Schrödinger’in Kedisi

Gülcan Tezcan Söyleşisi  /   Yeni Şafak  

GT: Romanın genel havası oldukça karamsar. Tıpkı yaşadığımız yak da yaşamak zorunda bırakıldığımız hayat gibi. Ancak Kabus bir umut ışığı ile bitiyor. Roman kahramanı İmre Kadizade’yi kurtaranlar, “Senin bugüne kadar yaptığın hamamı sabit tutup tellakları böyle hamam değiştirmekti. Bundan değişecek!” diyorlar ve Malazgirt’ten bu yana ilk kez topun ayağımıza geldiğini söylüyorlar. Nedir sizi bu kadar umutlandıran?

Beni umutlandıran önümüzdeki yüzyılda dünyayı etkisi altına alacak “İkinci Aydınlanma” ve bu  akımının “Birinci Aydınlanma”yı yadırgayan, içine bir türlü sindiremeyen  Türk insanına çok daha yakın geleceğini düşünüyor olmam.    “Tellaklar değil hamam değişecek” derken, radikal bir düşünce devrimine işaret ediyorum. “İkinci Aydınlanma”yı anlamak için birincisinin ne olduğunu hatırlamamız lazım.  Aydınlanma Çağı diye bildiğimiz döneme kadar dünya ve kainat ya vahiy ya da usavurumla tarif ve izah edilirdi.  Sonra Kopernik, Kepler, Galile ve Newton’un başkişileri olduğu akım, dünya ve kainat tanımlarını “klasik fizik”in bulguları doğrultusunda değiştirdi.  Dinsel tarifleri reddeden açıklamalar getirdi. 

Eski Yunan’in düşüncesini arkasına alan klasik fiziğin tanımladığı evren ve dünya, belli kurallara göre işleyen, “deterministik,” yani  başı sonu belli olan bir sistemdi. Açık, kesin bir sistem.  Kainatı oluşturan parçacıklar belirli fizik kurallarına göre hareket ederlerdi. Birbirleriyle olan ilişkileri de nedensellik çerçevesindeydi.  Bu kuralları keşfedersek, bizi sistemin nasıl işlediğini kesin olarak öğrenmekten alıkoyacak hiçbir şey yoktu.  Belirsiz olan, bulanık olan, ortada olan hiçbir şey yoktu.  Klasik fiziğin dünyası bir ya-ya da dünyasıydı.  Siyah-beyaz bir dünyaydı.  Bir şey,  ya doğruydu, ya da yanlış.  “Hem doğru hem de yanlış” olamazdı, çünkü  “doğru” tekti  .  Günümüze hakim olan “mekanize” dünya görüşünü klasik fiziğe borçluyuz.  Klasik fizik, tüm bilimleri, sanatı, edebiyatı etkiledi. Örneğin, Newton’un  bireysel atomlardan oluşan kainat fikri, ekonomide Adam Smith’in münferit  girişimcilerden oluşan, çıkarlarını kovalayan  kapitalist/liberal  anlayışının mesnedini teşkil eder.   Münferit atomların birbirleriyle ilişkisi ekonomide bireylerin ilişkisi şeklini alır. Her ikisinde de yapılan iş aynidir: sistemi mümkün olan en küçük parçasına indirmek ve bu parçacıkların davranışına bakarak,  bütünün geleceğine dair karar vermek, tahmin yürütmek.   Buna karşın,  sembolü  “Schrödinger’in Kedisi” olan günümüz fiziği, “Yeni Fizik,” bambaşka bir dünya ve kainat görüşüne işaret ediyor. Yeni fizik, ya da kuantum fiziği,   bize doğrunun tek olmadığını,  dünya ve kainatın Aristo’nun ve onu izleyenlerin önerdikleri  gibi siyah-beyaz olmadığını kanıtladı. Yeni fizik bütüncül, yani “holistic” yani “tevhididir.”  Bu bağlamda, tasavvufun ve tasavvufun babasi Buda’nin peşinden gider, Aristo’nun değil.  Schrödinger’in kedisi, aynı zamanda ölü ve diri olmak gibi bir kuantum realitesini temsil eder.  Kuantum fiziği  gelecek yüzyıldan itibaren insanın kendisine, kendi bedenine, topluma, kainatı oluşturan canlı cansız tüm varlıklara hatta canlılık ve ölülük durumlarına bakışını değiştirecek. Radikal bir biçimde değiştirecek. 2020’lerin Türkiyesi bu devrimden kaçınılmaz olarak etkilenecektir. Ama bu mutluluk verici bir etkilenme olacak, çünkü bizim .

GT:Kabus, 2020’lerden 1990’lı yılların Türkiye’sine bakıyor. Roman, kahramanları İmre Kadizade ve yeğeni Devrim Kuran’i çözümlemek suretiyle eski Türkiye’nin ruh haline açıklık getirmeye çalışıyor. İmre Kadizade, nihilizme saplanmış Devrim’in kendisine yeni bir dünya kurmasını engellemek suretiyle intiharına yardımcı olmakla suçlanıyor. Kadizade’ye göre Devrim’i ve onun kuşağını nihilizme iten neydi?

Dikkatli bir okur,  teyze ile yeğenin yaşamlarının aynı eksende sürdüğünü fark edecektir.  İmre Kadizade’nin sürgit değişen dünya ve kainat açıklamalarının neden olduğu bezginliği,  Devrim’de yankılanır.   Devrim, birbirine dışlayan,  birbirine ters düşen mesajlar karşısında bunalır. Kimsenin bir şey bilmediği sonucuna varır ki, bu hiççilikle sonuçlanacak olan bir boşluktur.

GT:Kabus’ta kurguladığınız Yüce Pir’in liderliğindeki kutsal koalisyon, aslında hiç de yabancısı olduğumuz bir şey değil. … Kimdir Yüce Pir? Adeta bir tarikat gibi kurduğu Kutsal Koalisyon sistemiyle önümüzdeki yüzyilda dünyanın tek hakim olması mümkün müdür?  Dünya, Yüce Pir’in hakimiyetinden kurtulmak için ne yapmalı?

Kitapta Yüce Pir  ABD’yi işaret ediyor. Önümüzdeki yüzyılı bırakın, daha şimdiden dünyanın tek hakimi.  Müzikten, yemeğe, yemekten giyime kadar hemen her şeyi dikte ediyor. Ne ki, bu defa dikte silahla zorla değil, ikna suretiyle  –  evrensel medya aracılığıyla.  Son sorunuza gelince, gelin bu çok uzun bir sipariş!  Bir gazete söyleşisinde olacak gibi değil.  Yine de ikinci cilt “Rüya”yı okumanızda yarar var derim.

GT:Bundan önceki nehir roman serinizde de Türkiye’ye ilişkin teşhis ve tespitleriniz dikkat çekmişti. Or’da Kimse Var mi? dan Kabus’u yazdığınız sürece kadar Türkiye’de değişen bir şey oldu mu size göre?

Schrödinger’in Kedisi ile Or’da Kimse var mi? dörtlüsünde  zaman iç içedir dikkat ederseniz. O bakımdan değişen bir şey varsa, kitaptadır.

 GT: Romanınızda 2000 yılına girilirken Türkiye’nin Anadolu Devletçikleri Hareketi sonucunda parçalanması anlatılıyor. Bu parçalanmada en büyük etken olarak da ekonomide, bürokraside, siyasette, medyada hatta sanatta var olan büyük aileler şeklindeki örgütlenmeleri gösteriyorsunuz. Peki, eski Türkiye’de neden böyle büyük ailelere  ihtiyaç duyuluyor?

Romanınızda 2000 yılına girilirken Türkiye’nin Anadolu Devletçikleri Hareketi sonucunda parçalanması anlatılıyor. Bu parçalanmada en büyük etken olarak da ekonomide, bürokraside, siyasette, medyada hatta sanatta var olan büyük aileler şeklindeki örgütlenmeleri gösteriyorsunuz. Peki, eski Türkiye’de neden böyle büyük ailelere  ihtiyaç duyuluyor?

GT: Türk insanını hızla ilkelleştiren bu  yapay afazinin Türkiye’yi dışarıdan yönetmek isteyenlerin uyguladığı bir psikolojik savaş taktiği olduğu söylenebilir mi?

Romandaki ONARIMCILAR öyle iddia ediyorlar!  Ama sizi uyarmalıyım, bu bir roman – siyaset bilimi kitabi değil.  O nedenle de diyorum: “Parmağıma değil, gösterdiğine bakın.”

GT: Günümüz müslümanlarına ilişkin de ciddi eleştirileriniz var. Sözgelimi Kadizade “Müslümanları kurtarmak için Allah’tan umudu kesip paradan medet umuluyorsa, bu şirktir” diyor bir yerde.

Önce hemen söyleyeyim: kitap karakterlerinin vazedilen düşünce ya da sözlerini “yazar”in konu hakkındakı nihai düşünceleri olarak almaktan vazgeçmelisiniz. Bunu söyleyen İmre Kadizade, ille de Alev Alatlı’nın fikirlerini yansıtmıyor.  İmre Kadizade, İslami söylemle yapılan ticari faaliyeti yadırgayan birisi.  Allah’in herhangi bir finans kuruluşunun, örneğin, “murakibi” gibi sunulmasına isyan ediyor. Kitapta isyan etmeyen, hatta alkışlayan karakterlerin olduğunu da belirtmelisiniz: örneğin, Salih Hoca, örneğin Devrim’in kardeşi Toprak.   Onlar teyzeleriyle ayni fikirde değiller.

GT: Ama bir yandan da İslam’a bir misyon yüklüyorsunuz gelecekte..”Bilim Allah’ı yaşadığımız alemin dışına sürmüş, hükmünü başka alemlerde sürmeye zorlamış gibi duruyordu.  Hal buyken, İslam alimlerinden beklediğim ‘Gerçek nedir?’ sorusunun cevabıydı, iktisadi kalkınma programı değil! Evrenin nereden geldiğinin açıklanmasıydı, ‘leasing’in neden mübah olduğunun değil! Maddesel dünyanın bir anlam taşıyıp taşımadığını bilmek istiyordum ve neden hiçbir şeyin olmayıp da bir şeyin var olduğunu!” diyor kahramanımız.

Evet, kitabın başkişisi böylesi kaygılar taşıyor.  İslam’a yüklenilen misyona gelince, bence bu kitaplı dinlerin tümüne yüklenen bir misyon. Dinler, bilimi kendi aynalarında yansıtabilmelidirler.  Bu sorun da yadırganacak bir taraf da yok, en az Gazali’den bu yana zaten gündemdedir.

GT: Saçaklılık ve ödün kütü, hiçbir şeyin net olmaması ve yaklaşık olarak kalması düşüncesi kitapta sik sik karşımıza çıkıyor. Saçaklılık bire için olumlanırken, ideolojiler için tehlikeli bulunuyor. Bu bir çelişki değil mi?

Hayır, değil.  Fuzzy düşünce, saçaklılık,  bireyin gerçekliğidir.  Doğanın, kainatın, fen  bilimlerinin gerçekliğidir.  Oysa, ideoloji adi üstünde ideallerin, düşüncenin mahsülüdür.   Doğal bir gerçekliği ifade etmez.  Kadizade söylüyor zaten, moleküler düzeyde ideoloji yoktur.  İdeoloji bir soyutlama olarak kendi kurallarına sadık kalmak zorundadır.  Bu bakımdan, saçaklı ideoloji ideoloji olmaktan çıkar. 

GT: Çok zaman “yazar” saçaklı düşünce adini verdiği “fuzzy” mantıktan yana.  Siz olası Yüce Pir faşizmini engellemek için “fuzzy” mantığa  sarılmayı mi öneriyorsunuz?

“Fuzzy” ya da çokdeğişkenli mantık artIk bir vakia.  “Yazar”in ondan yana olmaktan başka bir çaresi yok!  Bakin, Kuantum fizikçisi Erwin Schrödinger’in deneyinde simgeleşen Doğrunun “tek” olduğu düşüncesi  klasik fiziğin dayatmasıdır.  “Aydınlanma Çağını” klasik fiziğe borçluyuz. Günümüze hakim olan “mekanize” dünya görüşünü klasik fiziğe borçluyuz.  Klasik fizik, tüm bilimleri, sanatı, edebiyatı etkiledi. Örneğin, Newton’un  bireysel atomlardan oluşan kainat fikri, ekonomide Adam Smith’in münferit  girişimcilerden oluşan, çıkarlarını kovalayan  kapitalist/liberal  anlayışının mesnedini teşkil eder.   Münferit atomların birbirleriyle ilişkisi ekonomide bireylerin ilişkisi şeklini alır. Her ikisinde de yapılan iş aynidir: sistemi mümkün olan en küçük parçasına indirmek ve bu parçacıkların davranışına bakarak,  bütünün geleceğine dair karar vermek, tahmin yürütmek. Dediğim gibi,  “yeni fizik” yazarın “seçimi” değil, dünyanın gidişatı.  Yüce Pir’in faşizmin engellenmesine gelince – açıkcası, bu saatten sonra bunu mümkün görmüyorum.  Dünya, kainatın pis çocuğu olacak ve kıyamete kadar böyle devam edecek.