Kapatılan Partinin Ardından

Demokrasi, Demopedi, İnce ayar

“… Ve dinin büyüsüyle aşık atıp kendinizi tüketmeyin. O’nun dengi değilsiniz. Dine olan susuzluk çok şiddetli, kökleri fazla derin, kültürel pekiştirilmesi fazla güçlüdür.”

Bu, Dr. İrvin D. Yalom’dan. Psikiyatrist. “Sunacak daha iyi bir şeyiniz yoksa, hiç bir zaman eldekini almayın,” diye devam ediyor.

Aynı gözlem, Ebu Hanife’de var: “Yerine onlarınkinden daha iyi bir düzen kuramayacaksanız, yöneticileri haletmeyin.”

Bir gözlem de Spinoza’dan: “Herşey kendi varlığı içinde sürekliliğini korumaya çabalar.”

Sonra, başını arabadan çıkarıp kaldırımdan geçen örtülü genç kızın arkasından “Fadime!” diye bağırdığına şahit olduğum laik “Hanımefendi.” Aynı Hanımefendi, İsmar’da kasaplık yapan örtülü genç kadına da “haddini bildirdiğini” anlatıyor.

Sonra, medya da Refah’ın arkasından, “yürrü taş arabası anca gidersin!” edepsizliği. Teneke bağlanmadığı kaldı.

Bakımlı tırnakların, kuaförlü saçların ardından sırıtan mahalle karılığından nefret ediyorum. Örtülü genç kızın ardından “Fadime!” diye bağıran, bilmem ne STÖ’sü mensubu “Hanımefendi” ile Pınar Eliçe’ye TV ekranından “Ay, kız, memen çıktı!” diye kıkırdayan Hülya Avşar arasındaki bağlantı içimi eziyor.

Lacivert takımların ardından sırıtan sokak çocukluğu da öyle. İtiraf etmeliyim: yüreğimi yokladığım zaman Refah’a ilişkin olumsuz duygularımı perçinleyen unsurlar arasında belki de en başta geleni buydu: pis çocuk sendromu. Küfür, hakaret, sokak kabadayılığı, hamhalat maçoluk.

Pir Sultan’ın sözüdür sanırım, “yarin attığı gül zul gelir bana.” Adamcağızı taşlıyanlar arasındaki dostu taş yerine gül fırlatır, o da bunu söyler. “Yarin attığı gül zul gelir bana.” Beyaz yemenili, nur yüzlü, incelikli insanlarken İslam’ın çağrıştırdıkları kılı kırk yaran terbiye iken, edep, ahlak, adaletken, batakhane ağızı. Ürperticiydi.

En son söyleyeceğini en başta söylemeyi marifet sanan kabadayılık, mahalle karılığı, pis sokak çocukluğu. Nasıl ki, insanoğlunun Mars’a gidiyor olması, Itri’nin değerinden eksiltmez; “demokrasi” de kadim değerlerin, “terbiye” görmüş egoların anti-tezi değildir. Rahmetli Cemil Meriç’in demokrasi ile “demopedi” ayırımını şimdi çok daha iyi anlıyorum. Demokrasinin ayak takımının idaresine dönüştüğü an uygarlığın tehlike sirenleri çalmalı gerçekten.

Dedem, ne bu lacivert takımlıları, ne de o tayyörlü hanımları yada onların erkek çeşitlemelerini, muhatap kabul etmez, evine sokmazdı, eminim. Dedem, müderristi. Kadıydı.

“Her şey kendi varlığı içinde sürekliliğini korumaya çabalar.”

Kitaplı dinler de çabalayacak. Onların büyüsüyle aşık atmaya kalkanlar, Onların dengi olduklarını vehmedenler, kendilerini tüketecekler.

Şevki’lere, Ceylan’lara, dünya görüşlerinin yerine sunacak daha iyi bir şey öneremediğimiz için bu hallere düştük. Dinin büyüsünü göz ardı etmeyi, “ilericilik” bellediğimiz için bu hallere düştük.

İslam’ı münkirlere, laikliği farfaralığa kaptırmayacaksak, hamhalat yargılardan sakınmamız şarttır.