Avrupa Kökenler, Efsaneler, İnançlar (XIII)

Ermeni tarihi esasen bir zorunlu göçler, tehcirler, tarihi olduğundan bahsetmiştik. Türkler kadar eski bir ulus Ermeniler. Bundan 2600 yıl kadar önce “Ermenistan” denilen toprakların bilinen ilk “işgalcileri” İranlılar. Sonra Büyük İskender. Sonra Romalılar. Sonra Bizanslılar. Ardından Araplar, Selçuklar, Moğollar, Tatarlar (Çingizler) daha sonra da Osmanlılar. Bizden sonra Safavi İranlıları ve nihayet Ruslar da var. Osmanlıların Ermenilerle ilk temasları 1500lü yıllarda.

1500’lü yıllar Şah İsmail – ki kendisi ünlü Safavi hanedanının kurucusudur, İran birliğini gerçekleştirdiği yıllar. Şah İsmail’le birlikte İran tarihinde ilk kez Osmanlı karşısında bir tehdit unsuru olarak şekilleniyor, Batı’ya yayılma işaretleri veriyor. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’in peşine düşer. Ve dolayısıyla Ermenistan olarak bilinen topraklara girerler.
Osmanlıların bu tarihe kadar Doğu’da pek işleri olmamış. Avrupa cehanında genişliyorlar. 1517 Çaldıran muharebesini hep biliriz. Şah İsmail, batıya yayılma niyetlerine karşın, o tarihte Yavuz Sultan Selim’I göğüslemeye hazır değildir. Osmanlı ordusunun tutunmasını zorlaştırmak için geri çekilirken etrafı ateşe verir.
Şah İsmail’in yaktığı bu köyler Ermeni köyleridir.
Binlerce Ermeni zorunlu olarak yollara düşerlerken, Sultan Selim, Çaldıran muharebesi kazanır, başkent Tebriz’i alır. Ancak söylediğim gibi Osmanlı’nın en azından o günlerde doğuda gözü yoktur, bırakır geri dönerler. Fakat Safavi hanedanı ile Osmanlılar arasındaki savaşlar devam eder. Sonunda 1555’de Ermenistan’ın batı bölgelerini Osmanlılara, doğu bölgelerini İran’a bırakan bir antlaşma imzalanır ama bunun da ömrü uzun sürmez. 1578, sonra tekrar 1590 Osmanlı seferlerinde Tebriz bir kaç el değiştirir.
Güçlü devletler savaşırlarken arada kalmak Ermeni halkının kaderi gibidir.
Uzun savaş yıllarında müthiş bir trafik oluşur: Tebriz, Karabağ ve Nahçivan’da yaşayan Ermeniler İstanbul’a gelirlerken, İran, onlardan boşalan topraklara Van Ermenilerini yerleştirir. Nitekim, Tebrizli Araken gibi Şah’ın tehcir hareketlerinin ve Türk-İran savaşlarının Ermenistanın boşalması ve halkının derin acılara gark edilmesinin müsebbibi olarak gören Ermeni tarihçileri vardır.
İşin bir diğer tarafı Van gibi boşalan vilayetlere Sultan Selim’den itibaren göçebe Kürt aşiretleri yerleştirilmesidir. Ermenistan topraklarının boşalmasının, bölgenin sosyal ve etnik dengesinin Kürtler lehine değişmesinin başlıca nedeni uzun yıllar devam eden Osmanlı-Safavi savaşlarıdır. Bu uygulama 1600’lü yıllara kadar devam eder. “Osmanlı devleti Kürt aşiretlerini kontrol edemeyecek duruma geldiğinde ya da Kürtleri Ermenilere karşı kullanmaya kalktığında Ermenilerin karşısına ciddi bir sorun olarak ortaya çıktığı” söylenir.
Osmanlı-Safavi çekişmesinin bir diğer sonucu da İran ve Anadolu (ve İstanbul) Ermenilerinin ayrışmalarıdır.
Öte yandan, hiçbir ulusun tarihi trajedilerden ibaret değildir. Ermeni göçlerinin 19.yüzyılda Ermeni halkının kültürel ve siyasi dirilişinde büyük rol oynadığı da bir vakıadır.
Nitekim, bu yıllarda kaleme alınan Avrupa belgeleri Şah Abbas’ı Ermenileri Türklerden koruyan, refaha kavuşturan lider olarak ulularlar. İran Ermenileri Müslümanlarla eşit hatta daha büyük imtiyazlar elde ederler. Bu durum İran Ermenilerinin refah seviyesini arttırır. Cemaat daha bir güvenli olur. Şah Abbas’ın Katolik misyonerlerin yollarını tıkamış olması, Ermenilerin bağımsız kiliselerini kurmalarını, İran ve Irak Ermeni cemaatlerini birleştirmelerini de mümkün kılar.
Öyle ki, İran Ermenilerinin kilise önderleri zamanla İstanbul ve Kudüs’le rakabete girişirler. İran Ermeni Kilisesinin itibarı Karabağ ve Zangezur gibi merkezlerin meliklerine de itibar kazandırır. Melikler topraklarını genişletmeye yönelirler. Sonraki yıllarda Ermeni bağımsızlık hareketlerine öncülük edenler de bu meliklerin arasından çıkacaktır.
Ne var ki, Şah Abbas’ın ölümünden itibaren Safavi iktidarı inişe geçer. Safavi hanedanının gücünü kaybetmesinden sonra hamisiz kalan İran Ermenileri, korunma hatta kurtarılma için yüzlerini Katolik Avrupa’ya ve Ortodoks Rusya’ya dönmeye başlarlar ki, bu eğilim 1720li yıllarda başlar.
1720’li yıllar, Çar Birinci (Deli) Petro’nun hüküm sürdüğü yıllar. Şimdi ilginç bir adam bu Petro. Başlıca hedefi , Rusya’yı batılılaştırmaya çalışan adam. Rusya’yı endüstriyel sanatlarla tanıştırmak için tebdili kıyafet Hollanda’ya geçip tersane işçilerinin aralarına katılıyor, gemi yapımının inceliklerini öğreniyor. Amsterdam’da “Zaandam’lı marangoz Peter” kimliği ile tersane işçiliği yapıyor. Dört ay, işçi barakalarında yaşıyor. Gündüz tersanede tomruk taşıyor, gece geometri ve gemi inşa teorisi öğreniyor. Ancak, Beyaz Denizdren başka yolu yok. O da yılın beş ayı donuyor.
Bir ara Kırım’daki Azak kalesini alıp, denize ulaşmayı (34) deniyor ama kumandayı güvendiği bu adamlara verip, kendisinin basit bir topçu subayı olarak katıldığı savaşı feci bir şekilde kaybediyor. Bir kez daha görüyor ki, ne yapıp edip modern bir orduya sahip olmalıdır. Bir yıl sonra, bu defa kendisi Don Kazakları’ndan oluşturduğu kuvvetlerin başına geçiyor, Azov’u alıyor. Soylusu, köylüsü, işçisi herkese vergi yüklüyor, yabancı ustalar getiriyor, Varonej’de, Karadeniz’i hakimiyeti altına alacak bir donanma inşa etmeye girişiyor. Bir defasında elli soylu ve iki yüz hizmetkârdan oluşan bir sahra elçiliği oluşturuyor ve “diplomatları”nı “Avrupalıları Türklere karşı birleştirmek” gibi uydurma bir görevle yurt dışına gönderirken, aralarına Pyotr Mikhailov adında bir de gedikli katıyor ki, bu kendisidir. Yanında taşıdığı mühürde, zamanın bahriye erlerinin sloganı olan “Ben bir öğrenciyim, hocalara ihtiyacım var” yazıyor. “Kendim tamamen öğreneyim ki, geri geldiğimizde İsa Mesih’in düşmanlarıyla başedebilelim” diyor. Kastettiği, İstanbul’u almak ve Rusya’yı “hapis”ten çıkarıp, Boğaz’lardan dünyaya açmak.
Osmanlıya gücü yetmiyor ama kuzeyden Azerbeycan üzerinden İran’a inmek için her fırsatı değerlendiriyor. Ancak, bu defa karşılarında sadece İran kuvvetlerini değil, güçlenmiş Ermeni meliklerini de buluyorlar.
Bu arada İran’da Safavi hanedanı değişiyor, Afşarlar başa gelir. İran’ın yeni hükümdarı Nadir Şah sadece Ruslara değil, Osmanlı’ya da karşı koyan Ermeni meliklerini vergi muafiyeti ve bağımsızlıkla ödüllendiriyor ama doğu Ermenistan, özellikle de Karabağ’da yaşayan Türk aşiretlerinin sırtından. Bu defa da Azeriler tehcir ediliyorlar. Nadir Şah, bölgeyi Erivan, Nahçivan, Gence ve Karabağ olmak üzere dörde bölüyor. Erivan’a ağırlıklı olarak Ermenileri yerleştirirken, Gence’ye Azerilere bırakmak gibi uygulamalar girişiyor. Yaşanan tam bir hercümercdir. Hercümec, Şah Nadir’in ölümü izleyen onbeş’da artarak devam ediyor. Tehcir edilen Türk soyular kendi topraklarına geri dönerlerken, bölge Kürt ve Ermeni aşiretlerinin savaş alanına dönüyor.
Bu arada 1793’de Kırım’ı alan Ruslar, gözlerini bir kez daha Kafkaslara çeviriyorlar. Ermeni aşiretlerin bir kısmı Ruslarla ittifak yaparken, diğerleri Şah’a sadık kalır.
İkinci Katerina dönemi Ruslarla İranlıların arasında kalan Ermenilerin yaşam savaşı verdikleri dönemdir. Rusya 1801’de Gürcistan’ı ilhak eder, 1804’de dokuz yıl sürecek olan Birinci Rus-İran savaşı başlar. Ruslar, Karabağ Ermenilerinin yardımlarıyla doğu Ermenistan topraklarını işgal etmeyi başarırlar. İran’ın ordusunu güçlendirme, idari reform vb. gayretlerine karşın, 1826-1828, İkinci Rus-İran savaşı, Aras’ın kuzeyindeki bölgenin çarlık Rusya’sına geçmesi önleyemez. “Rus Ermenistanı” doğar ve Ruslarla Ermenilerinin, deyiş yerindeyse, kaderleri birleşir.
İzleyen yıllarda 30,000 Ermeninin Rusya’ya yerleştiği görünür. 1850’lerden sonra Rus Ermeni tüccarlarının yeni bir refah dönemine önayak oldukları görünür. Nor Jugha yeniden canlanır, vergiden muaf bir katedral-manastır külliyesine dönüşür. Okullar açılır. İlk Ermeni dergisi yayınlanmaya başlar.(12) Bu defa Çarın himayesindeki Ermeni tacirler, Hazar kıyılarında ve Basra Körfezinde ticarethaneler açar, Tahran’da Nasreddin Şah’a(13) çevirmenlik, Avrupalılar nezdinde özel temsilcilik vb. hizmetler vermeye başlarlar.
Balayı bir sure devam eder. Daha sonra Ermeni “fedayiler”in fazla güçlendiklerini düşünen Ruslar imtiyazlarını kısma yoluna giderler.
Osmanlı Bankasına düzenlenen terörist saldırından sonra Kafkaslar Umumi Valisi Prens Golitsîn, bürokraside Ermenileri tasfiye ederek, yerlerine Azerileri istihdam eder.
1903’de Kilise mallarına el koymaya kalkınca, Sultan Abdülhamid gibi silâhlı saldırıya uğrar. Ağır yaralanır, bölgeyi terkeder.
Bu arada Bolşevik Devrimi ile sonuçlanacak eylemler tırmanmaktadır. 1905 Baku konferanslarında Daşnak-Azeri mücadelesi tırmandığında, Rusların bir kez daha Kafkas hakimiyetlerini borçlu olduklarını düşündükleri Ermenilerin yanında yer aldıkları görülür.
İzleyen Rus destekli Ermeni saldırılarının vahşeti Azerilerin hafızalarına silinmemek üzere kazınır:
“Ermeni-Tatar (Rus imparatorluğunda Azerilere Tatar demek gibi bir yanlış yapılırdı) katliamının dehşetini artık kimse hatırlamıyor… Ermeni devrimcileri, özellikle de Daşnaksotun partisi ortaya çıkmadan önce Transkafkaslarda barış ve düzen vardı. Daşnaklar geldiler ve geleceğin bağımsız Ermenistan’ı için Ermeni topraklarının bölünmezliğini sağlamaktan bahsetmeye başladılar ve Transkafkasya köyleri ırkçı nefret ve ulusal mücadeleye boğuldu… Ermeni toplumu için Ermeni-Tatar katliamında Daşnaksotun’un kendi önemini kanıtlamak için provokasyon yaptığı sır değildi. Ermeniler iyi insanlardı. Daşnaklar komşu Tatar (Azerbeycan) köylerine ‘fedayi’ çeteleri vasıtasıyla taktik saldırılar düzenleyerek, Azerileri tepkiye zorladılar. Yaptıklarını geleceğin bağımsız Ermenistanı için, sadece Ermenilerin yaşadıkları topraklar hazırlamak arzusu ile açıkladılar.
1907-1912 arasında yaklaşık 500.000 Ermeni İran ve Türkiye’den Rus işgali altında olan Kars’a göçtü. Oysa, Erivan ve Elizavetpol’u da içeren bu bölgede Azeriler yaşardı. Rus yetkililerin gözetiminde gerçekleşen bu uygulamanın neden olduğu sadece ilk savaşta her iki taraftan ölen sayısı 10,000i buldu.”
Bu arada Ermenilere bir destek de Amerikalılardan geldi. ABD Başkanı Woodrow Wilson,(23) “Ermenistan’ın desteksiz varolamayacağı” savıyla, sınırlarının belirlenmesi, Amerikan koruması altına alınmasını istedi. Amerikan Senatosu’nun Ermenistan’ı mandası altına almayı reddetmiş olmasının nedeni “Ermeni meselesi”nin bir “Avrupa davası” olması.
“Daha iyi örgütlü ve daha iyi silâhlı Ermeniler terörist yöntemlerine ilâveten, köyleri yakmak, Azerileri topraklarından sürmek gibi taktikler kullandılar. Propaganda makinesini de başarıyla kullandılar: Türkiye’deki katliamları ve Pan-İslamizme ilişkin makaleleri kullanarak Rus ve Batı basınının sempatisini kazandılar. Ancak aynı zamanda Ruslarla olan ilişkilerinde teröre ve rüşvete başvurmaktan çekinmedikleri gibi Hıristiyan dayanışmasını da suistimal ettiler. Buna karşın, yasalara uymaktan yana olan Azeriler umutlarını Rus yöneticilerine bağlamayı sürdürdüler. Azerilerin yaklaşan tehlikenin işaretlerini almalarına, Rus yetkililerin kışkırtmalarına karşın önlem almakta gecikmelerinin nedeni budur. İlk kurbanlar görüldüğünde Azeriler olanları kendilerine sakladılar, taviz verdiler hatta ölü sayılarını gerçek rakamların altında gösterdiler. Bu nedenledir ki, askeri olsun, siyasi ya da propaganda olsun, Azeriler ‘yangına körükle gitmemek isterlerken’ her sahada geç kaldılar.”
Şubat ve Ekim 1917 Bolşevik devrimi, yeni bir perde açar. Aynı yıl Tiflis’te toplanan Ermeni Kongresi “Vilâyeti Sitte”nin Rusya’ya ilhak etmesini ister. Ne ki, Bolşevikler, “Türk Ermenistanı”nın kendi kaderini kendisinin tayin etmesi gereği”ne karar verirler. Mayıs 1918’de iktidara geldiklerinde Daşnaksotun’un ilk icraatı Azerbeycan ve Türkiye’den toprak talep etmek olur. 1918-1920 Ermeni-Azeri savaşının sadece ilk yılında da 115 Azeri köyü yakılır, yedi bini aşkın insan ölür, Nahçıvan, Karabağ ve Zenzegur Azerileri göçmek zorunda kalırlar. Türkiye cephesine gelince: Daşnaksotun liderliğinin başarısız olma nedeni, “Denizden denize Büyük Ermenistan” kurmak gibi (“Denizden denize”den kasıt, Karadeniz-Akdeniz’dir) gerçek gücünü aşan bir hedef belirlemiş olmasıdır.
Yeri gelmişken, günümüzde ABD’de yaşayan bir milyon Ermeninin büyük çoğunluğu 1918’de bağımsızlığını ilân eden Rus Ermenistan’ından göçenlerin çocuklarıdır. Muhtelif isimler altında bini aşkın örgüt altında toplanmış bu insanların saplantıları da maalesef cinnete varan Türk düşmanlığıdır.
Bu arada: günümüzdeki Ermeni nüfusunun üç milyonu başka ülkelerinin topraklarında, üç milyonu Ermenistan’da olmak üzere altı milyon olduğu hesaplanmaktadır. 1914 yılında yapılan sayımda Osmanlı topraklarındaki Ermenilerin sayısı 1,221,850’ydi. 1,5 milyon Ermeni vatandaşımıza soykırım uyguladığımızı söyleyenlere duyurulur!…