13 Kasım 2016 / Ayşe Böhürler ile Söyleşi – Yeni Şafak Gazetesi
ABD’yi tanımadan dünyayı tanımak ve anlamak mümkün değil. Alev Alatlı ile 2016 yılı başında yaptığımız ‘Kelebek Etkisi’ programlarında en önem verdiğimiz konulardan birisi ABD idi. ABD’nin 45. Başkanı seçilirken “Amerika’nın vasilerinin çizdiği yön değişebilir mi?” sorusu üzerinden turbo kapitalizm çerçevesinde pek çok konuya değindik. Turbo kapitalizm değişebilir miydi? Seçim yarışının yeni başladığı günlerde, 25 Şubat’ta Alev Alatlı, Trump’ın kazanacağı ve bunun da o kadar kötü bir şey olmadığı öngörüsünde bulunmuştu. Trump’ın ‘neocon’ değil ‘yerlici’ olduğunu söylemişti. Ve o tarihlerde çok da şans tanınmayan Trump kazandı. Alatlı ile bu öngörüsünün dayandığı sebepleri konuştuk. Ancak daha derin bir röportajı sonraya saklıyoruz.
AB : Şubat ayında, ‘Donald Trump kazanacak’ öngörüsünde bulunmuştunuz. Trump’ın kazanmasında en etkili faktör ne oldu?
AA : Gidişatın o yönde olduğunu sezdim diyelim. Epeyce bir süredir, birkaç cami arasında bînamaz kalan Obama’nın kararsızlığının insanları bezdirdiğini gözlemliyordum. ABD’nin ilk siyahî başkanıydı ama siyahîlere yaranamadı, hatta onun döneminde ırkçı eylemler aldı başını gitti. Gelir dağılımını iyileştirecek sahici önlemler almadı/alamadı. Açlık sınırı altında yaşadıkları tahmin edilen 16 milyon karaderili ve hispanik yurttaşın yaşamlarını kolaylaştıracak bir şeyler olmadı, onları darılttı. Guantanamo gibi, Patriot Act gibi faşizan ses veren oluşumlara karşı çıkmadı, geleneksel olarak Demokratlara oy veren beyaz liberalleri küstürdü. Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da nihai darbeyi indirmedi, güçleriyle müftehir ABD’lileri rencide etti, ordu bağlantılı çevreleri öfkelendirdi. Dini inançları konusunda gitti geldi, ne Müslümanlardan nefret eden Hristiyan fraksiyonlara ne de ABD’nin Müslüman cemaatlerine yaranabildi. Harvard mezunuydu ama Amerika’ya kimin başkan olacağına karar veren Chicago-Harvard-Columbia kliğinin parçası olamadı. Öğrenim bağlamında fevkalâde başarılı olmuş olması, onun kıratında yüzlercesini şirketlerinde istihdam eden Amerikan iş dünyasını etkilemedi. Son tahlilde baba tarafından Kenyalı, ana tarafından Kansas’lı orta-direk bir ailenin hırslı ama melez oğluydu, Amerika’nın örneğin Kennedy’ler gibi, ‘soylu’ sayılan muhitlerinde yer bulamadı. Hasılı, Trump’ı getiren, Obama’nın kararsızlık izlenimi veren, coşkusuz yönetimi oldu derim.
Hillary’nin Sosyetik Söylemi
AB : Trump tercihinde, gelir dağılımları arasındaki uçurumun etkisi var mı?
AA : Benim gördüğüm, ahlâki bir sorunsal olarak değil de, Obama’nın genelde sıkıntı veren beceriksizliğine tepki bağlamında var. Yoksa Trump daha hakça bir gelir dağılımı, sosyal güvenlik, sağlık kurumları gibi rasyonel taleplere yönelik vaatler vermiş değil. Aslına bakarsanız Trump, hemen hiçbir konuda herhangi bir vaatte bulunmuş da değil. ‘Bana güven, gerisini merak etme sen’ tarzında hayli uçuk bir kampanya yürüttü ve bu insanlara iyi geldi. Ola ki, Hillary’nin temsil ettiği sosyetenin söyleminden sıkılan insanlar, bu defa kendi mahallelerinden, huyunu suyunu pek de yadırgamadıkları kovboy asabiyetinden birine oy verdiler.
“Rahmetli Aytunç Altındal’ın yıllar önce ifade ettiği bir gerçeği hatırlatayım. ’21. Yüzyıl karizmatik çağın bittiği, enigmatik çağın başladığı dönemdir’ diye uyarmıştı, ‘Demokrasi askıya alınacak. İnsan hakları, eşitlik, kardeşlik, demokrasi, feminizm gibi ‘çifte standartları’ bizim gibi ‘Westoxication’ hastalığına tutulmuş ülkelere kazıklıyorlar.
Derin Amerika İzin Vermez
AB : Trump’ın başkan olması Türkiye’yi ve Müslümanları nasıl etkiler?
AA : Seçim öncesi Trump ile seçim sonrası Trump aynı söylemlerin adamı olmayacaktır. Her şey bir yana, Amerikan derin devleti devreye girecek, bilmediklerini öğretecek, üstüne gitmemesi gereken alanları belirleyecek, ülkesinin ‘kadim çıkarları’ doğrultusunda politika üretmesine ‘yardımcı’ olacaktır. Hal böyle olunca, taze başkanın Türkiye ve Müslümanlara dair algı ve yaptırımlarını etkileyecek olan mahfillerde, meselâ, Homeland Security gibi, ABD Genelkurmayı gibi, CIA gibi kuruluşların tutumlarını sıkı izlemek gerekir diye düşünürüm. Bana öyle gelir ki önümüzdeki aylar, siyasilerden ziyade üst düzey bürokratların yönlendirdikleri oluşumlara gebedir. Ellerinde eğitmek zorunda oldukları, üstelik akademik öğrenim bağlamında hayli yetersiz bir başkanları var. Mamafih, Trump ile kıyaslanamayacak kadar iyi eğitimli, dahası eski bir başkan eşi ve senatör olarak çok daha tecrübeli ve donanımlı olmakla beraber Hillary kazansaydı da durum farklı olmayacaktı. Bakalım ABD, Trump yönetiminde hangi yöne savrulacak. Savrulmasına izin verilip verilmeyeceği de tabii ayrı bir husus.
Vasiler Bir Yolunu Bulur
AB : Amerika’nın vasileri Trump’ı kabullenebilir mi? Halk, vasilerin üzerine çıkabilir mi?
AA : Vasileri nezdinde kabul görüp görmemesi, ıslah olma potansiyeli ile doğru orantılıdır derim. Bakın, Trump, ABD’nin 45. Başkanı. Bunların 20 tanesi suikast teşebbüsüne uğramış, 4 tanesi öldürülmüştür. Lyndon Johnson’dan başka ölüm tehdidi almayan başkan olmadığı söylenir. Bir de tabii haledilmek üzere Temsilciler Meclisi tarafından yargılananlar var. Bunlardan Andrew Johnson ile Bill Clinton’u son dakikada Senato kurtarmıştı. Richard Nixon, karardan önce istifa etti, kurtuldu. Diyeceğim, vasiler bir yolunu bulurlar. Neo-Con değil yerlici
AB : Trump’ı ‘neoconservatif’ akımın neresine yerleştirebiliriz. Onun devamı diyebilir miyiz?
AA : Pek değil, çünkü bir kere Trump, ‘nativist’ (yerlici) ve ‘birther’ (doğumcu) yani, doğma büyüme Amerikalıların hak ve çıkarlarını koruma peşinde olduğunu söylüyor. Hatta bir ara, Obama’nın Amerikan doğumlu olmadığı şayiasını yaymış, başkan seçilme hakkının olmadığı söylentisi de buradan kaynaklanmıştı. Adamın ırkçı/milliyetçi beyazların diliyle konuştuğu, göçmenlerden ve ‘çoğulculuk’ kavramından tiksindiğini söylediği de bir gerçek. Bizi sevmiyor ama doğrudan hedef almamakla birlikte, Yahudilere bayıldığı da söylenemiyor. Anlaşılan o ki, İsrail’in Amerikalı dostlarını da küstürmüş, Yahudi oylarının %90’ı Hillary Clinton’a gitmiş. Diyeceğim, bu kafayla neo-con’luk olmaz. Hillary olmadı bunda bir hayır var
AB : ‘Demokratlar daha barışçıl, Cumhuriyetçiler daha savaşçı’ klişesi doğru mudur?
AA : ‘Rüşvet-i kelâm’ derler ya hani, Demokratların savaş karşıtlıkları da o hesapt. Hillary mesela, 2003 Irak Savaşı’nı pekâlâ desteklemişti. Sonradan, ‘savaşa değil, icra ediliş biçimine karşı olduğunu’ söylediydi ama nidem ki, ‘bad-el harab-ül Basra’.
Alev Alatlı, Clinton’a karşı sürpriz bir zafere imza atan Donald Trump’ı ABD derin devletinin zamanla ‘ıslah edeceğini’ söylüyor. Geçmişte 20 başkanın suikast teşebbüsüyle karşılaştığını, 4’ünün ise öldürüldüğünü hatırlatan Alatlı, Trump’ın müesses nizama direnemeyeceğini belirtiyor.
AB : Bu seçim sonucundan Türkiye korksun mu?
AA : Biz hep korkalım! Ama Hillary kazansaydı bizim için daha iyi olurdu hayaline ve dolayısıyla yılgınlığına kapılmadan korkalım. Sol liberal eğilimli Demokratik Parti iktidarlarının Türkiye’yi şu ya da bu biçimde hep zorlamış olduklarını hatırlayın. Edward Kennedy’nin gerek Kıbrıs, gerekse Ermeni meselelerinde Türkiye’ye karşı sergilediği bilgisiz, haksız, saldırgan tutumunu hatırlayın. Daha 1964’te, yani Kıbrıs çıkarmasından 10 yıl önce, Lyndon Johnson’un İnönü’ye gönderdiği o fevkalâde kaba mektubu hatırlayın. Obama’ya destek vermek üzere örgütlenen ‘Türk Amerikalılar’ın düş kırıklıklarını hatırlayın. Yine şundan birkaç ay önce ‘The National Interest’ dergisinde, karı koca Clinton’larla ‘karanlık İslamcı’ dedikleri Fethullah Gülen arasındaki ilişkiyi afişe eden makaleleri hatırlayın. Gülen’in, Hillary’nin ‘kalem arkadaşı’ olduğu iddialarını hatırlayın. ‘The National Interest’in, neo-con’ların yayın organı olduğu doğrudur ama bir diğer saygın derginin, ‘USA Today’in, 2015’de yaptığı bir araştırmanın, hem Obama hem de Hillary’nin Gülen müritlerinden seçim bağışı adı altında yüz binlerce dolar aldığını doğruladığı da doğrudur. Sanılmasın ki, bu bağışlar alınırken, Gülen’in nemenem biri olduğu bilinmiyordu. En azından sözünü ettiğim bu dergilerde ne Humeyni’nin yeni bir varyantı olduğu gizlenmişti ne de Amerika için cihatçı tehdit oluşturduğu. Hasılı ola ki, Trump’un seçilmesinde değilse de, Hillary Clinton’un seçilmemiş olmasında da bir hayır vardır. Umarım o hainin elini sıkmayız
AB : Donald Trump’ın ekibinde Zalmay Halilzad’ın ismi geçiyor. Dışişleri Bakanı olacağı konuşuluyor. Kim bu adam? ABD dış politikasını nasıl etkiler?
AA : Umarım bu haber Hillary cephesinin bir yakıştırmasından ibarettir. Umarım Trump, Ortadoğu politikasını oluşturmak için Bush yönetiminin bu fevkalâde şaibeli ‘Müslüman’ kara kutusuna muhtaç olacak kadar çaresiz değildir! Bakın, bu Zalmay Halilzad, 2 yıl kadar önce The New York Times’ta “ABD ve uluslararası güçler, Bağımsız Kürdistan’ı tanımaya hazır olmalı!” diye ahkâm kesen adamdır. Peşmergeleri öve öve bitirememiş, Kerkük’ün bağımsız Kürdistan’a dahil edilmesini istemişti. Trump’un Irak sorununu Kürtlere ihale edip kurtulmak gibi bir kolaycılığın hayaline kapılmayacağını ummak isterim. Halilzad gibi bir hainin kanına girmesine izin verecek kadar ilkesiz ve sorumsuz olmadığını ummak isterim. Düşünün ki, 1951 Mezar-ı Şerif doğumlu bu CIA devşirmesi, Zbigniew Brzezinski ile birlikte Afganistan’da taş üstünde taş bırakmayan ‘Operation Cyclone’u kotaran adamdır. O operasyonda CIA, Pakistan istihbarat servisi aracılığıyla Afganistan’a 3 küsur milyar dolar pompalamış, elbirliğiyle El Kaide’yi, Bin Ladin’i doğurmuşlardı. İslam dünyasındaki hangi menfur hadiseyi incelerseniz altından bu Halilzad’ın çıktığını görürsünüz. Bir yandan, kadim neo-con kankaları Paul Wolfowitz, Dick Cheney aracılığı ile Chevron gibi, Halliburton gibi petrol şirketlerinin ortağı ya da danışmanı olarak çalışır, öte yandan ve eşzamanlı olarak ABD’nin Afganistan ve Irak büyükelçisi görevlerini yürütür. Saddam’ın idamıyla sonuçlanan elim trajedinin bir numaralı suç ortağı ve tanığıdır. Kendi memleketindeki lâkabı ‘insanların kalplerine fısıldayan iblis’ olan bu adamı 2007’de göz göre göre ABD’nin BM Daimi Temsilcisi olarak atadılar. Kendisinin bir de New Orleans doğumlu Danimarka Yahudisi karısı vardır ki, popüler sosyoloji, mülteciler, ulus-inşasında Müslüman kadınların rolü, Avrupa diasporasında ikinci kuşak gençlerin radikalleşmesi gibi konuları işleyen best-seller bir romancı olarak lanse edilir. Cheryl Benard adlı bu kadının ‘feminist’ bakış açısıyla kaleme aldığı romanlarında Müslüman kadınlar, megalomanyak aile reislerinin baskısı altında yaşayan bireyler olarak takdim edilirler. Dindar karakterler alay konusudur vs vs… Allah yardım eder, umarım ne Mevlüt bey ne de başka bir Türk dışişleri bakanı, bu adamın elini sıkmak zorunda kalır!