Öyle alışmışız ki Batı’yı sorgulamamaya, en garip, en çelişkili uygulamalarını bile adeta “doğal” karşılıyoruz. Kendi ülkemizde rastlasak şiddetle karşı koyacağımız gelişmelere onlardan geldiğinde tepki vermiyoruz. Tepki vermemekten de öte, “vardır bir bildikleri” şeklinde kabulleniyoruz. Örneğin, insanların düşüncelerinden dolayı suçlanamayacakları gibi, ifade özgürlüğü gibi temel demokratik haklar ihlâl edildiklerinde, bu ülkenin sağcısı da solcusu da ve haklı olrak ayağa kalkar! Oysa, olan aynen budur ve biz Batı’dan geldiği için olsa gerek, susuyoruz. Evet, “Nefret Yasaları”ndan bahsediyorum.
“Hate Laws” ya da “Bias Laws” dedikleri “Önyargı Yasalarından.”
Tarih, 6 Nisan 1999. Amerika Birleşik Devletlerinin pek “karizmatik” Başkanı Bill Clinton, Kongre’de yaptığı konuşmada Nefret Yasalarının “bireylerin cinsel tercihlerinden doğacak suçları da” kapsamına alacak şekilde genişletilmesini istiyor. Ve şu kelimelerle: “‘Nefretten Doğan Suçları Önleme Yasası’ 21. yüzyıla girerken kendimize ve dünyaya ‘doğru’yu vaaz etmeye ve uygulamaya kararlı olduğumuz gerçeğini iletmekte önemli bir sembol olacaktır.”
Başkanın cümlesindeki üstenci tavra bakar mısınız? “Dünyaya ‘doğru’yu vaaz etmek” Kelime aynen bu “vaaz etmek.” Anlam Türkçe çeviride sertleşmiş değil, Clinton, bir papaz gibi, “preach” etmekten bahsediyor – nitekim İngilizcede papazın karşılığı da “preacher”dır.
Başkanın vaaz ettiği “‘Nefret Suçları Listesi” diye bir liste var. Genişletilmesini istediği bu liste. Peki, “Nefret Suçu” nedir?
Nefret Suçu, “‘Öteki’nin gerçek ya da varsayılan ‘nitelikleri’ nedeniyle gadre uğradığı… yani, mağdurun şahsının değil, temsil ettiği varsayılan niteliklerinin ‘cezalandırıldığı’ durumdur” şeklinde tanımlanıyor.
Karmaşık bir tanım gibi duruyor ama değil. Şöyle ki, “‘öteki’nin gerçek ya da varsayılan ‘nitelikleri’”nden kasıt, ırkı, gelenekleri ya da âdetleri oluyor. Bu çerçevede, kötü şöhretli Klu Klux Klan’ın zencilere yönelik suçları “Nefret Yasaları” kapsamına giriyor. Nefret yasalarının bir adının da “önyargı yasaları” olması bundan.
Clinton, Kongre’deki konuşmasında eşcinsellerin “gelenek ve âdetleri nedeniyle ayrımcılığa uğramaları” halinde, saldırganların artırılmış ceza görmelerini istediğini söylüyor.
Meğer, ilk nefret yasaları 1969’da çıkmış. Amaç, engelli, göçmen ya da yaşlı oldukları için saldırıya uğrayan ABD yurttaşlarını korumakmış. Amerika Birleşik Devletleri farklı bir toplum tabii. Ülkelerinde “nefret tacirleri” anlamında “Hatemongers” dedikleri gruplar var. Ve FBI suç istatistikleri Amerika’da renkleri, cinsiyetleri, etnik kökenleri, dini inançları, cinsel tercihleri ya da sırf ileri yaşları nedeniyle saldırıya uğrayan topluluklar olduğunu gösteriyor. Devlet “Sevilmeyen gruplar” olarak nitelendirdikleri bu insan gruplarını ve onların kurdukları dernekleri, nefret tacirlerinin saldırısından kurtarmaya, koruma altına almaya çalışmış. Nefret tacirlerinin en çok tanınanlarından birisi, “Beyaz Aryan Direnişi” isimli hareketmiş. Beyaz Aryan Direnişi birden fazla neo-nazi sivil toplum örgütü tarafından yürütülmekteymiş. Bunlara karşı, sevilmeyen gruplar kendi sivil toplum örgütlerini kurmuşlar ve “Nefret Yasaları” şemsiyesinin altına sığınmışlar. Meselâ, Amerikan toplumunun alt basamaklarında yeralan “çekik gözlülerin” kurdukları “Asya Pasifik Amerikalılarına Karşı Saldırıları Denetleme” derneği, meselâ, eşcinsellerin kurdukları “Ulusal Gay ve Lezbiyan Görev Gücü,” çeşitli Yahudi dernekleri, zenci sivil toplum örgütleri vb.
Nefret Yasaları, ‘80li yılların başlarına kadar ırk, din ve etnik kökenden kaynaklanan önyargıların cezalandırılmasını öngörürlermiş. Clinton’un ‘99 konuşmasından sonra cinsel tercihleri de kapsayacak şekilde genişletilmişler.
Saldırı, gasp, cinayet gibi, zaten ceza kanununun kapsamında olan suçlar, bu suçlar bir de “Nefret Yasaları”nın kapsamına giriyorlarsa, cezalar daha da artıyor. ABD’nin Wisconsin Eyaletinde, meselâ, saldırganın kurbanına ırkı, dini, etnik kökeni, cinsel tercihi vb. niteliklerinden hazetmediği için zarar vermiş olduğunun ispatı halinde, suçlunun cezası katlanıyor.
Nefret suçlarının adi suçlardan daha ağır cezalandırılmaları lâzım, çünkü adi suçlar tek tek kişilere zarar verirken, nefret suçları insan gruplarını tehdit ediyor diyorlar.
İyi hoş da, sanığın “asıl” niyetinin ne olduğunu saptayacak olan merci kim? Savcılık. Yani, şimdi diyelim, New York’ta yaşayan Türk asıllı bir yankesici, sokakta bir adamın parasını çarptı. Yasaların yankesilik için öngördüğü ceza da üç yıl hapis olsun. Şimdi bir an parasını çarptıran adamın Ermeni asıllı Amerikalı çıktığını düşünelim! Yandı bizim yankesici! Çünkü, savcılığın “önyargı” ya da “nefret” gibi dürtülerle hareket ettiğini saptaması halinde, sadece hırsızlıktan değil Nefret Yasalarından da içeri girmesi söz konusu olacak! Cezası katlanabilecek!
Savcı sanığın aklını mı okuyor, sanığın asıl niyetinin “para bulmak mı, Ermeni dövmek mi” olduğuna nasıl karar verebilir diye soracak olursanız, “olayın arkaplânı”nın araştırıldığını söylüyorlar. Olayın arkağlânından kasıt sanığın arkaplânı ya da olay anında orada bulunan tanıkların ifadeleri suçun nefret suçu olup olmadığını tesbit etmek için yeterli oluyorlarmış. Başka kanıtlar da bulunabilirmiş. Örneğin, günlükler sanığın psikolojisi hakkında fikir verirmiş. Buna karşın, suçun niteliğine ilişkin son sözü söyleyenler güvenlik kuvvetleri ve tahkikat savcısı olurmuş.
Az önce söylediğim gibi, yandı bizim Türk asıllı yankesici! Savcılar Amerikalı bile olsalar sanıkların düşüncelerini okumak gibi bir beceri geliştiremiyeceklerine göre, madem ki yankesici Türk, parasını kaptıran Ermeni asıllıdır; o zaman suç Nefret Yasaları kapsamına girer, çünkü Türkler Ermenilerden soykırım yapacak kadar nefret ederler deneceği kesindir!
Dahası da var: “tecavüz” kavramı, sadece fiziki değil, “lâf atmak” gibi, atışmak gibi sözlü tecavüzleri de kapsıyor. İnsanların rahatlarını kaçıran, tedirgin eden, ürküten, korkutan her davranış “tecavüz”e giriyor.
Yazılı ve sözlü sövgü, tehdit, taciz, duvar yazısı, vandalizm/tahripkâlık, önyargının neden olduğu saptanan yumruklaşmalar; efendim, gamalı haç gibi gibi ırkçı semboller, internet, telefon ya da diğer biçimlerde iletilen nefret mesajları,” vb. vb. Nefret Yasaları uyarınca yasaklanıyor.
“Holocaust” mâlum Kıyamet demek. Yahudilerin uğradıkları soykırıma Holocaust deniyor. West Virginia eyaletinde yaşayan George Dietz isimli bir yayıncı varmış. Yahudilerin soykırıma uğradıkları iddialarının aslı olmadığını, soykırımın diye birşeyin gerçekleşmediğini iddia eden bu adam, ‘80’li yıllarda “Holocaust” kelimesini “Holohoax” (holo-sahterkâlık) olarak değiştirip, iddialarını kanıtlayan bir takım vesikaları internet üzerinden yaymaya kalkınca, Nefret Yasaları yakasına yapışmış. Neden, çünkü Nefret Yasalarına göre Yahudi soykırımı yoktur iddiası ABD’de suçtur. Yahudi soykırımının bir vakıa olduğu Amerikan’ın 21. yüzyılda dünyaya “vaaz etmeye” ve “uygulatmaya” kararlı olduğu “doğru”lardan birisidir.
Olay bununla bitse iyi. Ancak bitmiyor. Nefret Yasaları “soykırım” sözcüğünü tanımlarken Türkiye’ye referans vermeyi ihmal etmiyor Şöyle: “Terimin modern kullanımı bir halkın kısmi yok edilişini de kapsar. Nazilerin başlattığı Holocaust’a ilâveten, 1918’de Türkler Ermenilere karşı soykırım-benzeri katliam başlatmış ya da başlatma girişiminde bulunmuşlardır. Farklı halklara saldırı, Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni soykırımından, Teksas ve Wyoming’deki nefret-kökenli cinayetlerden yerel bir lisenin duvarındaki ırkçı sövgülere kadar uzanan bir beşeri gelenektir.”
Bunu söyleyen kim? Sam Cacas isimli bir San Francisco’lu yazar ki, kendisi “HateMonitor” (NefretDenetimi) isimli sivil toplum örgütü ve yayınlarının başıdır.
Eğri oturup doğru konuşalım: Siz, Türkiye Cumhuriyeti’ni soykırım suçundan mahkûm etmeye niyetli bir Ermeni örgütü olsanız, ne yapıp edip, Başkan Clinton’un “ayrıcalıklı gruplar” listesine dahil olmaya çalışmaz mısınız? Elbette, çalışırsınız.
Listeye girdiğinizde Ermeni soykırımı iftira olmaktan çıkacak, tıpkı Yahudi soykırımı gibi tartışılması dahi yasaklanan bir olguya dönüşecekse, pişmiş aşa su katar, Türklerle sonunun ne olduğunu kestiremeyeceğiniz dürüst bir belge alışverişine girer misiniz? Hayır, aklınız varsa girmezsiniz.
Nefret Yasaları’nın sadece ABD’de değil, Avrupa’da da sessiz sedasız yürürlüğe konduğunu bilseniz, daha bir cüretkâr, daha bir cazgır olur musunuz, olmaz mısınız? Tabii ki, olursunuz.
Nitekim, Ermeni soykırımının bir iftira olduğunu ilân etmek gafletinde bulunan Profesör Bernard Lewis’a Paris’te açılan dört dava Fransızların “nefret yasası” olarak bilinen “Gavssot” yasasına dayanarak açılmıştı. Dava açan dört Ermeni örgütüne destek veren sivil toplum örgütü “Uluslararası Irkçılık ve Anti-Semitizm Birliği.”
Son bir soru: Siz, Bernard Lewis olsanız, Nefret Yasaları bir vakıa iken, dünya kadar cezaya uğramanız ihtimal dahilindeyken Türklerin gerçeğini kanıtlamak için daha ne kadar uğraşırsınız?
Peki, yapabileceğimiz hiçbir şey yok mu? Var! Türkler olarak “Nefret Yasaları” kapsamına girmek! Daha 1100’lü yıllarda, Türklerin “lânetli ırk” olduklarını söyleyip Haçlı Seferlerini başlatan “nefret taciri” Papa Urban’ın sözleriyle başlayıp, günümüze kadar ulusça uğradığımız hakaretleri, ırk, etnisite, vb. vb. önyargıları, sıralayabilir, herkes gibi biz de “korunma” talep edebiliriz. Clinton yasasının ruhuyla da mükemmelen örtüşürler. Ne dersiniz?
Bu bir şaka, tabii! Nefret Yasalarının ne denli hukuksuz olduğunu sergilemek için yapılan bir şaka. Kara mizah.
Öte yandan, “Nefret Yasalarına” karşı çıkanların olduğunu da söylemeliyim. Bunların bir kısmı “nefret etmenin yasaklanması” anlamına gelen bu kanunların Amerikan Anayasasını ihlâl ettiğini iddia ediyorlar. Yine bazıları bir takım grupların “Nefret Yasaları”yla korunma altına alınmış olmalarının o gruplara “ayrıcalık” ya da “özel statü” sağlamak anlamına geldiğini, dolayısıyla anti-demokratik olduğunu söylüyorlar. Ve tabii “Nefret Suçlarının” düpedüz “düşünce suçu” olduğunun altını çizenler de var.
Ne ki, yeterince etkin olamıyorlar, çünkü “nefret tacirleri” diye birilerinin nelere kadir olabildiklerini görmek için diaspora Ermenilerinin internet sitelerine bakmak yetiyor!