2 Şubat 2024’te vefat eden Alev Alatlı‘nın “Or’da Kimse Var Mı?” kitabı, 5 kitaplık roman dizisinin üst başlığı olarak en çok bilinen eserlerinden biri.
İlki 1992’de yayımlanan “Viva La Muerte / Yaşasın Ölüm” ile başlayan roman dizisi sırasıyla “Nuke Türkiye”, “Valla Kurda Yedirdin Beni”, “O.K. Musti Türkiye Tamamdır” ve en son 2013’te “Beyaz Türkler Küstüler” ile son bulur.
Günay Rodoplu ismindeki aydın bir karakter üzerinden Türkiye’nin yabancılaşmasını; didaktik bir tarzla, roman tadında, sarsıcı ve dopdolu bir şekilde betimler.
Kültürel yabancılaşmanın ölümcül yönünü tarih, sosyoloji, psikoloji, ideoloji ve edebiyatın verileriyle dokurken, “Or’da”, yani bu topraklarda ya da buraya ait birinin olup olmadığını sorar aslında.
Bu sorgusuyla, bu topraklara ait biri olmanın gerekliliğine ve önemine dikkat çeker ki, muhtemelen kendisini de burada, bu topraklarda yani kitaba üst başlık olan “Or’da olmayı” tercih eden bir aydın olmakla dolaylı da olsa mimler.
Alev Alatlı’nın bu eserinden 2019 yılında yayımlanan son eseri olan “Fesüphanallah”a kadar geçen düşünce serüveni boyunca buradan yani Türkiye’den; hayatı, dünyayı, olguları, siyaseti, toplumu, edebiyatı ve ekonomiyi okumanın olmazsa olmazlığına olan inancı neredeyse tamdır.
Bu inancı Alatlı’yı “Or’da”, yani bu topraklara ait olmaklığa kopmaz bir kulpla bağlar.
Ölümünden önce hastanede ziyaretine gelen Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya “Bu toprakları daha çok sevdirmeliyiz” derken, kastettiği tam da bu idi.
Fotoğraf: AA
Düşüncede katmanlılık
Geleceğin ve Türkiye’nin inşasını, Batı’da ve çağdaşlaşmada değil, bu topraklardan yola çıkarak kurulacağına Tokyo ve Amerika dönüşünden sonra daha çok anlamış olmalı ki, “Or’da” birilerinin olup olmadığını hep sordu, aradı, araştırdı, yazdı ve anlattı Alev Alatlı.
Bu yönü, milliyetçi ve sağcı nitelendirilmesiyle, söylediklerinin görülmesini perdeledi bir süreliğine ama bu Alatlı’yı “Dünya ve Türkiye nöbeti”ni tutmaktan da alıkoymadı.
Alatlı’yı YAZKO isimli yazarlar Kooperatifi’nde başkan yardımcısı olması ve Cumhuriyet gazetesinde çalıştığı dönemlerden olsa gerek, ölümünden önce ve sonrasında sol, laik ve Atatürkçü yazar ve edebiyatçılar eleştirip durdu uzunca bir zaman.
Siyasal iktidar karşısında aldığı tutum üzerinden söylemlerine, içeriğine, Türkiye ve dünya sistemine dair yaptığı analizler hep salvolarla perdelendi, görünmez kılındı.
Gerçi yıllar önce kendisi bu durumu, ilk eseri olan “Aydın Despotizmi”nde vulgar bir şekilde eleştirerek aslında anlatmıştı.
Türkiye’deki kimi aydınların; baskıcı, üstenci ve tekelleşmenin getirdiği cezbe halinin etkisiyle, nobranlığa dönüşen bakış ve tutumlarını, dönemin sol popüler kalemi Yalçın Küçük üzerinden betimlemişti.
Betimlemeleri, yazmaları, anlatımları ve okumaları hayatı boyunca en çok yaptığı ve en çok da keyif aldığı bir durumdu.
Bir söyleşisinde “İnsanın bu gezegendeki serüvenini anlamaya çalışmanın büyük bir keyif olduğunu, bu heyecandan yıllar boyu hiç vazgeçmediğini” mimliyordu.
Bu, Alatlı’yı sürekli düşünce, felsefe, medeniyet, ilahiyat, bilim, din, toplum ve dünya sistemi gibi makro ve kallavi meseleler üzerinde kafa yormaya itti.
Hiçbir zaman sathi, arızi, öylesine, kendiliğinden, yüzeysel, katmansız konulara ilgi duymadı, eğilmedi.
Asıl olana, arkaplana, derine, olgu ve kavramların künhüne ermeye dönük çabası ile hem entelektüeldi hem de münevverdi denilebilir.
Polemiklere yüz vermedi, günlük aktüel konulara eğilmesi bile süreçleri okuma ve arka planı gün yüzüne çıkarmaya dönük fikri ameliye çabasındandı.
Şahsiyetinin bu yönü, karakteristik yönüne dair bir hususu bize ön plana çıkarıyordu.
Alatlı için söylenecek ayırt edici vasfı; felsefiyat, fikriyat ve ilahiyat eksenli bir zihni okumaya sahip olmasıydı.
Fotoğraf: AA
Olay ve olguları, kavram ve süreçleri, katmanlı ele alan tarzı, göğe yükselen bir kartalın yeryüzüne bakışı gibi makro tarzlı okuması Alatlı’yı entelektüel kılıyordu.
Münevver kılan tarafı ise, olay ve olguları, kavram ve süreçleri Türkiye merkezli okumasındandı.
Her okuma gibi bu okuma poetikasının da artıları ve eksileri söz konusu idi.
Alatlı bu poetikasını, Amerika dönüşünden beri hep sürdürdü. Bu yüzden sürekli “Yazarak topluma borcumu ödüyorum” çıkışında bulunması boşuna değildi.
Türkiye ve Dünya Nöbetini tutarken de bu ülkeye olan borcunu, onun ifadesiyle “zekâtını ödemek” istiyordu.
2 ciltlik “Bize Yön Veren Metinler” ile 4 ciltlik “Batı’ya Yön Veren Metinler” eseri bu borcun bir tür ödemesiydi.
Türkiye merkezli okuma
Alatlı’nın karakteristik iki yönü olan; düşüncede katmanlılık ve Türkiye merkezli okuma ameliyesini, hemen hemen tüm eserlerinde görmek mümkün.
Organik aydın ile inorganik aydın arasındaki fark, bariz bir şekilde Alatlı’nın kişilik ve düşünce dünyasında görülebiliyordu.
Buradaki organiklik; ırkçılık ve milliyetçilikten ziyade, yaşadığı toprakların kadim değerleriyle hemhallik, içiçelik, temaslılık, aidiyetlik yani buradalılık.
32 yıl önce sorduğu “Or’da Kimse Var Mı?” sorusu, aslında “burada olmalıyız, buralı olmalıyız” demesinden başka bir şey değildi.
Dünya sistemine, olgu ve olaylara bir entelektüel ve münevverin Rusya merkezli, Türkiye merkezli, Brüksel merkezli veya Washington merkezli bakmasının hiç şüphesiz defolu ve gedikleri tarafları yok değildi.
Fotoğraf: AA
Bir kere Avrupa-merkezcilik gibi Türkiye-merkezcilik, Avrasya-merkezcilik veya Atlantik-merkezcilik bakmanın, şekillendirme ve tayin etme gibi insan ve toplum doğasına aykırı müdahale biçimlerini beraberinde getirdiği vakidir.
Alatlı’nın karakteristik yönü olan, Türkiye merkezli okuma ve anlamlandırma pozisyonu, yer yer komploya ve milliyetçiliğe taşınsa da bu taşıma; otoriter bir vasfı içermemekte idi.
Teşbihte hata olmasın diye bu durumu Banu Avar’ın batı karşıtı yönünün ulusalcı ve Kemalist damarı ile somutlaştırmak mümkün olsa gerek.
Ulusalcı ve Kemalist duruş, beraberinde otoriterliği ve komploculuğu sıklıkla bünyesinde taşırken, Alatlı’da Müslümanlık ve Türklük daha baskın olduğu için, otoriterlik açısından daha bir gevşeklik söz konusu idi.
Gevşek otoriterlik gibi görünen kısmı belki de değerlerinin ve davasının başka topraklara ve dünyalara teşmil kılmasından başka bir şey değildi.
Çünkü kendisi, bireysel değil siyasal ve toplumsaldı. Alatlı’nın şu sözü bunun göstergesidir:
Bu dünyaya Amerika’nın şedit dünya görüşü değil de Osmanlı’nın adaleti önceleyen muti dünya görüşü hâkim olsaydı, gezegen bu hale gelmezdi.
Alatlı burada; güzelliğin, iyiliğin, adaletin, barışın, kardeşliğin ve ahlâkın diğer topraklara tohum misali atılması, yayılmasını şeditle, kılıçla, topla, tüfekle, parayla, güçle, işgalle, sömürüyle değil, tabiri caizse “yumuşak güç”le yayılmasından yana tavır koyuyordu.
“Hollywood’u Kapattığım Gün”, “Aydınlanma Değil, Merhamet”, “Hatırla Geçmişin Geleceğindir”, “Schrödinger’in Kedisi” isimleri eserleri ve buralarda dikkate sunduğu perspektif, 1992’de seri halde yayımladığı “Or’da Kimse Var Mı” dizisindeki kültürel yabancılaşmayı eleştiren bakışından hem farksız hem de şeditsiz idi.
Yani tutarlılığı; yazmaya ve yalnızlığa çekildiği 80’li yılların ortalarından itibaren hep aynı idi.
Cumhuriyet gazetesinde çalıştığı dönem ile YAZKO isimli sol eğilimli bir kooperatifte başkan yardımcısı olduğu dönemde iken de Alatlı bu vasfıyla tebarüz idi.
Mesela 1987’de “Filistin Davası” isimli bir panele Cumhuriyet gazetesi adına gittiğinde konuşmasına “Selamun Aleykum” diye başlamış ve ortamda gülüşmelere yol açmıştı.
Gülüşmeler bir yere kadar tabi ama bir yere kadar da Alatlı’nın Günay Rodoplu karakteri üzerinden betimlediği yabancılaşmanın bir tür dışavurumundan başka bir şey değildi.
Fotoğraf: AA
Buralı olmak, bu toprakların kokusu ve rengi üzerinden dünyayı ve hayatı okumaktı Alatlı’nın ömrü boyunca yapmaya çalıştığı.
Buralı olmaklığın göstergesi de Alatlı’nın ifade ediş tarzıyla “Müslümanlığı, bile isteyerek seçtim“, demesine götürüyordu kendisini.
Sanırım Kemalist, sol ve laik yazar ve edebiyatçıların da açıkça söylemediği ama dolaylı da olsa rahatsızlık hissettikleri, Alatlı’nın bu yönüydü.
Çünkü Alatlı, farklı bakıyordu.
“Hayır Diyebilmeli İnsan”, “Ben Böyle Düşünüyorum Demekle Olmuyor” ve “Aklın Yolu da Bir Değildir” eserlerinde Alatlı, bize başka açıdan bakabilmeyi salık verirken, nasıl farklı düşünebileceğimizi ve nasıl bir muhakeme yolunu tutturmamız gerektiğini de okurlarına mimliyordu.
Çünkü kurtuluşun yolunun, var ola gelen düşünme tarzından kurtulmamız gerektiğini ısrarla dile getiriyordu.
Bu önemseme Alatlı’yı hem “Aydın Despotizmi” kulvarına sokmuyordu hem kendi olmaklığa itiyordu hem de buralı olmaya yani Türkiye Sevgisi, tutkusu ile bakmaya yöneltti yıllarca kendisini.
Bu yüzden “Or’da biri” vardı.
Orada olan birilerden biri 79 yaşında tasını-tarağını toplayıp, göç etti bu fani dünyadan.
“Kadere Karşı Koy A.Ş” kitabından farklı olarak, kaderine muti bir şekilde.
Bu ülkeye “Beyaz bir Türk” olarak küsmeden.
Vasiyetinde geçtiği gibi;
…hakîm, fehîm, müstakîm, emîn, mekîn ve metîn olarak.