Geçtiğimiz günlerde ahirete göç eden Alev Alatlı,bu dünyada da Batıdan doğuya göç eden bir muhacir olarak anlatır kendini.
Ve der ki;
“Ben bir muhacirim,muhacirim derken kelimeyi özgün halde kullanıyorum. Hicret eden.1912 Balkan göçü,benim ailemin bütün erkeklerinin yitirildiği çetin bir ricattı.Fakat benim sözünü ettiğim hicret, rahmetli Ali Şeriati bağlamında bir hicret,aklî hicretten bahsediyorum.Yollara düştüm, güneşin battığı diyarlardan,güneşin doğduğu diyarlara. Aydınlanma kutbundan ,merhamet kutbuna hicret etmeye çalışıyorum. Aydınlanma kutbu dediğim burada yegane terazisi yasaların harfinden ibaret olan bir düzen. Merhamet kutbundan kastım yasaların ötesinde kadim değerlerin esas olduğu toplumsal düzen. Kendi adıma ikisinin arasında bir yerlerde hakikati arayan bir entelektüel muhacir olarak anılmam gerektiğini düşünüyorum. “
Hayatını ilme adamış, okumuş ama kendi tabiriyle “su gibi okumak ” ve yazmış. Bu öğrenme merakını ve okuma aşkını babasından aldığını söyler. Alev Alatlı,insanlara ilham veren,kıymetli işler yapmış, ardında değerli eserler bırakmış bir münevverdi.
Ona göre Türkiye’nin bozulmaya başlaması birbirimize olan inancımızı kaybettiğimiz zamandır. “Artık birimize güvenmiyoruz, sevmiyoruz” der ve Alatlı’ya göre bu da bize dışarıdan geldi.Çünkü Alatlı’ya göre onlar hep birbirini yiyerek yaşadı. Ama hep Türk milletinden umutludur.
“Tarih Türksüz olmaz…Canın sagolsun diyen,komşusu açken tok yatılmaz diyen bir millet daha göremezsin “der.
Ülkesine aşık,Türk sevdalısıydı.Türk müslümanlarının sorumluluğunun çok olduğunu söyleyen,Türkiye için düşünen , yazan,anlatan,Türk yazar,akademisyen,sosyolog köşe yazarı ,ekonomist.Bu tanımlar onu anlatmada yeterli mi bilemedim.
Filistini kendine dert edinmiş ,”Filistin benim canım, Filistin benim ciğerim “diyerek yüreğinde en derin mesele haline getirmiştir. “Filistin yaradır. Herhangi bir yerin işgalinden daha ağırdır. Çünkü olmayan bir hurafe üzerine kurulmuş,herkesin “miş” gibi yaptığı bir ülke İsrail ve bu kadar göz göre haksızlık çok ağır gelir bana “diye üzüntüsünü ifade eder.Filistin davasını duyurmak üzere yaptığı çalışmaları 1986’da Tunus’ta sürgünde olan Yaser Arafat tarafından “Özgürlük Madalyası “ile onurlandırılmıştır.
2006 yılında Rusya’da Mikail Aleksandroviç Şolohov 100.yıl ödülünü almıştır. 2012 yılında Bülent Ecevit,2017 yılında Süleyman Demirel üniversitesi tarafından fahri doktora payesi ile onurlandırılmıştır.
2014 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat ödülünün sahibi oldu.O ödül töreninde yaptığı “Her yasal hak helal değildir “konuşması tarihe geçti.
Ona göre “iflas eden kardeşinizin haraç mezat satışa çıkarılan evini satın almanız yasal hakkınız olabilir,ama helal değildir. İmar ruhsatı alan bir müteahhit şehrin ufkuna tecavüz ederken yasal olarak suçsuzdur ama yaptığı helal değildir. Yeni ve çok daha ucuz enerji türünün pazara girmesini önlemek üzere üretim haklarını satın alan, sümen altı eden bir petrol şirketi yasal olarak suçsuzdur ama yaptığı iş helal değildir. Bir kalem darbesiyle lümpen ergenleri sokağa döken yazar ,alevler afakı sardığında olayları evinden seyrettiği ispat ediliyorsa yasal olarak suçsuzdur. Ama yaptığı helal değildir .”
Dinden,gelenekten,kadim örf ve adetlerden soyundurulmuş,yegane ölçüsü nesnel yasaların harfinden ibaret olan toplumlarda eşrefi mahlukata layık toplumlar olamıyor görüşündedir.Ve ona göre insanın araç değil amaç olduğu unutulmuş, infaz yasalarına uygun olduğu sürece ölen çocukların hesabının sorulamadığı bir nizam inşa edilmiştir. Şimdilerde Filistinde bu sözlerin karşılığını görmekteyiz. Öldürülen onca çocuğun, yapılan soykırımın hesabını soran bir mekanizma bulunmamaktadır. İsrail’e Açılan soykırım davası ne kadar sürer, o sürerken kaç can daha yiter bilinmez.
Diğer bir kıymetli tesbiti de şudur ki;”Tarihin bize öğrettiği bir şey var,ister en mükemmel yönetim sistemini,ister ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiş olsun bir medeniyetin sevgi ve nefs terbiyesi dumura uğramış, manevi enerjisi tükenmiş ise o medeniyeti ne BM tüzüğü, ne Helsinki beyannamesi ne AİHM mevzuatı ne de en üstün silahlar kurtarabilir.”
Alev Alatlı çok yönlü biriydi felsefe, sosyoloji,ekonomi,ilahiyata kadar bir çok alanda eğitim almış, araştırmalar yapmış, saatlerini,yıllarını hayatını ilme adamış biriydi ve haliyle birikimi oldukça fazlaydı. Bir çok kitap yazdı ama ona yetmedi.Daha fazlasını yapmak istiyordu.Hafızasında biriktirdiği, öğrendikleriyde harmanladığı o bilgiyi daha fazla insana ulaştırmayı, sonuna kadar paylaşmayı istiyordu.Öyle de yaptı, yorulmadan,usanmadan,hastayken bile oksijen tüpüyle toplantıya katılacak kadar azimle.
O yüzden diyorum ya ilham alınacak, hayran olunacak bir ilim aşkıdır ondaki. Bir sohbetinde son zamanlarda ölüm korkusunun onu sardığından bahseder.Ama ölmekten çok hafızesının içinde yıllardır biriktirdiği bir sürü bilgi olduğunu ve bu topluma fayda sağlayacağını, ölmekten daha çok bu bilgileri aktarmamaktan korktuğunu söyler.
Korkusu ömrü boyunca biriktirdiği bu bilgileri tam olarak paylaşamamaktır.Neredeyse son nefesine kadar insanlara faydalı olma gayretindeydi.
Alev Alatlı ‘nın yine en sevdiğim sözlerinden bir de “En büyük ihanet dünyanın bir ayet olduğunu unutmaktır,okumamaktır,düşünmemektir. “sözüdür.
Dünyada yönünü hakikate, merhamet kutbuna çeviren,bu ülke insanını seven,bu ülke insanına güvenen Alev Alatlı ‘ya Allah’tan Rahmet diliyoruz.
Onu eşsiz üslubuyla, eserleri ve sohbetleriyle bu ülkenin bir değeri olarak , onun tabiriyle hakikati arayan bir entelektüel olarak hatırlayacağız.