“ÇENTİKLEME,” MİLLİ TAKIM, SEZEN AKSU, SİYASET, vd.vd..

“Bench” peyke ya da tahta sıra demek. “Benchmark” peykeye ya da tahta sıraya atılan “çentik.” Son on yıldır iş idaresinde kullanılan bu terim, “çentik,” belirli bir faaliyet alanındaki “en iyi performans” anlamına geliyor. Diğer bir deyişle, o faaliyet alanındaki “mükemmeliyet ölçütü.” 

İkinci kavram, “benchmarking” ya da “çentikleme.” “Çentikleme,” belirli bir etkinliğin kendisini dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir etkinlikle sistematik ve sürekli bir biçimde kıyaslama süreci olarak tanımlanıyor. Bu süreç, çentikleme yapan kuruluşun kendi performansını “mükemmeliyet ölçütü”nü yakalayacak şekilde arttıracak önlemleri tanımlanma ve alma süreci. Bu bağlamda çentikleme hiç bitmeyen bir süreç.

“Çentikleme açığı,” (benchmarking gap) belirli bir etkinliğin çentiği ile aynı etkinlikte faaliyet gösteren diğer kuruluşların arasındaki performans farkı. İyi yönetim, performansın bir numaralı unsuru kabul ediliyor. 

Bu tanımlardan yola çıkarak, şöyle bir öneri getiriyorum: Toplumumuzun bu döneminde “çentik”lerinden bir tanesi de Milli Futbol Takımızın performansı ve diğer futbol kulüplerinin kendilerini Milli Takıma çentikleyerek, aralarındaki “çentikleme açığı”nı kapatmaya yönelmeleri gerekir. 

Öte yandan, çentikleme sadece aynı alanda faaliyet gösteren kuruluşlarla kısıtlı değil. “Generic benchmarking” diyorlar, bir etkinlik kendisini faaliyet sahasının tamamen dışında bir kuruluş ya da kuruluşlarla çentikleyebiliyor. Buradaki “generic” kelimesini, “umumi” ya da “genel” olarak çevirebiliriz. 

Genel çentiklemenin en iyi örneklerinden birisi, Amerika’nın en kalitelilerinden biri olduğu tartışmasız olan Boston Bale Kumpanyasının çentiklemesi. Boston Bale, gelirinin %80’ini bilet satışlarından, %20’sini yardımlardan karşılayan bir kuruluş. 1992 yılı ekonomik durgunluğu ile birlikte Boston Bale’nin bilet satışlarında önemli bir düşüş oluyor. Bilet satışlarını arttırmak için kendilerini çentikledikleri iki kuruluştan birisi Au Bon Pain, fevkalade başarılı bir bakkal zinciri, diğeri bir bilim müzesi olan Boston Museum of Science. Hem müzeyi hem de Au Bon Pain’ı kamuoyunun kendilerini “algılama” biçimini (yani “imajını”) istenene uygun hale getirmek, talebi arttırmak için “model” alıyorlar. Ayrıca, yöredeki başarılı vakıf üniversitelerini inceliyorlar. Çünkü, bir vakıf üniversitenin öğrenci celbetmesi hem imajına hem de ticari becerisine bağlı. Bu bakımdan bir bale kumpanyası pekalâ da kendisini bir akademik kuruma çentikleyebilir – diye düşünüyorlar. 

Boston Bale’nin mütevelli heyeti başkanı biyokimyager Cooney, “Çentikleme insana diğer kuruluşlardan önce kendi kuruluşunu öğretiyor,” diyor, “Mesele onlardan ne öğrendiğinden çok kendi hakkınızda nelerin farkına vardığınız meselesi. Bazen sizin kendi yaptığınızın daha doğru olduğunu görüyorsunuz, bazen de çentiklediğiniz kuruluşun. Kendinizi görmek en az başkasını görmek kadar yararlı oluyor.” Cooney, sonra da bir dizi öneri getiriyor: 

1. Kuruluşunuzun hangi yönleri sizin için önemli ve hangi yönlerini iyileştirebilirsiniz önce ona karar verin. Sonra bunları önem sırasına koyun, ve birinci sıradakinden başlayın. 

2. Kuruluşunuzun bütün çalışanlarını biraraya getirin, ilgili ilgisiz gibi görünen herkesle konuşun. Ben bir bilim adamı ve akademisyen olarak baleye bale-dışı bir bakış açısı getirmek suretiyle yararlı oldum.

3. Çentiklediğiniz kuruluşa soracağınız soruların açık ve dar bir 
dökümünü yapın. Örneğin, “finansman” çok geniş bir konudur ama “size kimler para yardımı yapar” çok daha net bir sorudur. Bu bağlamda, başkalarına soracağınız soruları kendi kuruluşunuza sormaya da hazır olun.

4. Kiminle konuşmak istediğinize iyi karar verin. Bir işi en iyi yapan kim ise onunla konuşun. Biz, bakkal zincirini seçtik çünkü verdikleri görüntü (imajları) iyiydi. Gelişmek için vakıf üniversitelerini model aldık ve mümkün olduğu kadar kendi yöremizdeki kuruluşlarla çalıştık.

5. Model aldığınız kuruluşlara siz de birşeyler verin. Örneğin, vardığınız sonuçları onlarla paylaşın. Böylece onların gelecekte size tekrar yardımcı olmalarını sağlarsınız.

6. Dinlemeye hazır olun. Yeni bir şey öğrendiğinizde bunu kendi kuruluşunuza uygulamanın yollarını araştırın. Değişimlerin çoğu hayati değişimler olmayacaktır ama radikal dönüşümlere de hazır olun.

7. Beklenmeyeni bekleyin. Örneğin, mütevelli heyetinizin birbirlerine daha saygılı, daha bağlı insanlardan oluşması gerektiğinin farkına varabilirsiniz. Büyümenizi engelleyen belki de başkanınızın huyu! Fazla atak ya da fazla temkinli olabilir. 

8. Vardığınız sonuçları dikkatle özetleyin. Uygulamaya koymak istediklerinizi işaretleyin ve uygulamaya girişin. Bu başlangıçta kolay olmuyor. Yadırgıyorsunuz. Ama zamanla alıştığınızı göreceksiniz. 

Çentikleme, bireysel performanslar için de geçerli. Örneğin, bir siyasi, kendisine bir sanatçıyı çentik alabiliyor. Şöyle düşünelim: Sezen Aksu’nun yıllardır yüz binleri yerinden oynatan bir performans sergilediği açık. Üstelik bu yüz binler Aksu’nun bir performansını seyredebilmek için ülke koşullarında hiç de azımsanmayacak ücretler ödeyebiliyorlar. Peki, Sezen Aksu’ya tekabül edebilen, Sezen Aksu’nun performansına ulaşabilen bir politikacı var mı? Ya da, bir politikacı nasıl bir performans sergilemeli ki, yüz binlerin gönüllerinde yer edebilsin? 
Cooney’nin önerilerinden yola çıkarsak, siyasinin herşeyden önce kendi öncelikli hedefini belirlemesinin gerektiği ortaya çıkıyor. Bunlar neler olabilirler diye düşündüğümüzde birinci hedefin “ülkenin kaderini değiştirecek projelere imza atabilmek,” ikinci hedefin “seçilmeyi sürdürmek” olduğunu varsayabiliriz. Ne ki, bu iki hedefin her zaman çakışmadığı açıktır. Örneğin, zaten yoksul olan bir ülkede Sosyal Sigortalardan yararlananların sayısını haksız da olsalar azaltmaya kalkarsanız, seçilme şansınızı azaltacağınız kesindir. Ya da gecekondu affının oylarınızı arttıracağı kesindir de, bu hareketin ülke bütününün yararına olmayacağı açıktır. İşte bu noktada politikacı “çentik”ine dönüyor. Sezen Aksu’nun popüleritesini müziğinden taviz vermeden nasıl dorukta tuttuğunu incelemeye alıyor. Dikkatinizi çekerim, çentik, örneğin tavizsiz bir müzisyen olan örneğin Levent Yüksel değil. Yüksel, Türkiye’nin en iyi erkek sesi ama en popüler erkek sesi değil? Neden? Siyasi, en iyi projelere imza atmanın tekrar seçilmek için yeterli olmadığını tecrübeyle bilir. Nitekim, İngiltere’yi İkinci Dünya Savaşından çıkaran Churchill, savaşın sonrasında müthiş bir yenilgiye uğramıştı. Türkiye’de de çok örneği vardır. Şu halde, Aksu’nun performansına ulaşabilmek başka bir takım nitelikler istiyor demektir ve yapılacak şey, bu niteliklerin neler olduğunun saptanmasıdır. Bu noktada Cooney’nin ilgili ilgisiz herkesle konuşun dediğini hatırlatayım. İlgili, ilgisiz herkesle konuşulacak ve söz konusu “diğer niteliklerin” neler olduğu anlaşılmaya çalışılacak. 

Örneğin, bana soracak olursanız, Aksu’nun sevilme nedenlerinden birisi yiğit bir kadın olmasıdır. “Yiğitlik”i güvenlik içinde olmaya, rahat yaşamaya duyulan husumet ve müdanehesizlik olarak tanımlıyorum. Aksu, güvenlik içinde olmayı reddettiği içindir ki, eski ve kabul gören şarkılarıyla yetinmez, her an yeni bir şarkı ile yeni bir risk alır. Rahat yaşamaya hayatında birinci derecede önem vermediği için her an yeni bir denemeye girişebilir, her an her şeye yeniden başlayabilir. 

Dalkavukluk etmez ama saygısız da değildir. Nekes değil, bonkördür. Yeteneğine güvendiklerini sahnesini çalıp çalmayacaklarına bakmadan öne çıkarır ve o kendi işine bakar. Kendi işine, yani üretime. Sezen Aksu’yu çentikleyecek bir politikacının onun bu konumundan çıkaracağı sayısız derslerin olduğu açıktır. 
Aynı bağlamda, Milli Takımı çentikleyecek bir siyasi partinin de çıkaracağı çok ders olsa gerekir. Ülke gençliğinin yüzde yetmişinin yurdu terk etmek istediğinin söylendiği bir dönemde, ülke cadde sokak bayraklarla dolduysa, millet bir kez daha “Türk” olmaya karar JJJ verdiyse, olaya tekrar ve tekrar bakmak gerekir. 

Diyelim, Milli Takımı çentiklemeye karar veren siyasi parti araştırmaları sırasında bana da geldi ve bu büyük çoşkuyu yaratan nedenlerin neler olduğunu düşündüğümü sordu. Ne derdim diye düşündüğümde aklıma gelenler şunlar: bir kere, başarı yurtdışında elde edilmiş, dünya ölçeğinde sınanmış bir başarıydı. Bu bana bir siyasi partinin kendisini yurt içindeki diğer siyasi partilerle değil, yurt dışındaki siyasi partilerle yeniştirmesi ve değerini orada tescil ettirmesi gerektiğini söylüyor. Demek istediğim, sosyal demokrasi adına sayısız Türk hasmı ile değil, meselâ, Tony Blair’le yenişen bir Deniz Baykal. Ya da liberal ekonomi adına doğrudan IMF’nin politikalarını tartışmaya açan bir Tansu Çiller. Çünkü, dünyanın küçüldüğü (dilerseniz küreselleştiği) bir vakıa ve “dünya”ya kabul ettiremediğinizi kendi ülkenizde de kabul ettiremiyorsunuz. Öte yandan, istesek de istemesek de, dünyada revaç bulan bir takım görüntüler var ki, bu görüntüler insanların ortak dünya görüşlerinin parolaları gibi. Meselâ, o delikanlının Mohikan saç kesimi. Ne Türk seyirciler, ne de diğerleri yadırgadı. Yadırgamadıkları gibi, bize ortak bir kulübe dahil olduğumuz duygusunu verdi. Belki de siyasi partilerin o saç kesiminden dahi çıkaracakları dersler var. Ne gibi? Ağızınızla kuş tutsanız, molla kaftanı ile başarılı olamayacağınız gibi. En doğru doğruları da söylüyor olsanız, zarf mazrufu gölgede bırakacaktır. Bir de tabii, sokakta, elindeki bayrağı sallayan elli-beş yaşlarındaki devlet memuresi var. Yaşlı hanım, “Türkiye’yi seviyorum!” diye ağlıyordu. Tanrı bilir, bencileyin, hangi kale kimindir, ofsayt nasıl birşeydir onu da bilmiyordu. Ve tabii, Tarkan’ın şarkısı. Burada da önemli olan “o şarkı” değil, şarkıyı söyleyenin Tarkan olması. Tarkan’ın “küresel” kabul gören bir şarkıcı olması. Öyle ki, maç şarkısının ardından insanların bir başka Tarkan şarkısını söylemeye devam etmeleri. Yani bir başarının diğerine çentiklenmesi. Ola ki, Milli Takım oyuncuları da kendilerine Tarkan’ı çentik tutmuşlardı. 

Velhasıl, çok ilginç bir kavram bu çentik kavramı!