İstanbul! Kalbim Acıyor!

Ve korkuyorum! Korku, “yaşam biçimimi değiştirmeye” geldiklerini tebliğ eden birilerinin tam sayfa reklâmlarıyla başladı. Ardından, Amerikan İngilizcesi konuşan spikerin Irak savaşını anlatan bir CNN International muhabirinin otoriter, dilerseniz, çok bilmiş edasıyla, tekrarladığı cümle: “Yaşam biçiminizi değiştirmeye geliyoruz.” Allahallah!? Ardından, 11 Eylûl kulelerini anımsatan aynalı, paslanmaz çelikli iki rüküş kule! Yetmezmiş gibi, bir de yüreğime saplanan bir vida misali bükülmekteler! Sonra da “Dubai bilmemne Properties!” Tüylerim diken diken! Çünkü, kendi adıma hani dünyada bırakın yaşamayı ziyaret ederken bile görülmekten utanacağım bir yer varsa o da Dubai! (İkinci bir utancım da herhalde elimde hamburger, Kâbe’yi beş yıldızlı bir otel odasının bilmem kaçıncı katının penceresinden seyretmek olurdu!)

Sermayenin dini imanı olmaz, doğrudur. Şeyh Muhammed Bin Raşid El Maktum efendi ile George Soros’un sermayesi arasında niteliksel bir fark olmadığı da doğrudur. Şu şerhle ki, Şeyh’e “din kardeşi” demek adet olmuş ve Ramazan yoksulluğun farkındalığını çoğaltan, arsız tüketime duyarlılığı büsbütün kamçılayan bir ay. İnsan, George Soros’tan değil ama din kardeşi olarak belletildiği insanlardan benzer duyarlılığı ister istemez bekliyor. Görmediğinde içini saran ihanete uğramışlık duygusu anlatılır gibi değil!

Oturduğu yerden Birleşik Arap Emirliklerinden (nasıl oluyorsa) “payına düşen” yılda 2,5 milyar dolar petrol geliriyle dünyanın en zengin on “kralı” arasında yer alan (ki Forbes dergisinin yalancısıyım) Şeyh’in bol bulduğu anlaşılan yağı nasıl kullanacağı elbette kendi bileceği iştir. Dilerse ülkesini üretiminde en ufak bir katkıda bulunmadığı abur cubur elektronik eşya, “marka” çul-çaputla doldurup, su üstünde en az Las Vegas kadar rüküş bir şehir “yaratabilir.” Bu şehre dünyanın her yerinden bir o kadar arsız ve görgüsüz tüketici de çekebilir. Tornavida tutmaktan aciz konuklarını “akıllı” yani enerji düşmanı (bu arada, bizim elektrik üretimimiz ne durumda? nicedir konuşulmuyor!) binalarda ağırlayabilir, Rolls Roys limuzin filosuyla övünebilir. Ne var yani, benzer arsızlığı Başkan Putin’in sarayının üstünden özel jet filosuyla uçan Rusya özelleştirmesinin büyük gaspçısı Horodorovskî de sergilemekten utanmamıştı. Dediğim gibi, bunlar kendisinin ve necip Dubai yurttaşlarının ve misafirlerinin bileceği işlerdir.

Öte yandan ağaların ellerinin tutulmayacağını da biliriz. Kaldı ki, Yeni Dünya Düzeni’nde Şeyh El Maktum’un gönlünün istediği ülkeye istediği yatırımı yapmaya en az George Soros efendi kadar hakkı vardır. Üstelik “dost ve kardeş” İstanbul’a el atmakta geç bile kalmıştır. Mamafih, bu geç kalmışlık, komşuda pişen bize de düşer hesabı, Türkiye’nin AB müzakere sürecine girmiş olmasıyla yakından ilişkili olmalıdır ki, bunu da günümüz dünyasında olağan karşılamak gerekir. Peki, öyleyse bana ne oluyor?!

Bana olan şu: İstanbul’luyum. Bu olgunun bir telmihi, içmeye ayranı olmayan bir şehrin yerlisi olmanın utancını taşımak ise, ikincisi de Der Saadet’in muhteşem mirasıyla teselli bulmak, ben görmesem de bir gün bu muhteşem mirasın değerinin anlaşılacağı umuduyla yaşamaktır. Hal buyken, El Maktum, Soros ya da başka bir petrol ağasının bahçeme izinsiz dalıp, asla talep etmediğim, rüküşlüğü, tantanası, debdebesi ile Arap/Amerikan kırması bir “tower” dikmesine, ufkumu karartmasına asla ve katta razı değilim!

İstanbul’a başta gelir dağılımı dengesizliği olmak üzere, işsizlik, petro-dolar, kara-para, fuhuş, yozlaşma, züppeleşme, arsızlık, yabancılaşma, gösteriş çağrıştıran Singapur, Tayland, Dubai gibi şehirleri anımsatan en ufak bir müdahaleye razı değilim! Bu kulelerden göbeği küpeli ortaokul kaçkını kız çocuklarının, fraklı-papyonlu takımları ile “iftariyelik” servisi yapan garsonların, Burberry kareli türbanların, Hummer’lerin, “Aqua City,” “Kemer Country” gibi kendini bilmezliklerin, kapkaççıların, tinercilerin, travesti fahişelerin, sokak çocuklarının, çalıntı bir cep telefonu ve dökülen otomobilinden başka sermayesi olmayan lumpen proleteryanın işaret ettiği toplumsal yozlaşma ve kimliksizlikten korktuğum gibi korkuyorum! Yüzkarası Gökkafesi kaldıracak bir yiğit beklerken, başımıza sarıldığı anlaşılan “koloniyel” kuleler yüreğimi acıtıyor. Ve doğrusunu isterseniz isyan ettiriyor!!!

Bu aşamada belki de hiç olmadığı kadar ciddiye alınması gereken bir ayrışmaya sürüklendiğimize tüm yetkililerin dikkatini çekmek istiyorum. Bu ayrışmanın sermaye düşmanlığı, sermayenin kökeninin sorgulanması vb.vb. ile ilgisi yoktur. Bu ayrışmanın ülkemize davet ettiğimiz yabancı sermayenin nasıl ve kim tarafından istimal edileceği ile ilgisi vardır. 

Daha açık söylemek gerekiyorsa, Şeyh ya da Soros, yatırım yapacaklarsa parayı hesaba yatırırlar, o parayla İstanbul için ne yapılacağına örneğin bir Prof. Dr. Hüseyin Kaptan, bir Vefik Alp, bir Hilmi Şenalp, bir Ekinci gibi, yıllardır İstanbul için çırpınan şehir planlamacıları, korumacıları, mimarlar, restaratörler, tarihçiler karar verir! İstanbul, aklına esen yabancı yatırımcının aklına esen binayı aklına esen yere konduramayacağı kadar yerleşik, kişilikli bir şehirdir.

Burası ne bir çöldür, ne de bir dağbaşı! Projede ısrar edildiği taktirde, İstanbulluların beklenmedik bir geniş cephe oluşturarak karşı direnişe geçeceklerini söylemek kehanet olmasa gerekir. Öyleyse,

Sayın Topbaş, aman ha! Bize bunu yapmayın, efendim. Reel politik bağlamında dönemeyeceğiniz bir noktaya gelmiş durumdaysanız, referandum çağrımıza kulak verin, referanduma gidin. Sözünüzde duramamış olmanın kabahatini bizim üstümüze atın. Göreceksiniz, İstanbullular sizi bu sıkıntılı durumdan kurtaracaklardır. (Ekim, 2005)

2013 itibariyle, Dubai kulelerini aratmayan kuleler dikildi, İstanbul İstanbul değil artık. AA