Birkaç gün evvel Başkan Erdoğan, başta HAMAS siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye olmak üzere HAMAS’ın üst yönetimini Türkiye’ye davet etti.
Başkanlığın İstanbul Dolmabahçe’deki çalışma Ofisinde ağırlanan HAMAS yönetimi ile Erdoğan arasında Gazze’deki son durum ele alınırken, ayrıca basına kapalı görüşmeler de yapıldı.
Başkan Erdoğan görüşmede, Haniye’ye İsrail saldırısında şehit düşen çocukları ve torunları için başsağlığı dileklerini de iletti.
Erdoğan’ın, HAMAS kıyamını Kuvâ-yi Milliye’ye benzetmesi Haniye ve Gazzeli Mücahitler tarafından son derece memnuniyetle karşılanırken; İsrail, Batı ve özellikle Amerika’nın tepkisine sebep oldu.
Ancak bu konunun önümüzdeki ayın dokuzunda Joe Biden’ın davetlisi olarak Beyaz Saray’da gerçekleşecek Erdoğan-Biden görüşmesini etkileyip etkilemeyeceği henüz belli değil. Bununla birlikte Başkan Erdoğan’ın bu görüşme öncesinde ABD Başkanı Biden’a önemli bir mesaj verdiği de muhakkaktır.
Filistin mücadelesini anlamak istemeyenler için 1988 yılında, yani bundan 36 yıl önce, Kadın ve Aile Dergisi’nin 36. sayısında Alev Alatlı, “Filistin’in Esas Sorunu” başlıklı yazısında aşağıdaki cevabı vermiş.
Alatlı’nın bu yazısı, bugünkü HAMAS-İsrail savaşını 7 Ekim’de HAMAS’ın başlattığı şeklinde görenlere güçlü bir karşılık niteliğindedir.
Her ne kadar bugünkü olaylar 7 Ekim 2023’te başlatılmış olsa da neredeyse bir asra yakındır İsrail’in; Filistin halkına uyguladığı zulüm, işkence, işgal ve soykırımın neticesinde, bunun artık dayanılmaz olduğuna isyan niteliğindedir.
Yazıda bu gerçeğin de vurgulandığını görüyoruz. Ayrıca Alatlı’nın bu ilginç yazısında çok az bazı kısaltmalar yaptım.
İşte Alatlı’nın o yazısı:
“Avrupalı olmayan küçük bir halkın özelliklerinden bir tanesi de belgeler, tarihler, otobiyografiler, kayıtlar ve benzeri metinler bakımından zengin olmamasıdır.
Bu; Filistinliler için de böyledir, Amerikan Kızılderilileri için de Aztekler ve İnkalar için de.
Öte yandan ne kadar öznel olursa olsun, böylesi belgelere sahip halklar kendi gerçekliklerini, yaşadıkları hayatı, katlandıkları güçlükleri, emellerini dile getirme, yayma şansına sahiptirler.
Diğerleri böyle bir şansa sahip değildir.
Böyle olunca da dünya, örneğin bir Amerikan kovboyunun Vahşi Batı’yı fethederken çektiği zorlukları bilir ve insan olduğu için sempatiyle bakar ama bir Kızılderili’nin topraklarından sökülüp atılırken yaşadıklarını hissedemez.
Hissedilmediği gibi Kızılderili sanki bir kovboy kadar acı çekmemiş, çekmeye muktedir değilmiş izlenimine kapılır.
Filistinlilerin esas sorunu budur.
Yıllar yılı İsrail, İsrail tarihi, Yahudilerin uğradıkları tüyler ürpertici soykırım on binlerce defa anlatılır, insanların yüreğinde yer ederken Filistinliler; mülteciler ise, fanatikler ya da teröristler olarak tanıtılmasının dışında bilinmezler.
O kadar ki kendi ülkemizde bile bir Filistinli öğrenci öncelikle özel bir biçimde eğitilmiş bir terörist olarak vasıflandırılır, kuzey komşumuzla ve dolayısıyla karanlık birtakım faaliyetlerle özdeşleştirilir.
Burada en masumane televizyon dizilerinde dahi uyuşturucu, silah kaçakçısı, gözleri kan çanağı şeklinde gösterilen Arapların yer almasının, melun teröristler olarak gösterilmesinin ve parlak saçlı, küçük burunlu, terütaze Batılı, yani Amerikalı kadınları, kelimenin en hafif anlamıyla taciz etmelerinin rolü büyüktür.
Hollywood’da hâkim Yahudi sermayesi Filistinlileri, daha da genel anlamda Arapları üstünde durmaya bile değmez, aşağılık insanlar olarak konumlamak için hiçbir fırsatı kaçırmaz. (…)
Öte yandan Türkiye’de olduğu gibi dünyada da bir Ortadoğu haritasını çizebilecek insanların sayısı parmakla sayılacak kadar azdır.
İsrail nerededir? Lübnan nerede? Filistin toprakları nerededir? Gazze neresidir? Batı yakası nerededir? ‘Filistinliler kamplarda yaşarlar’ derken bahis konusu kamplar nasıl şeylerdir? Ürdün nasıl bir yerdir? Bilinmez. Bilinmediği gibi, bilinmek için gayret de gösterilmez.
Sonuç:
Nene Hatun’a abide dikecek kadar vefalı Türk Milletinin daha bir duyarlı olmasını beklemek hakkımız olsa gerekir.
Peki ne oldu da Türkiye kamuoyu bunca zamandır bunca duyarsız kalabildi?
Bunun bir nedeni haber kaynaklarında tümüyle Batı’ya bağımlı yayın organlarının aktardıkları bilgilerin sapkınlığı mıdır?
1967 İsrail-Arap savaşında son model İsrail tanklarının karşısında, köhne tanklarını terk etmek zorunda kalan Mısır askerlerinin çeliğe karşı yumrukla dövüşüp mağlup oldukları değil de İsrail’in galibiyeti yolundaki Batı yorumu aktarıldı.
Üstüste gelen bu yorumlar, Araplardan “ne köy ne de kasaba olacağı” sonucunu getirince, ‘topraklarını savunan’ İsrailliler görüntülerde yer etti.
Bir ikinci mesele, Filistin halkının bağımsızlık savaşını benimsediklerini ilan edenlerin siyasi yapılanmalarıdır.
12 Mart döneminde Filistin, solcu olduklarını söyleyen öğrencilerin bayrağı haline gelmişti.
Nitekim bu dönemde Filistin’e gidenler FKÖ’nün el-Fetih değil, Marksist-Leninist Demokratik Cephe kanadını yeğlemişlerdir.
Öte yandan Türkiye’deki siyasi faaliyetlerine bayraklık ettirilen Filistin, bu defa da geniş kitlelerin bir tür fantezi gibi baktıkları, yürekten hissedilmeyen bir yerel didişme şeklinde düşünülür olmuştur.
Burada, elbette Şii Emel örgütünden İran yanlısı Hizbullah’a kadar dini, dili bir kardeşlerine sahip çıkmakta kusurlu fraksiyonların da rolü büyüktür.
Oysa, Müslümanların zan altında hareket etmemeleri esastır.
Hele ki bu ‘zan’, siyasi çıkarların var güçleriyle yerleştirdikleri bir ‘zan’ ise.”
Rahmetli Alatlı’nın yazısı burada bitiyor.
Türkiye’nin; bir taraftan Gazze’ye insani yardımlarını sürdürürken, diğer taraftan HAMAS’ın üst düzey yönetimini İstanbul’da ağırlaması, Erdoğan’ın dışarıya olduğu kadar iç kamuoyuna karşı da güçlü bir mesajı olarak anlaşılmalıdır.
Bana sorarsanız Erdoğan’ın Özel ile görüşmesinin öncesinde, HAMAS’ı terörist olarak adlandıran Özgür Özel’e de önemli bir mesaj olarak görülmeli.
Zira, ister düz bir mantıkla bakın, isterse merhum Alev Alatlı gibi değerli bir entelektüelimizin bundan 36 yıl önceki bakış açısıyla bakın, Filistin, Mescid-i Aksa veya Gazze meselesi Türkiye’nin aslî meselesidir.
CHP lideri Özgür Özel’in bugünkü bakış açısı tamamen ‘kendini inkâr’dan başka bir şey değildir.
Alatlı’nın değerlendirmesi, kendisine ‘sol’ yaftası vuran CHP zihniyetinin yaklaşık kırk yıl içinde nasıl savrulduklarının da adeta bir belgesi niteliğindedir.