Alev Alatlı ve Biz Kendimiz

10 Ağustos 2019 – Köşe Yazısı Ayşe Böhürler – Yeni Şafak

Nasihatname’nin ikinci cildinde yani yazara ‘’Hafazanallah’’ dedirten Amerikan tarihinin anlatıldığı bölümde İrlanda’nın hikayesi de yer alıyor (s:444). Yazar İRA’nın kardeş örgütü Sinn Fein isimli örgütün isminin İrlanda dilinde anlamının ‘’Biz kendimiz’’ ,’’Ne yapacaksak, Yalnız Başımıza Yapacağız ” anlamına geldiğini yazıyor. Bence Nasihatname’nin bütününde Alev Alatlı da bunu söylüyor…
NASİHATNAME…

Alev Alatlı, dünyadaki hakim zihniyeti adeta arkeolojik bir kazı yaparmışçasına titiz bir çalışmayla anlattığı bir kitap serisiyle okurun karşısına çıktı. Alışılmadık sıra dışı bir “Nasihatname” yazdı. Kızı Funda’ya hitap ederek yazdığı kitap anlatım dili ve formatıyla da çok farklı…

Kitapta yılların birikimi ve emeği var. Bu emeğin kitap haline gelme sürecine yakından tanık oldum. Masadan hiç kalkmamacasına geçen günlerin gecelerin içinden, evden çıkmadan geçen yılların ardından dikkat ve titizlikle her bir detayı kelimesi kelimesine işlenmiş 11 ciltlik bir eser olarak ortaya çıktı. ‘’Yazarlık ter işidir, ilham değil’’ derken Alatlı aslında kendi yazı serüvenini anlatıyordu.

Japonya’dan Amerika’ya uzanan interdisipliner, ekonomi, felsefe, dilbilim, teolojiyi kapsayan uzun bir eğitimin içinden gelen birikim, muhteşem bir Türkçeyle bambaşka bir formatta Nasihatname oldu. Alatlı içeriği ve formatıyla bir yeniyi daha ortaya koydu.

ALEV ALATLI…

Alev Alatlı 40 yaşında yazmaya başladı. Jack London’ın “Kadınlar kırkından sonra yazmalı” tavsiyesine uydu. İlk kitabı “Yaseminler Tüter mi Hala” romanı, Eleni Naciye’nin ve Kıbrıs’ın hikayesiydi. Romanı akışı içinde hikayenin aralarında Kıbrıs’ın tarihçesini de “Vakanüvis” anlatıyordu. Özet, süzülmüş, bugüne transfer edilmiş bilgilerle…

“İşkenceci” yazarın ikinci romanıydı. İşkenceci ile işkence yapanın arasındaki ayırımın bir kontrplak kadar ince olduğunu anlatıyordu. Kitap Yazko roman ödülü aldı. Aydın Despotizmi üçüncü kitabı oldu. Bu kavramsallaştırma etrafında Türk aydının yabancılaşmasını ve kibrini anlattı. O dönemlerde Yalçın Küçük ile TRT’de yaptığı tartışmayı izlemenizi öneririm.

‘’Orada Kimse Var Mı’’ serisi bir Türkiye panoramasıydı… ‘’Kırmızı çizginiz ideolojik değilse hayata başka bakıyorsunuz…’’ Bu bakışla kaleme aldığı romanlar; ülkücüsü, Kürdü, aydını, solcusu, sağcısı, beyaz Türküyle 4 ciltlik bin sayfaya yakın bir kitapta herkesin kendini bulduğu kitaplar oldu. Dönem romanları değildi, çözümlemeler ve tespitler bugünü de anlatıyor. Bu seriye roman formatında bir Türkiye tarihi denebilirdi. Topluma ‘’benim gördüğümü gören var mı’’ seslenişiydi.

Bu kitaplarda ideolojilerin, kelimelerin insan hayatına hükmetmesine, yaşayana değil de ölü kelimelere değer verilmesine karşı çıkıştı. “Nekrofil” olanı ve “biyofil” olanı iki ayrı tipolojide ortaya koydu. Romanın kahramanı Günay Rodoplu hafızalara kazınan bir aydın karakteri oldu.

Kabus ve Rüya Türkiye’nin ilk anti-ütopya romanlarıydı.

“Türkiye’nin yok olma” kabusuna karşı nedenlerin araştırıldığı bir romandı.

Hiçbir şey tek bir sebepten ibaret değildi. Roman “Türkiye’nin ille de tek bir nedene odaklanması ve bunun da her kesim için farklı olması”sorun tespitiyle başlayan birçok arazı ortaya koyuyordu. Kelebek etkisi, fuzzy mantığıyla kaos paradigmasını, karmaşaya anlam kazandıran sebepleri hep Türkiye üzerinden yazdı. Kadızade’ler ile zıddı Kuran ailesinin çatışmasında Cumhuriyet’i anlatıyordu. İmre Kadızade kabusu görendi. “Uyanmak mümkün mü’’ sorusunun peşindeydi. “Gelecekte sufiler ile matematikçiler el ele verecek” cümlesi bir özet sayılabilirdi. Onarıcıları ve kavramsallaştırmaları ile bu kitaplar Türkiye’nin geleceğine rehber olacak çözümlemeler ortaya koydu. Aman ha! Diyen uyarıları oldu.

Kimi sağcı kimi solcu dedi. Ama Alatlı tüm bunların arasındaki ayrımın çok ince olduğuna işaret eden kitaplarıyla kendisini bir Turna milliyetçisi olarak ortaya koydu.

“Rusya’nın batışı beni derinden etkiledi…” diyerek ‘’Rusya, ne oldu da ‘Şikago Oğlanları’nın eline düşüp oligarklara teslim edildi” sorusunun peşine düştü. Yedi yılın sonunda 3 cildi yayınlanan (4. cildi bekliyoruz) Rusya serisi çıktı. Kitaplar Rusça ‘ya çevrildi ve 2006 yılında Şolohov 100. Yıl Edebiyat Ödülü’nü aldı.

“Beyaz Türkler Neden Küstüler” kitabı o yıllarda yükselen muhafazakar kesime, topluma, sığlaşmaya bir bakıştı. Bu kitaptaki tespiti “paçozlaşma” olarak çevirdiği filistinizmin kucağına düşüştü.

Nasihatnameyi ise ömrünün sadakası olarak kaleme aldı. Bir zihniyet tarihini yazdı, bir kültür arkeolojisi yaptı. İçinde nerede olduğumuza dair koordinatlar da var, kimlerle yan yana ya da karşı karşıya olduğumuza dair silsileler de… Nasıl bir dünyanın içindeyiz, görünenin arkasında ne var? Kimler var? Bunlar nelerle ilişkili? Bunun da ötesinde şimdi ve gelecekte neleri nasıl etkileyecek? Derida’nın tanımladığı yapı söküm denebilir mi bilmiyorum ancak kitapta etimolojisinden başlayarak büyük bir sembolik açılım, kod okuma ve çözüm buluyorsunuz.

Hem de bir nefeste, adeta çizilen bir resmin içinde…

Alev Alatlı bize yazıyla resimler çizmiş adeta…

Kitabın ana hattı bugünün hakim zihniyetini, Amerika’yı anlatıyor. İlk iki cilt öyle şimdilik. Yazar “batı ve doğu kavramlarının da kurgusal olduğuna” inandığı için alışıldık bir batı karşıtlığı yapmıyor. Çözümlüyor, ortaya koyuyor ve işte peşinden gittiğiniz bu diyor. Ne yapıyorsanız bilerek yapın diyor. Bu akışın içinde magazin dahil her şey var ki; bencileyin o kısımları pek sevdim Dünün içinde bugün bugünün içinde dün gizli kısaca…

“Bir dönemi anlatmak sadece tarihçilere bırakılmamalı” diyen Alatlı özetle“tarihten bir kesiti değil hepsini bir bütün olarak” göstermeye çalışıyor. Tarih lineer bir çizgide ilerlemez böğürtlen çalısıdır derken o çalıların dibine hatta en dibine bakıyor. Ola ki oradan Türkiye’ye şans veren bir uç çıkar.

Bilgi arka planı olmayan entelektüel gevezeliğin prim yaptığı,

İnternet oligarşisinin fikirlerimize hakimiyet kurduğu,

Nihilizmin kuşattığı bir çağda;

Mitoloji bilmeden din anlaşılmaz diyerek, Avrupa tarihinde paganlık ve Hristiyanlığa dair bugünde devam eden kültürel kodlara…

Yahudi-Hristiyan sembollerle örülü yeni dünya düzenine…

Dünyada devam eden derin aristokrasi örgüsüne..

Kapitalizmin insanla kavgasına, Hristiyanlığın bugünkü görünümlerine…

Popülizme, kutuplaşmaya, siyasetlere…

Hepsinin bütününde Anglosakson dünyaya derinlemesine paralel kurguyla holistik bir bakış…

Bu özet Nasihatname’ye dair sadece ipuçları verebilir. Yazılış sürecinde yazarın, sancılarına, titizliğine çalışma azmine, sabrına yakından tanık oldum. Nasihatname özet olarak “biz kendimiz olarak nasıl başarırız” sorusuna bir giriştir. Ezber bilgileri bir kenara atın okuyun derim.