Ben Bir Kürt Aydını Olsaydım (2)

Ben bir Kürt aydını olsaydım, Türklerin niye soyumu ille de kendilerinden bilmek istediklerini, “dağ Türkü” filân gibi aidiyetler icat ettiklerini merak ederdim.

Ben bir Kürt aydını olsaydım, ulusal devletlerin “milli birlik ve beraberlik”i sağlamak arzusuyla ulusal sınırları içinde yaşayan farklı etnik ve dinsel grupları mezcetme eğilimleri olduğunu bilir; Türk hükümetlerinin de benzeri tutum içine girmiş olabileceklerini yadırgamazdım. Ben bir Kürt aydını olsaydım, 20. yüzyılın başlarında minnacık Arnavutluk bile Avrupa’nın hasta adamından bağımsız bir devlet kopartırken, benimkilerin neden aynı performansı gösteremediklerini çözümlemeye çalışırdım. Ben bir Kürt aydını olsaydım, benimkilerin Osmanlı mirasından bağımsız bir devlet kopartmaya yeterince asılmamalarının sebebinin sadece din kardeşliği ile açıklanamayacağını, Arnavutların, meselâ, bağımsız İslam devletlerini, üstelik, Batılılara “Avrupa’nın ilk İslam Devleti” olarak kabul ettirmeyi başardıklarını hatırlardım. 

Ben bir Kürt aydını olsaydım, Osmanlı tarihçilerinin 16. yüzyılın ilk senelerinden itibaren, “Kürtler” diye bir halktan, hatta topraklarının İmparatorluk’a katılma sürecinden bahsede geldiklerini, Bitlis hâkimi Kürt Şeref Han’ın dönemin egemen Kürt ağalarının aile tarihlerini ayrıntılarıyla kaleme aldığı eserinin Osmanlı siyasilerinin başucu kitabı olduğunu hatırlar, 1930’lu yıllarda bile Türkiye’de “Kürt” kimliğinin tabu olmamış olması üzerinde düşünürdüm. 

Ben bir Kürt aydını olsaydım, Türkiye’de soyağacının bir yerinde bir Kürt atası olmayan hemen hiç kimsenin yaşamadığını hatırlar; örneğin, Erzurum Cephesi gazisi Kürt İhsan Nuri Paşa’yı rahmetle anardım. Ben bir Kürt aydını olsaydım, Hamidiye Alayları komutanı Mirliva İbrahim Paşa’yı, Osmanlı Şûrâ-yı Devlet başkanı Kürt Said Paşa’yı unutmaz, rahmetli Menderes’in bakanları Yusuf Azizoğlu’nun, Mustafa Ekinci’nin, Ord. Prof. Hüseyin Şükrü Baban’ın, Sabahattin Eyüboğlu’nun Türklerin gönüllerindeki konumlarını duyumsamaya çalışırdım. Ben bir Kürt aydını olsaydım, başta İsmet İnönü ve Turgut Özal olmak üzere, nice devlet adamını “devlet adam”ı yapan şecerelerini ihmal etmezdim. 

Ben bir Kürt aydını olsaydım, İngiltere’yle Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaştıkları gizli Sykes-Picot antlaşmasını (1) imzalamış, yağma kervanına Rusya’yı da katmışlarken; tuzu kuru ABD Başkanı Wilson’u ciddiye alıp, tam da hayat memat mücadelesi verdikleri bir aşamada Türk kan kardeşlerini bağımsızlık ile özerklik arasında gidip gelen dayatmalarıyla bunaltan başta Kürt Teali Cemiyeti, İstiklali Kürdistan, Hevi gibi örgütlenmelerin onlarda yarattığı ihanete uğramışlık duygusuna empati ile yaklaşmaya çalışır, Kemal Burkay’ın Sezen Aksu tarafından ölümsüzleştirilen “Gülümse”sini dilimden düşürmezdim. 

Ben bir Kürt aydını olsaydım, devasa bir İmparatorluk’tan arda kalanların Gürcü’den Ermeni’ye, Boşnak’tan Arnavut’a, Tatar’dan Acem’e, Çeçen’den Arap’a varıncaya kadar, hemen her halktan akrabaları olmuş olmasını doğal karşılardım. Ben bir Kürt aydını olsaydım, kendi soyuma yakıştırdığım ayrıcalığın rasyonel mesnetlerini irdelerdim. Ben bir Kürt aydını olsaydım, İmparatorluk’un ve izleyen Cumhuriyet’in asli kurucuları Türklerin başta isim hakkı olmak üzere, müktesep haklarının tümünün teslim edilmek durumunda olduğunu itiraf ederdim. 

Ben bir Kürt aydını olsaydım, bir dönemin alenen ırkçı akımlarının nasıl ve ne zaman Kürt önderlerine musallat olduğunu kestirmeye çalışırdım. Ben bir Kürt aydını olsaydım, ümmetçilikle ırkçı milliyetçilik arasında kalmış gibi duran Şeyh Sait’in oğlu merhum Ali Rıza Efendi’nin merhum Şeyhmus Anter’in (2) naklettiği tutumunu değerlendirmeye çalışırdım: “Oğlum, bak, Osmanlı’ya bir hal oldu, kendisine Türk demeye başladı. Bunu başlatan Sultan Abdülhamid’dir. Kürtler, İttihat Terakki’ye bunun için girdiler. Sonra bir de baktık ki, İttihat Terakki, Abdülhamid’den beter oldu… Anadolu’ya dönmeler hâkim oldu. Bu adamların ne Türk’le ilişkisi vardır, ne Kürt’le… Bu adamların hangisinin kökünü kazısan ya Yahudi dönmesi veya Kafkas, Kırım ve Selanik, Rumeli muhaciridir. Bu da bir tesellidir. Şükrediyoruz ki, bunlar hakiki Türk ve Kürt değillerdir… Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hakim oldular. Temiz Türk halkını mahcup edip, utangaç duruma düşürüyorlar.” 

Ben bir Kürt aydını olsam, rahmetli Anter’in “Harp /İkinci Dünya Harbi/ yıllarında Ankara’daki İngiliz, Alman elçiliklerini davet ettik. İngiliz elçisi gelmedi ama Alman Büyükelçisi Von Papen ve daha sonra Leningrad Harbi’nde (3) ölecek olan muhteşem kızı geldiler. Ben onları karşıladım, Almanca, ‘Hoş geldiniz’ dedim. Von Papen, elimi tutup bırakmayarak, kendisi ve kızını şöyle tanıttı, ‘Seinen ankel Von Papen und seinen ankel schwesster.’ (4) Tabii, burada o zamanki Alman doktrinine göre, Kürtleri Alman ırkına en yakın soy olarak kabul etmelerinin de etkisi vardı. Fakat son zamanlarda Muş yöresine yaptığım bir gezide bir Kürt aşiretine rastladım. Aşiretin adı ‘Alman’dı. Tiplerine baktım, hakikaten çoğunluğu Cermen tipindeydi. Zaten, Arap, Acem ve Türklerden uzak kalan saf Kürt aşiretlerinin çoğu Cermen tipindeydi. Örneğin, Bohtan ve Şirvan bölgeleri gibi, çoğu uzun boylu, mavi gözlü, beyaz tenli ve sarışındırlar.” sözlerini hayli yadırgardım. 

Ben bir Kürt aydını olsaydım, bu “Kürtler, Araplardan ve Türklerden farklı bir ırktandırlar” temasının 1918-1921 yıllarında ısrarla işlenmiş olmasının telmihlerini değerlendirmeye çalışır; gururumu ne denli okşarsa okşasın, meselâ, Hindistan hükümetinin 24. Pencaplılar Kıtası, Siyasi Şubesi’nde görevli Yüzbaşı W. R. Hay gibi bir İngiliz subayının “Kürtlerin ulusal bilinçlerinin uyandığı ve birleştikleri gün, Türk, İran ve Arap devletleri onların karşısında ufalıp, toz olacaklardır” dolduruşuna gelmez, halkımı sürüklenmesi kuvvetle muhtemel felâketlere karşı uyarmaya çalışırdım. 

Ben bir Kürt aydını olsaydım, Batılı emperyalistlerin, meğerki üçümüzden birinden özel bir çıkarları olsun, Kürtler, Araplar ve Türkler söz konusu olduklarında aynı aşağılayıcı sıfatları kullandıklarının ayırdında olurdum. Ben bir Kürt aydını olsaydım, halkımın ırkçı safsataları benimsemekten her şeye rağmen korunmuş olmasını, Türk kankalarını anımsatır biçimde okuma özürlü olup, Batı’nın rahle-yi tedrisinden geçmekte gecikmiş olmalarına verir, şükrederdim. 

Ben bir Kürt aydını olsaydım, rahmetli Anter’in “Hayırsever ve muhterem Kürt anası” diye ululadığı Madam Mitterrand’ın elini öpüp başına koyduğunu okuduğumda, bir diğer İngiliz Siyasi Subayı (5) Binbaşı E. B. Sloan’ın Kürtçenin Süleymaniye’de resmi dil olarak kullanılmasına yönelik “üstün gayretleri”nin, yörede petrolün keşfedildiği yıllara denk düştüğünü hatırlar, bölgedeki İngiliz-Fransız-Alman rekabetini düşündüğümde yüreğim büsbütün daralırdı. Ben bir Kürt aydını olsaydım, Çanakkale Boğazı’na aç kurtlar gibi yüklenenleri unutmaz, halkıma sempatilerini sunmaya gelenlere hiçbir biçimde bel bağlamaz, çapanoğlunu keşfetmeye çalışırdım. 

Ben bir Kürt aydını olsaydım, ahlâken savunamadığım hiçbir önder ya da örgüte bel bağlamaz, Türk hükümetlerinin “Resmi Tarihi”nden yakınırken, PKK ve uzantılarının söylemlerine teslim olmazdım. Ben bir Kürt aydını olsaydım, bizzat kendi entelijensiyası tarafından ihmal edilmiş soyumun acısının ‘Yeni Dünya Düzeni’nde var olabilmek için petrolsüz, doğalgazsız çabalayan kan kardeşlerimden çıkarılmasına razı olmazdım. Ben bir Kürt aydını olsaydım, toza dumana aldırmaz, “aydın” sıfatımın kefaretini bambaşka oluşumlarla şahlanan Bilgi Çağı’nda halkımın var olabilmeyi sürdürebilmesi için şart olan donanımı sağlamaya çalışarak ödemeye gayret ederdim.

(1) 1916-17 

(2) Musa Anter, 1920 Nusaybin, Mardin, 1992 Diyarbakır 

(3) Almanların “Operation Nordlicht”/ Kuzey Işığı Harekâtı; Sovyetler Birliği’nin Leningrad/ St. Petersburg şehri kuşatmaları, modern zamanların bu en uzun kuşatması 1941 Eylül’ünden 1944 Ocak’ının sonuna kadar sürmüştü. 

(4) Mealen, “Amcanız Von Papen ve amcakızınız.” 

(5) İngiliz İmparatorluğu’nda askerî görevlerine ek olarak, Kraliçe’nin özel elçileri olarak diplomatik görev yapan subaylar