Solcu kim? Sağcı kim? Dinci kim? Ulusalcı kim? Gerici kim? İlerici kim? İktidar kim, muhalefet kim? Bir hışm ile geldi geçti seçim, kim, kim, kim?! Latife bir yana, seçim sonrası ruh üşümelerini iyileştirmeye yardımcı olabilir düşüncesiyle, buyurun, size “Dünya’nın En Kısa Siyasi Testi!”
Test, on soruluk ve oldukça ünlü. Cambridge’deki “Uluslararası Biyografi Merkezi”(1) tarafından “20. yüzyılın en önde gelen 2000 aydını”ndan biri ilân edilen David Nolan(2) tarafından düzenlenmiş. “Köktenci,” “serbest fikirli,” “ılımlı,” “muhafazakâr,” ya da “gerici”(3) gibi tanımlamaların siyasi yelpazedeki pozisyonlarımızı belirlememizde yetersiz kaldığını ileri süren Nolan, önemli olanın bu pozisyonların açılımlarının saptanması olduğunu, sahici tutumumuzun ancak böyle ortaya çıkabileceğini söylüyor. David Nolan, kim? Amerikan Libertarian Party’nin iki kurucusundan (1971) biri, M.I.T. mezunu, 2000’de Başkan adayı, “The Essence of Liberty,” Özgürlüğün Esası, isimli kitabın yazarı.
Test, biri “Kişisel,” diğeri “Ekonomik” konular olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Sorulara tepkiniz doğrultusunda “evet,” “hayır,” ya da “belki” diye cevap veriyorsunuz. “Belki” cevabı, “emin değilim,” ya da “bazen” gibi, “kararsız” kaldığınız durumlarda kullanılıyor. Şöyle birşey:
Kişisel konular:
*Askerlik hizmeti mecburi olmamalı.
*Devlet, radyoya, televizyona, basına ya da internete müdahale
etmemeli, denetlememeli.
*Devlet, yetişkin insanların karşılıklı rızalarıyla gelişen cinsel
ilişkilere müdahil olmamalı.
*Uyuşturucu yasaları faydadan çok zarar veriyorlar;
kaldırılmalılar.
*İnsanlar sınırlardan rahatlıkla geçebilmeli, istedikleri ülkede
çalışabilmeli, istedikleri ülkede yaşayabilmelidirler.
Ekonomik Konular:
*Devlet, tarımı ve sanayiyi sübvanse etmemeli, destek alımları
kaldırılmalı
*Gümrük duvarları indirilir, ticaret tümüyle serbest bırakılırsa
insanlar için daha iyi olur.
*Asgari ücret, işsizliğe neden olduğu için, iptal edilmelidir.
*Vergiler kaldırılmalı, devlet hizmetlerinin bedeli onları kullananlar tarafından ödenmelidir (yani bedava polis, okul, sağlık vb. hizmet, yok)
*Dış yardım devlet tarafından değil, isteyen bireyler tarafından yapılmalıdır.
Değerlendirme:
“Evet”ler 20, “Belki”ler 10, “Hayır”lar 0 puan. Testin tümünden 50’den az puan topladıysanız, o zaman siz “otorite yanlısı” birisiniz. Buna göre, halihazır kurumları, hiyerarşileri, iktidar yapılanmalarını körükörüne destekler, değişime şiddetle direnir-mişsiniz. Buna karşın, inançlarınıza ilişkin mantıklı, belagatlı gerekçeler geliştirmeniz de beklenir-miş. Erich Fromm’un başını çektiği Amerikalı psikologlar, bu kişiliklere “ırkçılar,” Stalinciler arasında rastlamışlar-mış. Ayrıca, bu kafadaki insanlar kendi cinsel arzularına da içerlerler, dürtülerini bastırma yoluna giderler-miş. Nedeni de çocukluklarında cinselliğin ayıp olduğunu öğretilmiş olmaları-ymış.
Öte yandan, eğer Kişisel konularda 50’den fazla puan toplamış ve fakat Ekonomik konularda 50’nin altına düşmüşseniz, o zaman “liberal” sınıflandırmada yer alıyorsunuz demekmiş. Bu durumda Amerikan liberallerine (“liberal” tanımının İngiltere ve Amerika’daki anlamının, kıta Avrupası’ndaki anlamından farklı olduğunu hatırlatmama izin verin) benzeyen bir tutumla, hükümet destekli toplumsal programları benimsemekle birlikte, genelde “hoşgörülü” bir tavır sergiler, çevre ile ilgilenir, kadın haklarını yüceltir, kavgadan kaçınır-mışsınız.
Ekonomi puanları 50’nin üstünde, Kişisel puanları 50’nin altında olanlardansanız, “muhafazakâr” gruptansınız demekmiş. “Muhafazakâr” yani, ‘80li yılların Ronald Reagan, Margaret Thatcher ve rahmetli Özal’ı doğrultusunda, kapitalizm-yanlısı olup, büyük şirketler ve onların başarılı yöneticileriyle saf tutar-mışsınız. Bir yandan Thatcher-vari “muhafazakârlık,” ki “dizginsiz kapitalizmin yüceltilmesi” demektir, diğer yandan yoksullara yeşil kart, yiyecek yardımı pratiği içindeyseniz, kendinizi “muhafazakâr” sayamazsınız.
Testin her iki bölümünde de 50’nin üstünde puan alanlara gelince: sizler de “libertarian” oluyorsunuz! Yani, insanların insan olmaktan gelen haklarının yasalardan daha üstün olduğuna inandığınızdan, devlet müdahalesini asgaride tutmayı, serbest piyasa ekonomisini güçlendirmeyi ister-mişiniz Libertaryanlar ayrıca tarih boyunca barıştan yana olmuşlar-mış. Peki, ya puanınız ne eksik, ne fazla, tam tamına 50 ise? O zaman “sınırda” bir vakaymışınız, oturup bir daha düşünmeniz gerekiyormuş!
David Nolan’ın terminolojisinin bizim pratiğimizi yansıtmadığı, dahası “libertarian” (dilerseniz, “özgürleştirici”) gibi dilimizde neredeyse yeralmayan tanımlarla konuştuğu da muhakkak. Bu bağlamda, “Dünya’nın En Kısa Siyasi Testi”nin Türkiye için anlamsız bir test olduğu söylenemez mi? Bence, söylenemez. Çünkü, benzer bir biçimde Türkiye’de, “devrimci,” “demokrat,” “sosyaldemokrat,” “demokratik sol” tanımları da bir o kadar havada terimler kalabiliyorlar. Dikkat buyurursanız, ülkemizde kendisine “solcu” diyen birisi (hatta bir siyasi parti!) pekalâ da, örneğin, “insanlar sınırlardan rahatlıkla geçebilmeli, istedikleri ülkede çalışabilmeli, istedikleri ülkede yaşayabilmelidirler” gibi bir yargıya bütün kalbiyle katılabilecektir. Nitekim, meselâ, Program’ında “kapitalizmin ve onun insanlığa dayattığı bütün baskı, sömürü, şiddet ve eşitsizlik biçimlerinin ortadan kalkmasını” savunan ÖDP gibi kendisine “sol” diyen bir parti, iki paragraf sonra “özgürlükçü, özyönetimci, enternasyonalist, ekolojist, militarizm karşıtı” gibi libertaryan tezleri savunabilmekte, sonra bir kanat çırpışıyla “demokratik plânlamacı”lık gibi, devletçi bir tutuma girebilmektedir! ÖDP’nin “işçi ve emekçileri sermayeden, sermayenin politik parti ve akımlarından ve devletten ideolojik, politik ve örgütsel olarak bağımsızlaştırmayı” vadeden söylemini gerçekçilik şöyle dursun, hangi siyasi pozisyona oturtabileceğimizi ayrıca düşünmek gerekmektedir!
Kaldı ki, siyasi hedef karmaşası bağlamında ÖDP türünün – haşa! – tek örneği değildir; ABD’de de Cumhuriyetçilerin ille de “muhafazakâr,” Demokratların da ille “liberal” olmadıkları gibi. Buna karşın, Nolan, bu tanımların “postmodern” kelimesi gibi “öylesine biçimsiz, şekilsiz, amorf ki, son tahlilde anlamsız” olduklarına katılmadığını söylüyor. Ona göre tanımlar anlamsız değil ama kullanımları uygunsuz. Kendi demesiyle “saçmalamaya son vermek için” kısa, özlü, veciz tanımlar getirmek mümkün. Şöyle ki, “liberal” devletin ekonomiyi düzenlemesine sıcak bakan ancak ahlâki değer yargılarının yasalarla korunmasına karşı çıkandır; yani, sosyal devlete, az kazanandan az çok kazanandan çok vergi alınmasına evet ama meselâ cinsel özgürlüğe sekte vuran yasaklara hayır. “Muhafazakâr,” tam tersi, devletin ekonomiden elini çekmesini isterken, ahlâki değerleri desteklemesini bekliyor; yani, bir yanda laissez-faire ekonomisi, diğer yanda örneğin ailenin yüceltilmesi. “Özgürleştiriciler” devleti ne ekonomide ne de ahlâk alanında isteyenler. Nolan, bu tanımların kendi içinde derecelendiğine (daha doğru bir tanım “saçaklı” olurdu) dikkat çekiyor.
Bize gelince: yoksullar için 273 bin 479 konut yapan(4) AKP, bu hesapça “sosyaldemokrat” değilse, İsveç türü “welfare” ekonomisi liberali olsa gerekir; her halûkarda, “muhafazakâr” tanımına uymaz. AKP uymaz da kim uyar? CHP de uymaz, zira Avrupa Birliğine ilişkin tepkileri(5) “izolasyon” yanlısı olduğu söylemektedir. Buna bir de, baş örtüsüne, “dindar” cumhurbaşkanına yasal müdahaleyi içine sindirmesine bakarsak, CHP, “gerici” değilse, “otorite yanlısı” tanıma yakın gelir ki, bu haliye sosyaldemokratlık şöyle dursun, “muhafakâr” olarak dahi sınıflandırılamaz. “Türkiye’nin küresel entegrasyonu gibi gerçekleri veri alan”(6) ancak ahlâki alana müdahaleden kaçınmayacağı anlaşılan MHP’ye ne demeli? Asıl, muhafazakâr MHP olmasın?!
Yeri gelmişken, bana en yakın gelen seçim sonucu yorumu, Levent Tüter isimli bir beyin kişisel sitesindeki metin. “İstikrarlı olan kaostur, istikrarsız olan denge”(7) saptamasına katıldığı anlaşılan Tüter, şöyle demiş: “Türkiye oyunu verirken iki senaryo vardı önlerinde; AKP iktidarda kalır ve -popülist olmayan, oldukça liberal- ekonomik politikalarını tek parti iktidarı olmanın verdiği rahatlıkla uygulamaya devam eder, büyüme hızlanarak artar, stabilite endeksleri yüksek değerlerini korur, yeni uygulamalarla kalıcı olarak gelmesi sağlanmış yabancı kaynaklı yatırımlar -sadece borsa hareketleri değil, büyük satın almalar- devam eder. Ya da! CHP ve MHP koalisyonu kurulur. İlk sene CHP ve MHP, AKP kadrolaşmasını kırpıp kendi kadrolarını yerleştirmekle uğraşır ama kimin dayısının, kimin emmioğlunun nereye gideceğine karar vermez, çekişirler. Abdullah Öcalan’ı asmaya kalkar MHP, AB’ye bir on yıl yetecek koz verilmiş olur, terör hareketleri coşar. Sadece AKP’nin olduğu için ekonomi poltikasını kaldırıp çöpe atarlar, ve popülist politikalarla 2008-2009 yerel seçim yatırımı yapmaya çalışırlar! Türk ekonomisi böylece bir 10 yıl kaybeder. Hmm, acaba kime oy verseler.. Hmm.. Cumhuriyet, laiklik elden gidiyormus, CHP kurtaracakmış. Hahahah. pardon- Hmmm. Evet senaryolardan hangisinin seçildiği ortada. Büyük toplu konut yatırımları, sürekli kullanmadığı üretim kapasitesi azalan üretici, sosyal sigorta ve sağlık hizmetleri düzenlemeleri, mortgage düzenlemesi gibi gelişmelerin yarıda kalmasını istememesi de halkın başka bir “hmm” mevzusuydu bence.”
Hasılı, toplum mühendisliğine soyunmadan önce kıyaslamalı pozisyonlarımızı şöyle bir irdelesek iyi ederiz sanki. Bunun dışında, bana sorarsanız, seçimlere sağ girdik, sağ çıktık. Farklılıklarımız, Güney Doğu da dahil olmak üzere ideolojik olmaktan ziyade pratikte ve saçaklı. Bu nedenledir ki, şöyle dörtbaşı mamur bir “muhalefet” oluşturabilmiş değiliz. Peki, oluşturabilmiş bir ülke var mı? Hadi, canım, siz de!
Hamiş: Batılı gazeteciler, Türkiye’yi yorumlarken Nolan testini kullanıyor olmasınlar?
(1) International Biographical Centre, “2000 Leading Intellectuals of the 20th Century”
(2) (Nolan’ın buna tepkisi, “Güldüm,” olmuş, “Gerçekten, ne bu ne de başka bir yüzyılın önde gelen 2000 aydınından birisi olduğumu düşünüyorum…mamafih, (özellikle de aydınların çoğunun ne denli budala olduklarını düşününce) belki de öyleyimdir.”)
(3) İngilizce orijinalindeki karşılıklar sırasıyla, radical, liberal, moderate, conservative ve reactinary
(4)“Toplu Konut İdaresi, AKP iktidarına tekabül eden dönemde 276 bin 511 konut yaptı. Bu konutların 130 bin 830’u orta ve dar gelir grubuna, 59 bin 455’i ise alt gelir grubu ile yoksullara yönelik olarak yapıldı. TOKİ’nin verilerine göre halen inşaat aşamasında olan konut sayısı da 273 bin 479’a ulaştı.” Milliyet 27 Temmuz.
(5)“Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Türkiye’nin Avrupa’da elde ettiği iki önemli görevin sona ermesine neden oldu…CHP’nin Gaziantep Milletvekili Abdulkadir Ateş, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) “Siyasi Komisyon Başkanlığını” yürütüyordu. Ateş bu dönem listede yer almadı ve milletvekilliği bitti. Böylelikle yıllardan beri Türkiye’nin yatırım yaptığı ve Abdulkadir Ateş’in de üç yıldan beri başarıyla yürüttüğü bu kilit görev, Türkiye’nin ellerinden kayıp gitti. CHP’nin Ankara milletvekili Gülsüm Bilgehan Toker de, yine AKPM’nin “Kadın Hakları ve Eşitlik Komisyonu Başkanlığı”na getirilmişti. Türkiye açısından son derece önemli olan bu görev de, Bilgehan Toker’in “alt sıralara” konulması ve 22 temmuz’daki seçimde de milletvekilliğinin sona ermesi nedeniyle Türkiye’nin elinden alındı.” Referans, 6 Ağustos, 2007, Zeynel Lüle.
(6) Zaman, 25 Haziran 2007, İbrahim Öztürk
(7)Stable chaos, unstable equilibrium