“Avrupa” sözcüğünün nereden geldiğini bilmem hiç düşündünüz mü? Bir rivayete göre, Avrupa adını Finike prensesi Europa’dan alıyor. Finikeliler günümüzde Lübnan’ın olduğu Doğu Akdeniz kıyılarında yaşayan denizci bir halk – bu hesapça Prenses Europa Orta Doğulu bir genç kız oluyor. Efsaneye göre, pagan Yunanlıların en büyük tanrıları Zeus, Finikeli genç kıza aşık oluyor. Beyaz bir boğa şekline giriyor, Prenses Europa’yı kaçırıyor, Girit adasının batısına getiriyor. Europa o kadar güzelmiş ki, Zeus onu kaçırdığında güneş de onunla birlikte gidiyor, Batı istikametinde prensesin gözden kaybolduğu yerde kayboluyor. O gün bugün, Doğu Akdenizin Lübnan sahillerinden bakanlar, güneşin Europa’nın gözden kaybolduğu batıda battığını görürlermiş. Hatta, Arapça ve İbranicede “gün batımı” anlamına gelen “ereb” kelimesi de aslında bu Finike prensesinin isminden türemişmiş.
Peki, ya Almanya’nın adı? O nereden geliyor? O da “Allemanni” sözcüğünden geliyor. İsa’nın doğumunda üç yüz yıl kadar sonra Elbe ve Tuna nehirleri arasında yaşayan bir “Germen” kavminin, daha doğrusu küçüklü büyüklü bir takım “Germen” klanlarının ortak adı, “Allemanni”.
“Germenler” günümüz Avrupası halklarını oluşturan “aslî nesep”lerden birisi sayılıyorlar. İsveç, Norveç, Danimarka, Almanya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Avusturya, İsviçre, Kuzey İtalya, İzlanda, hatta, Kuzey ve Orta Fransa ile aşağı İskoçya ve İngiltere’yi oluşturan halkların kökeni “Germen.”
“Allemani” Germen kavimlerinin önde gelenlerinden birisi; ama başkaları da var: Angles’ler, Sakson’lar, Burgundî’ler, Lombardlar, Vizigotlar, vb. vb. Ancak, bu insanlar kendilerine “Germen” demezlermiş. Hatta “Germen” sözcüğünün nereden geldiği de kesin olarak bilinmiyor. Nitekim Germen kavimleri, etnik bir dayanışma içine de girmememişler. Tersine, Milâttan sonra yedinci yüzyıldan itibaren çeşitli halklara bölünmüşler. Bu halklar giderek ayrışmış, farklılaşmış ve Avrupa’nın az once saydığımız ulus-devletleri oluşturmuşlar.
“Allemani”ye dönersek: bundan bin yedi yüz yıl kadar önce Elbe ve Tuna nehirleri arasında yaşayan “Allemanni,” yüz yıl kadar bir süreyle Avrupanın bir diğer önemli kavmi Romalılarla kavgalaştıktan sonra günümüzde Alsace, Baden ve İsviçre’nin kuzeydoğusunu kapsayan bölgeye yerleşiyor. Alsace, malûm, günümüzde Fransa’nın doğu sınırında, Almanya ile İsviçre arasında bir şerit gibi uzanan mülkiyeti tartışmalı bölge. 19.yüzyılın ünlü Alman şansölyesi ve Alman birliğinin kurucusu Bismarck, 1870’lerde Alsace’ın Alman toprağı olduğunu ilân ettiğinde kıyamet kopmuş. Bölgenin Fransız sakinleri yurtlarını terkedip, göçmek zorunda kalmışlar. Büyük bir çoğunluğu da Amerika’ya göçmüş. Bu göçmenler arasında Bartholdi isminde bir heykeltraş var ki, New York’taki ünlü Özgürlük Anıtı’nın yontucusu bu Alsace’lı. Fransızların Amerikalılara hediye ettiği heykel, Almanların Alsace’lılara çok gördüğü özgürlükleri ifadesiymiş.
Alsace, Birinci Dünya Savaşı’nın da önde gelen nedenlerinden birisi. Fransızlar, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanları durduracağını umdukları ünlü Maginot hattını burada güçlendirmişler. Bugün artık, Alsace, Avrupa barışının simgesi rolünü üstlenmiş. “Avrupa Birliği’nin kalbi” olarak sunuluyor. Üzüm bağları, şarapları ve yemekleri dillere destan.
“Allemni” kavminin yerleşim alanı içindeki diğer şehir Baden, günümüz Almanyasının güneybatı ucundaki ünlü kaplıca şehri. “Kara Ormanların yeşil başkenti” dedikleri Freiburg’un az ötesindeki turist merkezi. Alsace, Baden ve İsviçre’nin kuzeydoğusunu kapsayan bu bölgeye beşinci yüzyıldan itibaren adamakıllı yerleşen “Allemanni,” güçlenip, batıya doğru yayılmaya başlayınca karşısında “Franklar”ı buluyor. “Franklar” da günümüz Fransızlarının aslî kavmi sayılıyorlar. “Frank”ın kelime anlamı “cesur” ya da “atak” diye geçiyor.
Cesur Franklar ile Allemanni, M.S. 496 yılında nihai bir muharebede kapışıyorlar. Frankların başında ünlü Kralları Clovis var. Allemanni, Frank kıralı Clovis (ya da Chlodvig’in) karşısında dayanamıyor. Ve Allemanni’ler Frankların egemenliği altına giriyorlar.
Frankların Allemanni karşı kazandıkları zafer, Clovis’e büyük bir Batı imparatorluğunun hükümdarı olmanın yolunu açıyor. 469 savaşı Avrupa’nın Eski Çağdan, Orta Çağ’a geçtiği tarih sayılıyor. Allemanni kavminin yenilgisi, Batı Avrupa’ya yeni bir yüz kazandıracak oluşumu başlattı diyorlar. Nedeni de şu: “Allemanni” beşinci yüzyıl Avrupası kavimlerinin büyük çoğunluğu gibi pagan ve çok tanrılı “Asatru” dininden. Gotlar, Saksonlar, Frizyanlar, Anglesler, günümüz Danimarkasının asli kavmi Danlar, İsveçliler, Norveçliler bu pagan “Asatru” dininin muhtelif çeşitlemelerine inanıyorlar.
Allemanni’yi yenen Frank kıralı Clovis de bir pagan. Ama eşi bir Katolik. Kıral Clovis’i “doğru din” dediği Katolikliğe döndürmek için elinden geleni yapıyor. Hocalar tutuyor, papazlara vaazlar verdiriyor, görkemli ayinler, şölenler düzenliyor olmuyor. Kilisesini baştan başa süslüyor, yine olmuyor. Kıral Clovis’i Asatru inancından bir türlü vazgeçiremiyor. Meğer, Clovis’in inadının asıl nedeni Hıristiyanlığı “bir tür alışveriş”e benzetiyor olmasıymış!
“Hıristiyanlar günah işler, sonra da bir kaç dua okuyup, bağışlanırlar, benim aklım da bunu almaz!” demekteymiş. “Hıristiyanlar tanrıları ile pazarlık yaparlar, sen bana bunu yaparsan ben de sana şunu yaparım diye pazarlığa girerler ki, benim aklım bunu da almaz” buyururmuş. Böylece, uzun yıllar direniyor. Ne ki, bu arada Allemanni ile de kapışmaktadır. 469’da zaferi ile sonunçlanan o nihai Frank-Allemanni muharebesinden on yıl önceki bir savaşta da fena halde yenilmiş olduğu aklından çıkaramıyor. O son muharebede de, bir nokta geliyor, Kral Clovis askerlerinin kaçmaya başladığını görüyor. İşte bu noktada “kendisine eski zaferlerini bağışlayan pagan tanrılarını terkediyor.”
Bu sözcükler aynen böyle. “Tours’lu Gregori” isimli bir vakanüvis aynen böyle yazıyor “Frank kralı Clovis, kendisine eski zaferlerini bağışlayan pagan tanrılarını terkediyor” ve İsa Mesih’ten yardım istiyor: “Ey, İsa Mesih, karım Chrodechilde senin yaşayan bir Tanrı’nın oğlu olduğunu söylüyor. Senden düşmanlarımı yenmemi sağlamanı rica ediyorum. Sen bana bu iyiliği yaparsan, ben de sana iman eder, vaftiz olurum” diyor. Görüldüğü gibi, Hıristiyanların karşı çıktığı yöntemlerini iyi öğrenmiş. Nitekim, “O bu sözleri söyler söylemez, bu defa Allemanni kaçmaya başlıyor” diye anlatıyor, vakanüvis Gregori. Almanların kaçtığını gören Clovis, andına sadık kalıyor ve Ortodoks Rheims piskoposu tarafından oracıkta vaftiz ediliyor.
Clovis’in pagan Asatru dininden hıristiyanlığa dönüşü Avrupa’nın Eski Çağdan, Orta Çağ’a geçtiği tarih sayılıyor. Allemanni kaviminin Franklara yenilgisinin Batı Avrupa’ya yeni bir yüz kazandıracak oluşumu başlatması böyle ilginç bir pazarlığın sonucuymuş.
Benzeri pazarlıklara diğer başka pagan Avrupa kavimlerde de rastlıyoruz. Akla gelenlerden bir diğeri de Kiev Prensi Vladimir’in Hıristiyan olma öyküsü. Kiev, malûm, bugün Ukrayna’nın başkenti Dinyepr nehri üzerinde, kurulduğu tarihten bu yana Batı Avrupa ile içli dışlı olan bir merkez. Nitekim, Ukrayna günümüzde Avrupa Birliğine aday olan bir ülke. Kiev, o zamanlar da Batı Avrupa’nın bir parçası ama esin kaynağı hep Bizans İstanbul’u olmuş.
Kiev’in pagan Prensi Vladimir’in Hıristiyan olmasını sağlayan da bir kadın. Yıl, bu defa 988. Prens’in gözü İstanbul’da. Tutuyor, o günlerde Bizans’a ait olan Kırım’daki Sıvastopol şehrini zaptediyor. Sonra da oturuyor İstanbul’daki İmparator Basileyos’a bir mektup yazıyor: “Bilesin ki, görkemli şehrini zaptettim. Duyduğıma göre senin Anna isimli bekâr bir kızkardeşin varmış. Eğer onu bana karı olarak vermezsen, Sıvastopol’a yaptığımı senin şehrine de yaparım.” İmparator Basileyos da diyor ki, “Hıristiyanların paganlarla evlenmesi uygun düşmez. Ama eğer vaftiz olursan hem bir karı sahibi, hem Tanrı’nın Kırallığı’nın mirascısı, hem de bizim din kardeşimiz olursun.” Prens Vladimir, kabul ediyor ama bir şartla: Prenses Anna vaftizi gerçekleştirecek papazları ayağına getirecektir. İsteği kabul ediliyor. Anna, Sıvastopol’a geliyor, ancak Vladimir’in bu arada gözlerinden rahatsızlanmıştır. Bunu gören Anna, Prens’e vaftiz olursa rahatsızlığının geçeceğini söylüyor. Vladimir, “Eğer, bu söylediğin doğruysa, Yunan Tanrı’sının büyüklüğüne işaret eder,” diyor. Anna’nın getirdiği piskopos elini Prens’in başına koyar koymaz, Vladimir’in gözleri açılıyor, ışığı görüyor. “Sahici Tanrı’yı şimdi idrak ettim!” diye haykırıyor! Vaftiz oluyor. Sıvastopol’u da düğün hediyesi olarak karısına veriyor.
Öte yandan, Hıristiyan olan Frank kralı Clovis, egemenliği altındaki Allemanni’yi din değiştirmeye kolay ikna edememektedir. Allemanni’nin Hıristiyanlığı kabulü Yedinci Yüzyılı buluyor.
Allemani’nin mensup olduğu Kuzey Avrupa kökenli pagan “Asatru” dini, mensup, eski İskandinav dilinde “tanrılara sadakat” anlamına gelen bir sözcük. Asatru paganlarına göre yer-gök tanrı ve tanrıçalarla dolu. Örneğin, Thor, gökgürültüsü, şimşek ve yıldırım tanrısı; yeryüzüne yağmur armağan eden, ekinleri büyüten Thor. Odin, Zeusgibi, hepsinin babası, Tek-gözlü tanrı. Niye tek gözlü, çünkü gözlerinden birisini çıkartmış, mitolojik “dünya ağacına” asmış ki, gizli sırları öğrenebilsin, hikmet sahibi olabilsin. Odin’in Frigg isimli bir de eşi var ki, kocasının tahtında oturmasına izin verilen tek tanrıça kendisi. Oturduğu yerden tüm dünyaları görürmüş. Sonra Frey ve Freya var. Frey, barış ve bereket tanrısı. Freya, aşk ve güzellik tanrıçası. Boynunda Birisingamen dedikleri kutsal bir kolye ile gökyüzünde arabayla geziyor. Semavi arabasını at değil, bir kedi çekiyor. Bir de kayak ve av tanrıçası Skadi var ki, aynı zamanda bağımsızlığın ve gücün simgesi.
Avrupa kavimleri “Asatru”nun muhtelif verziyonlarını benimsemişler. Tanrı ve Tanrıçaların isimleri değişmekle birlikte, benzer işlevler yüklendikleri anlaşılıyor. Örneğin, Freya, aşk ve güzellik tanrıçası günümüz Ukrayna masallarında var. Arabasına koştuğu kedinin adı bile belli, “Bayun.” Bayun masmavi tüyleri olan sihirli daha doğrusu “bilge” bir kedi olarak anlatılıyor. Kadim Rus edebiyatının önde gelen simglerinden birisi. Puşkin’in şiirlerinde bile geçiyor. Şunu da söylemeden geçemeyeğim: Rusya’da Arhangel kedisi dedikleri mavi tüylü bir kedi cinsi de var gerçekten. Beyaz Deniz yani İskandinavya’nın doğrusundaki bölgede yaşayan bu kedilerin, kısa, sert, fok balıklarınkine benzeyen mavi tüyleri var. Bölgenin soğuğuna öyle dayanabiliyorlar.
“Asatru” yeryüzünden silinmiş bir inanç değil. Tersine, güçlendiği iddia ediliyor. Nitekim, 1966’da Norveç’te, 1973’de İzlanda’da resmi dinlerden birisi olarak kabul ediliyor. “Modern Asatru’nun” canlandığı, yeniden geliştiği söyleniyor ve bir iddiaya göre Kuzey Avrupa’da sekiz milyonu aşkın gizli Asatruar paganı var.
1994’de İzlanda “asatruar”ları, bir deklarasyon yayınladılar; eski adetlerine ve “kültürel miraslarının haysiyetine” sahip çıkmak istediklerini belirttiler. “Bunu eski ya da yeni dinlerin ya başkalarının kültürel mirası pahasına yapacak değiliz. Asatruar ideolojisinde fanatizme ve nefrete yer yoktur. Bizim kadim inançlarımız, hoşgörü, dürüstlük, sadakat, doğaya ve yaşamın her tezahürüne saygı gerektirir. Pagan akidesinin temel ilkesi her insanın kendi davranışından sorumlu olduğudur” diyorlar.
Benzer bir bildiriyi 1996’da Norveç Asatruar’ları, onun ardından İsveç paganları yayınlıyorlar. Öte yandan, günümüz Almanya’sında yaşayan Alman paganlar, ataları Allemani’nin özgün dinini gönüllerince yaşayamamaktan yakınıyorlar. “Rabenclan” ya da “Kuzgun Kavmi” isimli pagan-birliği kuran Alman Asatruar’ları, başta Asatru olmak üzere şamanizm gibi “doğaya-dönük dinleri temsil ettiklerini” 21.yüzyılda bu kadim dinlerin önyargısız bir biçimde araştırılması, tartışılması gereğine inandıklarını söylüyorlar.
Alman paganların kendilerini baskı altında hissetmelerinin nedeni, Almanların hıristiyanlık öncesi geçmişlerine en ufak bir göndermenin aşırı-sağcı hatta neo-nazi bir hareket olarak değerlendirilmesiymiş. Böylesi suçlamalarla karşılaşmamak, işlerini kaybetmemek için Alman toplumunun kıyısında, gizli bir hayat sürmek zorunda kalıyorlarmış. “Biz saklanırken, sahici dazlaklar sokaklarda cirit atıyorlar” diyorlar.
Ülkeye adını veren Allemanni’ye geri dönersek: Hıristiyanlığı Yedinci Yüzyılda benimseyen Allemanni’nin Asatru ilkeleri olarak bilenen dokuz kuralı şiar edindikleri söyleniyor. Bu kurallar şöyleymiş: 1) Onur, 2) sadakat, 3) misafirperverlik, 4) çalışkanlık, 5) özgüven, 6) dayanıklılık, 7) cesaret, 8) dürüstlük, 9) disiplin. Kimi düşünürlere göre, Almanları Alman yapan özellikler bunlar. Eğer öyleyse, darısı tüm ulusların başına demek lâzım.