Schrödingerin Kedisi Bilimkurgu Mu?

 1999  /  Hüseyin Sorgun Söyleşisi  

HS: Türkiye’nin bugünkü sorunsalına bir bakış için 2020’li yıllara uzanmanın ne gibi bir pratik faydası oldu?

Öncelikle,  Türkiye’nin meselelerinin “bugün”e ait  olduğu teşhisine katılmıyorum.  Her birisinin uzun bir geçmişi olduğu gibi,  geleceğe  taşınması da var. Geleceğe taşınması bence daha da önemli çünkü gelecek bu  meseleleri ağırlaştıracak ya da en azından yönünü değiştirecek yeni gelişmeler vadediyor.  Meselelerimizi geniş bir zaman perspektifi içinde ele almanın günlük tedbirleri aşan bir yani var. 2020’li yıllara uzanmanın pratik bir faydası varsa, budur.

HS: Kitabın içerisinde de “Schrödinger’in Kedisi”nin bir bilimkurgu olmadığını ifade ediyorsunuz. Bilimkurguda olması gereken, geleceğin kurgulanması gerekliliğinden çok, sizin romanınızda bugünün formatının sorgulanması var. Bu anlamda kitabınızı hangi konumda görüyorsunuz?

Bilimkurgu kitaplarının bir özelliği, gelecekte yaşayan karakterlerinin kitabın yazıldığı dönemlere ilişkin hafızalarının olmamasıdır.  Asimov’dan, Ursula LeQuin’e kadar,  belli başlı yazarların hemen hepsi  karakterlerini  hayal ettikleri yeni dünyalara  “sıçratmak” yolunu seçmişlerdir.  Ama tarih sıçramaz, hafıza da sıçramaz.  “Kabus”un ana karakterinin önemi – ve tertiplemedeki zorluk!-  1950-2035 yılları arasında yaşayan Orta Anadolu kökenli bir kadinin yeni gelişmeler karşısında zihinsel cenklerini hikaye etmesidir.  Bu bağlamda, alışılageldik bilimkurgu değil, bilimi temel alan kurgudur.

HS: İkibinli yıllara ramak kala, 2020’li yıllar çok yakın görünüyor. Daha ileri bir tarihe konuşmak varken neden bu tarihte karar kildiniz? Bu kısa sürede bu denli köklü bir değişimin olabilmesi bir öngörü mü?

1970’den baktığımızda, 1990 da çok yakın görünüyordu. Buna karşın ‘değişim’ akıl almaz boyutlarda oldu.  Bundan böyle daha da hızlı olacak. Göz açıp kapayıncaya kadar kendimizi filmlerde gördüğümüz bir dünyada bulacağız-  değerleri, kurumları, inançları hemen tümüyle değişmiş bir dünyada.

HS: Kitabın gerçekliği çerçevesinde, ülkelerin maddi sınırlarının kaybolduğu bir tarihte, sizin kurguladığınız üst yapı kendi içinde bir ritüeli de barındırıyor. Bugünkü Türkiye gerçeğinden hareketle düşünürsek, bu ritüel yapının içinde Türkiye’den neler var?

Bir kere ülkelerin maddi sınırlarının  kaybolduğu düşüncesinin doğru olmadığını düşünüyorum.  Pasaport işlemlerinin kolaylaşmış olması maddi sınırların kaybolduğu  anlamına gelmiyor – sadece polis teşkilatının farklı yöntemlerle çalıştığını söylüyor. Öte yandan “maddiyat” benim “KOALİSYON” dediğim Yeni Dünya Düzeni’nin bir numaralı değeri olmaya devam ediyor.  Sermaye Yeni Dünya Düzeni hiyerarşisinde bizzat devlet tarafından korunmaya devam ediyor.  Bu bağlamda “serbest piyasa ekonomisi” bile bir hayal.  Sizin bahsettiğiniz “ritüel” postmodern-faşizmin iddamesini sağlayan kurallar bütünü.  Türkiye,  bu yapılanmanın bir parçası olmaya “talip.”  Kendisini gassalin elinde bir ceset gibi teslim etmeye talip.  “KOALİSYON”un dışında kaldığı taktirde, dünyanın “kurtulunması” gereken ülkelerinden bir tanesi olacağının bilincinde çünkü. Kirk ktir mi, kirk satir mi türünden bir açmaz yani.

HS: Otuz yıl gibi bir süre önden bugüne baktığınızda Türkiye’nin önündeki engelleri sıralarsanız, öncellikli maddeleriniz neler olurdu? Bugünkü Türkiye’ye ilişkin cesur tesbitleriniz var. Örneğin, Afazi hastalığı gibi. Bu ciddi sorunların halli için bir aydın olarak önerileriniz neler?  Kitaptan bağımsız olarak soruyorum, size göre günümüz Türkiye’si olmak ya da olmamak gibi bir bıçak sırtı konumda mi görünüyor?

Öneriler değil ama beyin-fırtınası olarak düşünülebildiklerimi “ONARIMCILAR” anlatıyorlar – ikinci ciltte, “Rüya”da. Korkarım onu beklemeniz gerekecek. Türkiye’nin bıçak sırtında olup olmadığına gelince:  Türkiye’yi “Schrödinger’in Kedisi”ne benzettiğimi biliyorsunuz. Aynı zamanda hem ölü hem de diri olan kuantum kedisi yani. İki durumdan birisine yerleşebilmesi bizim gözlemde kullandığımız dedektöre bağlı

HS: Bu konum içerisinde İmre Kadizade’yi hangi konuma oturtuyorsunuz?  Ben Kadizade’de sizin izlerinizi de merak ediyorum

İmre Kadizade, romanin baş kişisi olarak 1950-2035 yillarinda yaşiyan bir kadin.  Onun kişiliğinde bu topraklarin insaninin zihinsel/psikolojik serüvenini izliyoruz. Benim kişisel izlerime gelince, karekteri yaratan benim.  Onu, Deli Generali ve diğerlerini. Elbette benden izler taşiyorlar – her biri.