Avrupa Kökenler, Efsaneler, İnançlar (X)

“Adım çıkmış bin beş yüze, hiç iner mi beş yüze” mealinde bir söz vardır. Bu Ermeni meselesinde de o hesap! Soykırım iftirası, “bunlar Türk’türler, yaparlar mı, yaparlar”a kadar geliyor! Daha baştan önyargılı bir atmosferde yeşertildiği için de Türkiye’de büyük infial yaratıyor. Öyle ki, biz soykırım yapmadık demek şöyle dursun, mesele üzerinde konuşmak bile zul gelir oldu!
Sanki Çanakkale’yi bir kez daha yaşıyoruz. Yedi düvel toplanmış, üstümüze geliyorlar. En son da Polonya’nın soykırım iftirasına ortak olmasına üzüldük. Polonya’nın tutumuna özel bir önem atfetmemizin nedeni de Lehistan’ı Osmanlı’dan bu yana mazlum bir ülke olarak görmüş, benimsemiş olmamız.

Aslına bakarsanız, biz kin tutan bir millet de değiliz. Tersine, kötü olayları unutmaya, affetmeye kurgulanmış insanlarız. Trajedilere takılıp kalmamak, olayların iyi yönlerinden görmeye çalışmak milli hasletlerimizdendir. Bu bağlamda kin, nefret, düşmanlık tohumlarının bilerek isteyerek ekildiği, yaşatıldığı toplumlara yabancıyız. Soykırım iftirasının ciddiyetini uzun yıllar kavrayamamış, suskun kalmış olmamızın asıl nedeninin de bu olabileceğini düşünüyorum. Meğer biz çocuklarımızı yurtta sulh cihanda sulh diye yetiştirir, önyargılardan ırak tutmaya çalışırken, varoluş nedenlerinin Türklerden öç almak olduğu belletilen birileri de var.
Psikiyatrist Dr. Vamık D. Volkan, Virginia Üniversitesi Tıp Fakültesine bağlı İnsan Zihni ve Beşeri İlişkiler Araştırmaları Merkezi’nin kurucusu ve direktörü. Ayrıca, Washington Psikoanaliz Enstitüsünün ve Uluslararası Siyaset Psikolojisi Derneğinin başkanı.
Prof. Volkan, ırkçılık ve soykırım psikolojisi üzerinde çalışıyor. Bu konuda çok sayıda ödülleri, bazıları Türkçe’ye çevrilmiş yirmidörtten fazla kitabı var. Bireylerin ve toplumların psiko-biyografilerini yazıyor. “Düşman ve Dost İhtiyacı,” “Etnik Gurur ve Etnik Terör,” “Üçüncü Reich ve Bilinçaltı” gibi eserlerinin yanı sıra Atatürk ve Richard Nixon’un psiko-biyografilerini incelediği kitapları var.
Tarih, kültür, siyaset ve psikoloji bileşiminin bireyin kişilik yapılanması üzerindeki etkisini araştırıyor.
“Psikolojik yatırım” diye bir kavram tanımlıyor. “Psikolojik yatırım” bireyin kendisine biçtiği “hayatta kalma” nedeni. Ancak, bireyin bir başına yaptığı bir yatırım değil bu. İçine doğduğu tarih, kültür, siyaset ve dini inançlar, kişinin kendi psikolojik yapılanmasıyla biraraya geliyor ve bireye hayatta kalabilmesi için gerekli olduğuna inandığı bir kimlik oluşturuyorlar. Bu kimlik aslında bir telkin. Bireye öyle birisi olması gerektiği telkin ediliyor.
Karmaşık bir tanım gibi duruyor ama öyle değil. Örneğin, kendisini fiziki güzelliği ile tanımlamaya kurgulanmış bir sinema yıldızı, çirkinleşmektense ölmeyi tercih edebiliyor. Ya da, onuru için yaşayan bir samuray, en ufak bir kırılmada (tabii bize göre en ufak) hara-kiri yapabiliyor. Ya da, eşini kaybeden birisi onsuz yaşayamayacağına karar verebiliyor. Dr. Volkan, insanların yaşamak için dosta ihtiyaç duydukları gibi düşmana da ihtiyaç duyduklarını saptamış. Dost ihtiyacını anlamak kolay ama düşman ihtiyacı? Öyle görünüyor ki, böyle bir psikolojik gereksinim de mevcut. Dahası, hayatta kalabilmek, kimliklerini muhafaza edebilmek için “düşman yaratmaya” gereksinim duyan bireyler ve toplumlar var. Bunlardan bir tanesi de diaspora Ermenileri dediğimiz, Türkiye dışında yaşayan Ermeni kökenli Batılılar.
Dr. Volkan, bu insanların “düşman yaratmak” ihtiyacılarını gidermek için “seçilmiş travma”dan medet umduklarını söylüyor. “Seçilmiş travma” demek aslı astarı olmayan veya olağanüstü abartılmış facialar demek. Toplumun kendisini itilmiş kakılmış, gadre uğramış, bir gün olsun “güngörmemiş” hissetmesi demek. Böyle bir ruh halinin oluşması için insanların kuşaklar boyunca felâket hikâyeleri dinlemeleri gerektiği açık. Anlaşılan, olan da bu!
Kendilerini “yarattıkları düşman”la tanımlayan topluluklar, bir olay ya da olaylar kümesi seçer, bunları mitleştirirlermiş. Kuşaktan kuşağa aktardıkları bu mitleri zamanla kimliklerinin bir parçası haline getirirler, dahası kendi yarattıkları bu travmaya karşı savunma geliştirirlermiş. İnsanın kendi elleriyle bir put yapıp, sonra da ondan ölümüne korkması gibi bir durum!
Mitleştirdikleri olay ya da olaylar sahiden vuku bulmuş mu, tarihte yer almış gerçekler mi, değil mi, farketmezmiş. Hatta tam tersine, bu tür bir ruhsal sayrılığa kapılmış toplulukların kurguladıkları travma, tarihin yeniden yazılması anlamına gelirmiş. Yani, bildik tarihi tek taraflı olarak yeniden yazmaya koyulurlar, tarihi vesikaları sansasyonel metinlerle değiştirmeye başlarlarmış. Anlaşılan buradaki tek engel, hayal gücü! Örneğin, deprasyon geçiren bir ressamın çizdiği kuru kafalardan oluşmuş bir tepeyi, ırkınızın başına gelenlere benzetmekle yetinmez, adamın imzasını tablodan silip Türklerin filânca tarihte yaptıkları soykırımın resmidir diye bir belge olarak takdim edebilirmişsiniz. Dahası, tablonun başka birşeyin resmi olduğunun ortaya çıkması da önemli olmazmış, çünkü zamanla ilk yalanı atanın kendisi de olaya inanır olurmuş.

Benzer bir biçimde 24 Nisan 1915 gibi bir tarih seçiliyor, bu tarihe aslı astarı olmayan “Ermeni Soykırım Günü” gibi dehşet verici bir özellik atfediliyor. Yeri gelmişken söz konusu 24 Nisan’ın gerçek hikâyesi işgalcilerle işbirliği yapan Ermeni örgütlerinin kapatıldığı, iki bin küsur yönetici tutuklanmış olmasıdır – nitekim ertesi gün 25 Nisan’da da Müttefikler Çanakkale’ye asker çıkartırlar. Ama bu ruh haline düşmüş insanlar için önemli olan 24 Nisan’ın gerçeği değil, onun etrafında kurgulanan “travma”dır. Hal böyle olunca, çeşitli ritüeller geliştirilir. Törenler düzenlenir ve “sözde soykırım” günü yaşatılır. Genç kuşakların zihinlerine bir daha çıkmamacasına perçinlenir.
“Düşman yaratma” ihtiyacının bir diğer yanı da, hedef alınan toplumun insanoğlunun olası tüm olumsuzluklarını içeren bir mahluk, “insanlık dışı” bir nesne olarak tahayyül ediliyor olması. Örneğin, Vakahn Dadrian isimli çağdaş bir Amerikan Ermenisi yazar var. Bu adam, Türkiye’de Bersen benzeri Ermeni toplama kampları, Ermeni tutsaklar üzerinde Dr. Mengele usulü deneyler yapan Türk doktorları hayalleri kuruyor. Kurmakla yetinmeyip, “gerçek olaylar”mış gibi kaleme almaktan da çekinmiyor! Tam bir “çamur at, izi kalsın” durumu!
Bu adam gibi binlercesi olduğunu düşününce, hiç değilse diaspora Ermenilerinin kısmı azamının zihninde Türk eşittir “iblis” şeklinde bir algılamanın oluşmaması mümkün değil! Nitekim, internette yayın yapan bini aşkın Ermeni sitesinde akıl almaz iddialar görüyoruz. Nedeni, onlarca yıldır devam eden bu ipsiz sapsız telkinler bütünü.
Hal böyle olunca, tarihi olaylar bir bütün olarak ve tarafsız bir biçimde ele alınamıyor. Türklerin kayıpları da gündeme getirilemiyor. Getirildiğinde de umursanmıyor. “İblis”in başına gelenlere üzülünür mü – gibisinden bir durum bu. “Şeytan azapta gerek.”
Şeytanla özdeşleştirilmemiz demek, ülkemiz insanının tüylerini diken diken eden Ermeni mezaliminin haklı görülmesi demek. Nitekim, böyle de oluyor.
Örneğin, Amerikan Ermeni Gençlik Federasyonu (Armenian Youth Federation, AYF) tarafından 2003 yılında kaleme alınan bildiri var. Hınçak’lardan övgüyle bahsettikten sonra, “Örgütün en eşsiz yiğitliği 1894 Sosun İhtilâlinde oynadığı rol”dür diyor! Eşsiz yiğitlik!
Oysa, Sosun İhtilâli dedikleri, 1894-96 arasında Bitlis vilâyetinde yaşayan Ermeni köylülerinin cıvarda yaşayan göçebe Kürt aşiretlerinin baskın ve yağmalarına karşı silâhlanıp karşı durmalarının hikâyesi. İsyanı Hamidiye Alayları bastırıyor. O günlerde Bölge’de Catherine Roth misali “incelemeler yapan” bir İngiliz elçilik görevlisi var: C. M. Hallward. Bu adama göre olayda Hamidiye Alaylarının kılıçtan geçirdikleri Ermenilerin sayısı 8,000. Ama bölgede bir adam daha var. O da bir İngiliz. Kraliyet Topçularından Yüzbaşı Charles Boswell Norman.
Yüzbaşı Norman, “Son beş yılda Anadolu’da akan kandan doğrudan sorumlu olan Hınçak Komitesi’dir,” diye haykırıyor, “Anadolu’yu kana bulayan bu esef verici olayları Müslümanların Hıristiyanlara nedensiz saldırılarıymış gibi göstermek doğru değil… Olayları başlatanlar Ermenilerdir!”
Genç Topçu Yüzbaşı, İngiliz kamuoyunun olayların sadece “İngiliz meslektaşlarının isterik lâflarıyla süslenen Ermeni versiyonunu” duyduklarını, yazıp çizilenlerin “yegâne amacının Ermenilerin tümüyle mazlum, Türklerin zalim canavarlar olduklarını kanıtlamak” olduğunu, “Ermeni Devrimcilerinin amaç ve hedeflerini”n bilincine varmak gerektiğini, İngiltere’nin “Küçük Asya’daki karışıklıkların farkında olmadan desteklediği yaygın anarşist hareketin doğrudan sonucu olduğunu öğrenmesi gerektiğini “barış, hakikat ve adalet adına” rica ediyor! “İngiliz basınının sözde Sasun melazimi konusunda Ermeni yalancılar tarafından umutsuzca aldatıldıkları,” bu bağlamda hem Ermeni nüfusunun hem de zayiat sayısının olağanüstü abartıldığına dikkat çekiyor. “Örneğin, 2000 kişinin katledildiği söylenen Birecik’teki kayıp sayısının sadece beştir!”
Beş nerede, iki bin nerede? Ne var ki, Yüzbaşı Norman’ı saygıyla anmak bize düşüyor, zira “gerçek”i söylemiş olması “hasta adam” dedikleri Osmanlı İmparatorluğunu yoketmeye azmetmiş Avrupa siyasileri nezdinde hiçbir şeyi değiştirmiyor.
Avrupa nezdinde değiştirmediği için olsa gerek, Ermeni diasporası olmayan olayları mitleştirmeye, dahası pazarlamaya devam edebiliyor.
Avrupa böyle de, Amerika nasıl?
ABD, özel girişimciliğin, kapitalizmin baş müdafii, demokrasi şampiyonu bir ülke. Yıllar yılı totaliter komünizme karşı müthiş mücadele vermiş, şimdilerde de terörizmi yeryüzünden silmeye kararlı. Hal buyken, Amerikan Ermeni Gençlik Federasyonu’nun 2003 bildirisi “yiğit” Hınçaklara övgüler yağdırmaktan geri durmuyor!
Kimlermiş bu yiğit Hınçaklar diye baktığınızda aklımız büsbütün karışıyor! Çünkü, Nazarbekyan isimli bir Cenevreli Marksist tarafından kurulmuş silâhlı örgütün militanları Hınçaklar. Örneklerini daha sonraki yıllarda da sıkça göreceğimiz gibi, “ideolojik” bir derginin etrafında toplanıyorlar: 1887-88 yıllarında Cenevre’de yayınlanan “Çan” isimli bir dergi. İsimlerini de bu dergiden alıyorlar: Hınçak. Amaçlarını “Batı emperyalizm ve koloniyalizme karşı sosyalist devrimci mücadele” olarak açıklıyorlar ki, kelimenin tam anlamıyla opportunist bir çıkış!
“Batı emperyalizm ve koloniyalizme karşı” Osmanlı topraklarında savaş düşünebiliyor musunuz?! Üstelik, Türklerin bizzat kendilerinin canlarını dişlerine takmış, Batı emperyalizmine karşı savaştıkları yıllarda! Hınçakların “Sosyalist devrimci mücadele” yürüttüklerini söyledikleri Batılı emperyalistler, sözde-soykırım gününden bir gün sonra Çanakkale’deler. Dahası, savaşa sürdükleri gençler Anzaklar. Yani? Yani, Avustralya, Yeni Zelanda gibi kolonilerinden devşirdikleri ve nerede, niçin, kimle savaştıklarını bile bilmeyen talihsiz delikanlılar!
Üyeleri Ermeni kökenli de olsa, Amerika’da faaliyet gösteren bir Gençlik Federasyonu’nun biraz daha bilgili, biraz daha “fair-play” yanlısı olması beklenir değil mi? Ama öyle olmuyor. Anlaşılan, “fair-play” ancak NBA basket maçlarında geçerli!
Hınçak’ların en eşsiz yiğitlikliklerini sergiledikleri 1894 yılında Sosun olaylarını aratmayan bir diğer felâket de “Büyük İstanbul Depremi”dir. 1997 Adapazarı depremi boyutlarındaki bu müthiş sarsıntı eski başkentte çok büyük can ve mal kaybına neden olmuştu.
Bugün buradan bakıldığında hayal etmesi bile korkunç! Bir yandan Adapazarı gibi bir depremin yaralarını sarmaya çalışırken, bir yandan da silâhlı çetelerin tahrik ettikleri olaylarla uğraşacaksınız! Ve adınız “soykırım”cıya çıkacak!
Böylesi bir haksızlığa infial duymamak mümkün değil.