irak’a Avro-Amerikan tipi demokrasi dayatmaya benzer.
Dayatılan, her iki durumda da “aklî” bir kurgudur, ne ki, yaygın inancın tersine “aklın yolu bir” değildir, hayır. İnsanoğlu, yolunu, bildik bilmedik milyonlarca etkinin arasından bulur. Akıl, psikolojik yapılanmasını oluşturan unsurlardan sadece birisi ve en kolay yitirilenidir. Böyle bakıldığında, “akılcılık” –dilerseniz, “rasyonalite” – bir vakıadan çok, “niyet”tir. Barışın sürekli olduğu bir dünya, meselâ, bir “niyet”tir. Akıl, barış önerir ama barışa ulaşmanın yolunu belirleyen insanın geçmiş deneyimleri ve bu deneyimlerden oluşan psikolojisi. Theodorakis gibi bir usta son tahlilde “Türklerle birlikte yaşamaya hayır” diyorsa, bu, yüreğinin sesini dinlediğinde duyduğu itirazdır. “Yüreğinin sesini dinle!” İnsanı sahiciliğe davet… Şu şerhle ki, sahici çoğu zaman akıl kârı olan değildir. Bunun içindir ki, takıyye hayatın bir parçasıdır. Susarlar, insanlar. Akıl kârı olana biat ediyormuş gibi yaparlar.
Önümde bir davetiye duruyor, “Kültürlerarası Diyalog Platformu” KADİP’ten: “Son yıllarda dünyamızı saran ve insanlığı derin acılara boğan terör belası ve yığınlarca insanın ölümüne, milyonlarca masum insanın da yaralanarak sakat kalmasına sebep olan savaş afeti, bugün de küremizi ve bölgemizi tehdit eden en büyük iki felaket olarak karşımızda durmaktadır. 11 Eylül’de Amerikan halkının yaşadığı, daha sonra dünyanın değişik bölgelerinde tekrarlanan olaylar insanlığı büyük acılarla yüz yüze getirmiştir. Bir sivil toplum örgütü olan …KADİP, gerek ülkemizde, gerekse bütün dünyada barış, hoşgörü ve diyalog anlayışının gelişmesi için büyük çaba sarfetmekte, büyük dinlere, kadim kültürlere ve medeniyetlere beşiklik etmiş bulunan ülkemizin zenginliklerini evrensel kültür mirası çerçevesinde insanlığa tanıtmaya çalışmaktadır…”
Ve altmış din önderinin katıldığı “Hz.İbrahim’in Aydınlığında Dinler ve Barış Sempozyumu.” Akıl, niyeti övüyor övmesine de, gönül, Üçüncü Oturumu yöneteceği bildirilen Haham Herman Schaalman isimli şahsın psikolojisini düşünmeden edemiyor: adamcağız, Yahova’nın evrenselleşmesine gönül huzuru ile nasıl rıza gösterecek?
Öyle ya, Yahova, İsrailoğullarının özel rabbıdır: “Kendi adıma yemin ederim ki, kutsadığım zaman seni kutsayacağım; döllendirdiğim zaman senin tohumlarını yeryüzündeki yıldızlar, kıyılardaki kum taneleri kadar çoğaltacağım ve senin tohumun tüm düşmanlarının kapısını tutacak ve dünyanın bütün ulusları senin tohumunla kutsanacak, çünkü sen benim sesimi dinledin.”(1)
Yahova, İsrailoğullarına kendisinin sözünden çıkmadıkları sürece kendilerinin “inşa etmedikleri büyük ve zengin şehirler, içlerini kendilerinin doldurmadıkları iyi şeylerle dolu evler, kendilerinin biriktirmedikleri sularla dolu sarnıçlar, ekmedikleri bağlar ve zeytinlikler,” verecek, onlar da “yiyecek ve doyacaklardır.” Yahova’nın bu tutumunun hakça olmadığını düşünenlere cevabı da şöyledir:
“…benden nefret edenlerden babalar günahını çocuklar üzerinde, üçüncü nesil üzerinde ve dördüncü nesil üzerinde arıyan ve beni seven ve emirlerimi tutanların binlercesine inayet eden kıskanç bir Allahım.”(2) Tövbe estağfirullah! “Ve Rab Abram’a dedi:..seni büyük millet edeceğim, ve seni mübarek kılacağım, ve senin adını büyük edeceğim, …ve yeryüzünün bütün kabileleri sende mübarek olacaktır.”(3)
Bu noktada haham hazretlerine sorulacak soru, “Hangi şehir?” sorusu olmalıydı, “New York mu? Şatila mı?”
Sonra Kur’an İbrahim Suresi (4) “Hani İbrahim şöyle niyaz etmişti: Ya Rabbi, bu şehri güven içinde kıl; beni ve evlâtlarımı da putlara tapmaktan uzak tut.”
Oturumların yöneticisi Prof. Dr. Bekir Karlığa’nın neler çektiğini tahmin edebiliyorum. Haham Schaalman, zorlanır da VI. Oturumda tebliğ vereceği bildirilen Prof. Dr. Thomas Michel ne yapar?
“Oğlun İsa Mesih’in Urucu bizi sevince boğsun. Yeniden yaradılışta biz de O’nu izleyelim, çünkü O’nun Urucu bizim övüncümüz ve umudumuzdur…” Ve ünlü Amerikan yazarı, Mark Twain, “Gerçek, Kurgu’dan daha acayiptir, çünkü Kurgu, olabilirlikleri gözetmek durumundadır; Gerçek’in öyle bir zorunluluğu yoktur.”
Kurgu, akıldır, gerçek psikoloji. Kurgu, hoşgörüdür; gerçek, tahammül. Hoşgörü, sonsuz olabilir ama tahammül sınırlıdır. “Hello, Constantinopl!” diye de patlar, “Türkiye ve Türklere karşı haftalarca süren derin bir ilgi duydum – ancak, ‘ilgi’ asla sempati değil. Ne NATO, ne AB, ne de Atatürk’ün Avrupalılaştırma iddiası Türk’ü benim arkadaşım, mon frere, benim benzerim, mon semblable, yapamazdı. Öyle olmasını da istemedim. Türkiye’den ve Türklerden istediğim başkaydı – belki de Avrupa’nın evcil sıcaklığının anti-tezi,” diye de.
Son tahlilde hakim olan ideoloji değil, psikoloji dediğim budur.
(1)Tekvin, 22:16-18
(2) aynı e.,s.
(3) Tekvin, 12:1-3
(4) İbrahim Suresi, 35
(5) Philip Glazebrook, Kars’a Seyahat, 1984