Hüccet” delil, kanıt demek. “Hüccetle müdafaa” yada “apologetics” Hıristiyan ilâhiyatının Hıristiyan öğretisini/dogmalarını savunmak, kanıtlamak veya bunlara “mazeret bulmak”la iştigal eden dalı. Örneğin, Hazreti İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu gibi bir inancın “akıldışı ya da mantıksız” olmadığını, hatta “diğer dinlerin inançlarından daha akla yatkın ve dolayısıyla insanlığa daha yararlı” olduğu iddiasını kanıtlama uğraşı. Günümüzde “tarziye vermek, özür dilemek” anlamında kullanılan “apologize” sözcüğü de buradan gelir. “Apology” mazerettir, tarziyedir. Kelime, içini doldurmayan, anlamını karşılamayan oluşumları tanımlamak için de kullanılır. Örneğin, köse bir erkeğin uzatmaya çalıştığı sakalına “sakal müsveddesi” anlamında “an apology for a beard” denir.
Apolojistler, davalarını sistematik olarak yürütürlerken, sürgit, inanç ya da varsayımlarını destekleyecek gerekçeler üretirler. Bu çerçevede, argümanlarını zayıflatabilecek olgu, olay hatta cürümleri inkâr ederler. Yıllar içinde “muğfil” yani aldatıcı olmakla, insanları iğfal etmekle, amaçlarına ulaşmak için gerçekleri hasıraltı etmek ve aklamakla suçlanmış olmaları bundandır. Hıristiyanlığın ilk yıllarında Hıristiyan inancının Roma İmparatorluğu’nun (ve giderek insanlığın) yararına olduğunu savunmak üzere binbir dereden su getiren apolojetiklere yöneltilen bir suçlama da budur. Apolojistlerin başlıca yöntemleri, “seçici algılama” yani davalarını kötü etkileyecek gerçekleri yoksaymak, işlerine gelenleri büyük bir belâgatla abartmaktır. Bu çerçevede, günümüzde “apolojetik” olarak anılmak iltifat sayılmaz.
Öte yandan, apolojistlerin en yaman hasımları, “gerçek”e inanç, dogma ya da Hıristiyan öğretisi ile değil, mantık ve sınama/deneme yani bilimsel yöntemle varılabileceğini savunan “rasyonalistler”dir. “Bilimsel yöntem” elle tutulur verilere dayanır. Önce hüküm bildirip, ardından bu hükme mazeret/delil aramaz. Sonuca/hükme delillerden yola çıkarak varmaya çalışır.
Bu uzunca girizgâhtan sonra, Boğaziçi Üniversitesi’nde toplanması plânlanan (ve ertelendiği anlaşılan) “İmparatorluğun Çöküşünde Osmanlı Ermenileri:Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi” isimli konferansı tertipleyenlerin, söylemlerinin aksine, “bilim adamları” değil “apolojistler” klasmanına girdiklerini düşündüğümü ifade etmek isterim. Şöyle ki, akademik ünvanları ne olursa olsun, Belge-Berktay-Deringil üçlüsü ve yandaşları, yola “Ermeni soykırımının bir vakıa olduğu” ön-yargısıyla yola çıktıklarını defatle ilân etmiş insanlardır. “Ön-kabul” değil, “ön-yargı,” çünkü ön-kabul bilimsel yöntemde “hipotez”in karşılığıdır ve “hipotez,” sınanmak içindir. Oysa, bu beyler, hipotezlerini sınamak, gerçeğe bilimsel yöntemle ulaşmak gibi niyetleri olmadığını, Konferansı “verilere kapatmak” suretiyle ilân etmişlerdir! Soykırım ithamında “veriler” arşivlerdir. Bir toplumun arşivlerini bireyler değil, ister istemez, “devlet” kurumları muhafaza ederler. Bu arşivlerden nasibini alan bireylerin vardıkları sonuçların devletin o günlerdeki politikasıyla hasbelkader örtüşüyor olmaları onları ikinci sınıf bilim adamları yapmadığı gibi, apolojist davaları nedeniyle arşivlerin yanına uğramayanların “bilimsel yöntem” konusunda söyleyecekleri sözleri olamaz. Nitekim, İlber Ortaylı, Halil İnalcık gibi tarihçileri dışlayan bir Konferansın, elif-be’den nasibini almamış edebiyatçı ve şairlere itibar etmesi “seçici algılama”nın itirafından öte değildir. “Seçici algılama,” düşünce özgürlüğü gibi, demokrasi gibi günümüzün popüler kavramlarının ardına da saklanamaz, çünkü, bilimsel veriler, “demokrasi”nin arkasına sığınılarak yoksayılamazlar. Dünyanın yuvarlak olup olmadığına “demokratik oylama” ile de karar veremezsiniz. Veriler dünyanın yuvarlak olduğunu kanıtlıyorlarsa, düşünce özgürlüğü adına tersini savunmakta ısrar, kitleleri güttüğünüz davanın haklı olduğuna inandırmak/aldatmak gayretinden ibaret kalacaktır. Bilimsel yöntem, verilere itibar etmektir ki, yoksaymak despotizmle özdeşleşir.
Peki, Ermeni soykırımı olmadığını içinize sindiremiyorsanız ne yaparsınız? Çok basit: eldeki verileri sorgular, onları geçersiz kılan yeni veriler sunarsınız. Ancak, bunu yapabilmek için, bir, karşı tarafın yani iddiaları resmi tarihle örtüşenlerin elini görmeniz, iki, kendi elinizin daha iyi olduğundan emin olmanız gerekir. Konferansı, resmi, ya da değil, “verilere kapatmak” olayı bir “fact-finding” misyon olmaktan çıkaracak, apolojist hareketine döndürecektir ki, olan da budur.
Bu noktada sorulacak soru, “Belge-Berktay-Deringil üçlüsü ve yandaşlarının hüccetle müdafaa ettikleri nedir?” olmalıdır. Bu sorunun cevabını bir çırpıda vermek hiç de kolay olmamakla birlikte, bana öyle geliyor ki, “Avrupai” olduklarını düşündükleri değerler ve yaşam biçimidir. Yeni Dünya Düzeninin ve neo-liberalizmin diğer sistemlerden daha akla yatkın ve dolayısıyla insanlığa daha yararlı olduğu iddiasını kanıtlama uğraşıdır. Günümüzde Hırisitiyan apolojetiklerini aratmayan bir inanç manzumesi haline gelmiş olan bu sistem ve değerleri yüceltmek için bulunamayacak mazeret, hasıraltı edilemeyecek arşiv, aklanamayacak haksızlık, çiğnenmeyecek bilimsel kural yoktur.
Bu bağlamda, Boğaziçi Üniversite’nin bilimsellikle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir toplantıya evsahipliğine kalkışmasını “ihanet” vb. kötü niyete değil, fevkalâde “ala turca” bir sen-ben-bizim oğlanilişkisine atfettiğimi de söylemeliyim. Toplantıya davet edilenlerin asgari müştereğinin AB’cilik ve türevleri olduğu düşünüldüğünde, “düşünce özgürlüğü” ya da “akademik özgürlük” gibi “mazeretler”in kolayca yandaş bulmuş olmasına şaşırmamalı.
Yeri gelmişken, “apolojist” kelimesi günümüzde saygınlığını yitirmiş bir kelime olduğundan yerini “spokesperson” yani “sözcü” kelimesine bırakmış olduğunu hatırlatmalıyım. Sözcü, tıpkı bir apolojetik gibi, “verili bir davanın partizan/yanlı sunucusu” olup, aralarındaki tek fark belâgat farkıdır. AB sözcüleri, bilimsel yani yanlı olmadıklarını açık etmemeye özen gösterdikleri için “yansız” bir dil kullanmaya çalışırlar. Konferansın adının her derde deva muğlaklığı da bundandır.