“Hazreti Kur’anı’n eşrefi mahlûkat olarak tarif ettiği insan olmak” şeklinde ifade edilen(1) mücadele, kişinin “aslında amansız bir savaşın ortasında doğduğunu”(2) idrak etmesiyle başlar. Bu amansız savaş, kendisine uyanan ruhun, “varedilmiş olma keyfiyetini” masaya yatırması; kişiliğini şekillendiren etmenler hakkında oluşturduğu “yargılar bütünü”nün gerçek tabiatını keşfetmesi sürecidir. Davranışlarını, duygularını, inançlarını, ilişkilerini, tecrübelerini, yorulmadan, usanmadan, sürgit sorgulamasını içerir, katıksız “dürüstlük” gerektirir. “Ben neyim?” sorusuna söylentilerin haricinde cevaplar arayan insan, sadece başkalarına değil, kendisine karşı da dürüst, içten, açık sözlü ve adil olmak durumundadır. Kişinin toplumla olan ilişkisini hiçbir kuşkuya yer kalmayacak şekilde çözebilmesi, kendisini tanımlamaktaki isabetiyle doğru orantıda gelişir. Sıra bundan sonra, milletimiz, çevremiz, ailemiz, insanlık ve tüm diğer canlılar hakkında öğrenegeldiğimiz herşeyi unutup, onlarla yaşayan bir “varlık” olarak doğrudan ilişki kurmaya gelir. “Yiğit”in savaşı, yerine göre sapkınlık, sapıklık, yalancılık, şiddet, kötülük, gericilik, ihanet gibi suçlamalar karşısında savunmasız kalan “gerçekler”e(3) itibarlarını iade etmek mücadelesinden ibarettir. Cesaret, dayanıklılık, sükûnet, kontrol, süreklilik, sabır, sebat, güç gibi hasletleri talep eder, idrak ve sürat gerektirir.
“Kendini bil!” İslâm’dan, Zen’e kadar tüm dini inançların ortak emri; “yiğit,” benliğinde varolduğundan kuşkulandığı korkaklıkla yüzleşendir. Korkuyu, Allah inancı yokederken, “yiğit,” yüreğindeki savaşçıyı uyandırır, umutsuzluğu ve korkuyu ilkesel olarak reddeder. Özü sözü bir olanın yanında yer alır. Sayısız hasımla tek başlarına halleşebilecekleri şeklindeki fıtri bilgilerini güçlendirenler, kendilerinde varolduğunu keşfettikleri gücü, itiraf, teslim, ikrar, kabul ve ilân ederken, türdaşlarının güçlenmelerine de yardımcı olurlar.
Çetelerin topluma hükümdar oldukları çöküş süreçlerinde, “eşrefi mahlûkat” mertebesinin hakkını vermek, her “kahraman”ın harcı değildir; “kahraman”ın böyle bir meselesi bile olmayabilir. Oysa, “yiğit,” “umumun zihniyeti” gibi, “umumun zihniyeti”nin kusursuz aynası sayılan hakim medyanın “doğrular”ına da ters düşecek, farklılaşacaktır.(4) Farklılaşmak, bireyselleşmeyi; bireyselleşmek insanlık onurunun yüceltilmesini getirir. “Gerçekler”in üstlerinin örtülmesi pahasına güvenlik içinde olmaya, rahat yaşamaya duyduğu husumet, yiğidi “Galile etkisi”nin gönüllü kurbanı olmaya aday kılarken, destek, “kendinize güvenin!” diye başlayan kadim Uygur diskurundan gelir: “Kendinize güvenin! Akranlarınızın, çağınızın, ‘gerçeklik’in payınıza düşen kadarıyla da olsa, hakkını verin. Dil, din, ırk, cinsiyet ayırımının tuzağına düşmeden, zamanınızın en yetkin bilginleriyle, sanatçı ve filozoflarıyla dostluk kurun. Mahrem düşüncelerinizi aşkın zekâlarla paylaşın. Sizler, anneleri tarafından sakınılmak durumunda olan özürlüler ya da çocuklar değilsiniz. Kavminizin kaderini eline almaktan kaçınan korkaklar değilsiniz. Sizler, mağdurların kefaretini ödeyecek, kâbustan uyandıracak yetişkin erkeklersiniz.”(5)
Bahse konu “mağdurlar,” yaşayakalabilmek için “gerçekler”i inkâr etmeye icbar edilen kimselerdir. Bahse konu “kâbus” ise, çetelerin hükümran olduğu, çöken bir toplum. “Kendinize güvenin” telkini, “ünü büyük” adamların parlaklıklarıyla mest olup edilgenleşmektense, kişinin kendisindeki cevheri keşfetmesini, kendi cevherini işlemesini öğütlemektedir. Güç, bilgidir; özgürlük, “umumun zihniyeti”ni irdelemek, “gerçek”leri ayrıştırıp, kendi benliğinde yürürlüğe koymak yetisi. “Bir ülke allak bullak olduğunda, vicdan sahibi insanlar, ne halleri varsa görsünler diye bırakıp kenara çekilemezler” der, Gorki. “Sevgi çok sabreder, lütufla muamele eder, sevgi haset etmez, sevgi övünmez, kibirlenmez, çirkin muamele etmez, kendi faydasını aramaz, hiddetlenmez, kötülük saymaz, haksızlığa sevinmez, fakat ‘gerçek’le beraber sevinir, her şeye katlanır, her şeyi ümit eder, herşeye sabreder” buyuruyor, Havari Pavlus, “Senden nefret ettikleri ve seni dışladıkları ve azarladıkları ve ismini insanoğlu adına şerire çıkarttıklarında kutsandığının idrakinde değil misin? Sevin ve mutlu ol, senden önceki elçilere de öyle yapmadılar mı?” “Yiğit,” kavmini zor zamanlarda ayakta tutandır.
Öte yandan, “insan olmak” muradının, güncel hal ve şeraitten, dost ve müttfefiklerimizden, genelde kabul gören değerlerden, sağlıklarından, ailelerinden, kınanmak hatta nefret edilmekten üstün(6) tutuluyor olmasının, akıl kârı ya da felsefi olmayan, bir tarafı vardır. “Erzurum Forumu”ndaki “tükenmez bir sevgi ve kârsız bir saygı” gibi söylemler, ihtiyat sahibi entelektüellerde kuşku uyandırmazsa bile, “Don Kişotluk” olarak algılanacaktır. Yeri gelmişken, İspanyollar, Don Kişot’a, “cüneyt”ten bozma “el jinete”(7) derlermiş: “şövalye.” Orta Çağ Avrupa’sının şövalyesinin Uzak Doğu’daki karşılığı, “samuray.” “Samuray”ın yasası, Buşido, Dadaş’ınkinden farklı değildir: “Sadakat, fedakârlık, adalet, utanma duygusu, edep, iffet, tevazu, kanaatkârlık, cesaret, ciddiyet, onur ve sevgi. Yardımseverlik, içtenlik, dürüstlük, kendine hakimiyet, ciddiyet.” Samuray yasasında hile ve haksızlık, aşağılık ve insanlıkdışı sayılırken, sevgi ve yardımseverlik erdemlerin en yücelerinden, asil duygular sayılır. “Buşi no içi-gon,” samuray sözü, her türlü yasal dokümanı aşan senettir. Bir samuray için, senet imzalamak, aşağılanmakla eşdeğer. İyiyi de, kötüyü de sükûnetle karşılamak. Varlığa sevinmemek, yokluğa yerinmemek. Tutkuların esiri olmamak. Azla yetinmek, servet ve meta için değil, onur ve gurur için yaşamak.”(8) Günümüzde teşvik edilen davranış biçimleriyle kıyaslandığında hüzün verecek kadar naif, hatta ilkel. Buna karşın, Japon milletini iç savaşlar, belirsizlikler, umutsuzluklar gibi en zor zamanlarında ayakta tutmuş samuraylar. “Savaşçı atalarımızın sağlıklı olduğu kadar da taşralı yapıları, maneviyatlarını sıradan ve bölük pörçük öğretilerle beslemenin yolunu buldu, kadim felsefenin şurasından burasından nemalanarak ve asrın talepleriyle bilenerek, yeni ve kendine özgü bir yaşam geliştirdi” diyorlar.(9) Taşradan çıkıp, Japonya’nın hakim sınıfı haline gelen samuraylar, 1876’da lağv edilmişler. Ancak, İkinci Dünya Savaşında kamikaze ihtihar pilotlarının ilham kaynakları olarak hizmet verenler yine onlar. Japon halkı, kamikazelerin ülkeyi korumak için tanrılar tarafından gönderildiklerine inanmış. Savaştan sonra yeni bir samuray tipi ortaya çıkmış: “modernleşme ve endüstrileşme” savaşçıları. “Zaibatsu” dedikleri devasa şirketler, aile gibi örgütlenmiş. Samurayların geleneksel sadakatları bu defa şirketlerine ve yöneticilerine yönelmiş. Adaletsizlik ve hile, şirketin ve çalışanlarının utancı olmuş. Yanında çalıştırdığı mimarın malzeme çaldığı anlaşılan inşaat şirketi patronunun intihar ettiğini biliyoruz.(10) Günümüzde “Ticaret savaştır”(11) diyorlar ve samuray değerlerini yüceltmeye devam ediyorlar: ülkeye saygı ve sadakat, aileye bağlılık. “Çağdaş” değerlere uymuyor, buna karşın Japonlar, derin saygı uyandırırlar, uyandırmalıdırlar. Yüce davranışların sorgulanmaya izin vermeyen bir tarafları olduğunu teslim etmek gerekir.
(1) Erzurumluluk tanımı: “Haysiyetliliktir, erdemliliktir. Cesarettir, mertliktir; samimiyettir, sadakattir, vefadır; mükemmel ahlâktır; tükenmez bir sevgi ve kârsız bir saygıdır. Erzurumlu, olay ve fikirleri araştırır; insanların ayıplarını asla araştırmaz. Erzurumlu, söylenene bakar, satır aralarının peşinde olmaz. Merttir ama patavatsız değildir. Cömerttir ama müsrif değildir. Yüreklidir ama saldırgan değildir. Samimidir ama ahmak ve aptal değildir. İnançlıdır ama yobaz değildir. Hasılı Erzurumluluk, Hazreti Kur’anı’n eşrefi mahlûkat olarak tarif ettiği insan olmaktır.”
(2) “Kurtlar Vadisi” Alev Alatlı, ZAMAN
(3) bkz., Galile Etkisi, AA, ZAMAN
(4) “Kurtlar Vadisi” Alev Alatlı, ZAMAN
(5) aynı yazı
(6) aynı yazı
(7) okunuşu, “el hinete”
(8) Nippon Steel Human Resources Development Co., Ltd. Nippon: The Land and Its People. Japan: Nippon Steel Human Resources Development Co., Ltd. 1988
(9)Nitobe, Inazo Bushido:The Soul of Japan. Tokyo, Japan: Charles E. Tuttle Co., Inc. 1969
(10)14 Aralık 2005
(11)“Business is war.”