CUMHURBAŞKANLIĞI KÜLTÜR VE SANAT BÜYÜK EDEBİYAT ÖDÜLÜ 2014 TEŞEKKÜR KONUŞMASI

… görüldüğü gibi  (tanıtım filmini kotaran arkadaşlara ayrıca teşekkür ederim)  ben bir muhacirim,  Sayın Cumhurbaşkanım. 

Muhacirim derken, kelimeyi özgünanlamında kullanıyorum: “hicret eden.”1912 Balkan göçü, ailemin hemen tüm erkeklerini yitirdiği, çetin bir ricattı. Malûm.  Benim sözünü ettiğim hicret,  rahmetli Ali Şeriati bağlamında: aklî  hicret.  

Yollara düştüm,  güneşin battığı diyarlardan, doğduğu diyarlara…  Aydınlanma kutbundan, merhamet kutbuna hicret  etmekteyim.   Aydınlanma kutbu dediğim, yegâne  terazisi yasaların harfinden ibaret olan nizam.  Merhamet kutbu,  yasaların ötesinde kadim değerlerin  esas olduğu toplumsal düzen.  İkisinin arasında biryerlerde, kendine göre hakikatı arayan bir entelektüel  muhacir.  Bu, benim.

Önceki gün ağırladığınız  Rusya Devlet Başkanı Sayın Putin’in has danışmanı Aleksandr  Soljenitsin’in “merhamet kutbuna vardığınızda  insanlık görevinizi yerine getirebilmek için üstüne para vermeye hazırsınız demektir” mealinde bir vecizesi vardır.  Toprağı bol olsun, cesur, soylu, yüce gönüllü, ahlâkçı bir  yazardı.  Gelmiş geçmiş toplum mühendislerinin en zalimi  Josef  Stalin’in  gulag  mahkûmlarını görev edinmişti.“Ölenler göreve çağırıyorlar,” diye anlatırdı, “Milyonlarca ölü… her gün, her birisi göreve çağırıyor.  Onlar ölü.  Sen yaşıyorsun. Görevini yap. Dünya olan biten herşeyi öğrenmeli… Görevini yap.  Nefretin ve zulmün cehenneme çevirdiği cinnet çukurunda  telef olan yüzbinlerin hiç değilse insan olduklarının kaydedilmesini sağla. Görevini yap.”Bunu burada neden naklediyorum?En kalbi müttefiklerimizin,  en beklenmedik kuytularda saklı olabildiklerini  hatırlatmak için anlatıyorum.Soljenitsin yaşasaydı,  yüzbinlerce Suriyeli  mülteciye kapılarını açan hükümetinizi mutlaka ululardı.

Yasanın bireylerin  kendi kafalarında saklı,  adaletin kendi silâhlarının ucunda  olduğu,  nesnel hukuktan nasibi almamış  toplulukların ne denli korkunç olabildiklerini biliyoruz.  Geçen yüzyılda, Hitler Almanyası,  Stalin Rusyası,  bu yüzyılda  Esad’in  Suriyesi, DEAŞ  dehşeti…  Saymakla bitmez.

Öte yandan,  dinden, gelenekten, kadim  örf  ve adetlerden soyundurulmuş,  yegâne ölçüsü nesnel yasaların harfinden ibaret olan toplumlar da eşrefi mahlukata  layık  bir düzenlemeler değil.

Avrupa ’aydınlanma’sı,  insanlığın dini dogmalardan silkinip, ‘akıl ve mantık’ yolunda ilerleyeceğini vaad etmişti.  Olmadı. İnsanı evrenin merkezine yerleştirmek niyetiyle döşenen yol, eşrefi mahlukatın  rakamlara indirgendiği,  sarf malzemeleri  misali  muhasebeleştirildiği,  ülkelerin sınırlarının cetvelle çizildiği, mekanik  olduğu kadar da acımasız ve kaba bir dünya görüşüne evrildi.İnsanın araç  değil amaç  olduğu unutulurken,  infaz yasalarına uygun olduğu sürece, ölen çocukların hesabının sorulamadığı bir nizam inşa edildi ve yerleştirildi.

Bugün geldiğimiz, Birleşmiş Milletler,  NATO,  IMF  gibi kurumların onayını alan “haklı olma hali”nin  temyiz edilemez olduğu noktadır.  21. Yüzyıl, ekonomik yığışımlar  ve  ekurilerinden oluşan bir oligarşi niteliğindedir. Yeni oligarkların ayar verdiği bir düzen yaratıldı.

Neden nefret edip etmeyeceğimizin bile  yasalarla saptandığı bir düzene gidiliyor.  Nefret edilesi unsuru ortadan kaldırmak yerine, nefret  edeni  yasalarla cezalandırmak… Mesela, Ermeni soykırımın olmadığına kanaat getiren bilim adamlarını, yasalarla susturmak…Arzın güneşin etrafında döndüğünü savunan Galile’nin şiddetle tedip edildiği  ilkelliğe geri dönüştür  ama tam da oligarşik toplum mühendislerine göre bir işti.  O da oldu.Şimdi artık,  helâl olsun olmasın,  “haklı olma” durumlarını  yasalarca tevsik edilen taraflara  insaf  telkin edilemez.   Kamu yararına, insanlık adına  geri durmaları, kazanımlarından feragat  etmeleri istenemez.

Oysa, aslolan, hakkın helal edilmesi olmalıydı. Helalleşmek olmalıydı.Helalleşmek,  mahkemede dava  kazanmaktan  daha  üstün olmalıydı. Çünkü, her yasal hak, helâl değildir.

Suruç ile Kobani’nin arasında çizgi çekmek, Birinci Dünya Savaşı galiplerinin kılıç hakkı olabilir ama helâl değildir. Keza, iflas eden kardeşinizin haraç mezat satışa çıkarılan evini satın almanız  yasal hakkınız olabilir ama…  ama helâl değildir. Oysa, tarihin bu noktasında yasal haklardan feragat, kişisel çıkarlardan fedakârlık, kamu yararına gönüllü özveri, zekâ geriliği değilse beceriksizlik sayılır. 

İmar ruhsatı olan bir müteahhid,  şehrin ufkuna tecavüz ederken yasal olarak suçsuzdur. Yeni ve çok daha ucuz  bir enerji  türünün pazara girmesini önlemek üzere üretim haklarını satın alıp sümen altı eden bir petrol şirketi de yasal olarak suçsuzdur. Raf ömrünü uzatmak için ekmeğin hamuruna  kanserojen madde katan  gıda üreticisi, formülü ambalajın üstünde yazdığı sürece suçsuzdur. Bir kalem darbesiyle atar ergenleri sokağa döken yazar, alevler afakı sardığında suç mahallinde değilse, olayları  evinden izliyorsa, suçsuz sayılacaktır. 21.yüzyılın en yaman toplumsal projesi,  helâl olanı,  yasal olanla örtüştürmek olsa gerek. 
Kadim değerlerle rabıtası zedelenen özgürlüklerin şerden yana bükülmelerinin önüne geçmek,  yasaların tanıdığı haklardan insanlık veya Allah adına feragat emenin garipsenmeyeceği bir dünya yaratmak.

Tarih bize öğrettiği, ister en mükemmel yönetim sistemini, ister ekonomik kalkınmayı  gerçekleştirmiş olsun, bir medeniyetin sevgi ve nefs terbiyesi dumura uğramış,  manevi enerjisi tükenmişse,  o medeniyeti,  ne  Birleşmiş Milletlerin tüzüğü,  ne Helsinki beyannamesi,  ne  AIHM mevzuatı, ne de üstün silâhların kurtarabildiğidir.

Siz,  dünya beşten büyüktür demiştiniz,  Sayın Cumhurbaşkanım.“Galile etkisi” derler.  Oligarşi hükümdar olduğunda, umuma hitap eden ve fakat “umumun zihniyetini” yansıtmayan sözlerin öfke uyandırması,  husumet çekmesi, bastırılmaya çalışılması  usuldendir.Velâkin, “Evrensel dolandırıcılığın hüküm sürdüğü zamanda  gerçeği söylemek devrimciliktir” diyen George Orwell hayatta olsaydı, sizi ayakta alkışlardı,  efendim. Daniel Defoe, Robin Cruose’nun müellifi de ona katılırdı:  “Hakikatı gören, başkaları farklı düşünüyorlar diye onu haykırmaktan çekiniyorsa hem budala, hem de alçaktır.  Bir adamın benden başka herkes aldanıyor demesi  güçtür,  şüphesiz;  ama sahiden herkes yanılıyorsa o ne yapsın?”Bu alıntıyı hatırlarsınız. Rahmetli  Cemil Meriç, Bu Ülke’de kullanmıştı.  Yeri gelmişken, bana layık gördüğünüz bu ödül, rahmetliye çok yakışırdı. Önümüzdeki yıllarda değerlendirmeye almanızı umarım.

Evet.  Dünya, Güvenlik Konseyinin,  Standard&Poor’sun,  IMF’nin,  beynelminel medya kartellerinin,  muhtelif strateji uzmanlarının nadan dünyalarından büyüktür.Ve bence sizin kalbi dostlarınız, varolmanın, bu gezegende yaşayakalmanın dayatılagelenlerden daha insancıl yollarının olduğunu görebilen sanatçılar ve edebiyatçılar arasındadır, Sayın Cumhurbaşkanım.

Bu büyük ödül, benim olduğu kadar  hayatımın önem ve hareket merkezi olan ailemindir. Hazirunun arasında seçebildiğim okurlarımındır. “Or’da kimse var mı?” dörtlüsünün cesur yayıncısı Mustafa Demirkanlı’nındır.  Yazmaya devam etmemi mümkün kılan  yayıncım Faruk Bayrak’ındır.

Merhametin zaafla karıştırılmadığı,  kul hakkının gözetildiği, kinsiz, kibirsiz, sade ve sakin yaşamın hüküm sürdüğü bir dünya özleyen, yükselen trendlerle birlikte yükselmek değil, çoğu kez onlara rağmen yazan bağımsız  meslektaşlarımın,  sanatın muhasebeleştirilmeyeceği bir dünya özleyen bağımsız  mesteklaşlarımındır. Ve hiç kuşkusuz  bana Cumhurbaşkanlığı 2014  ödülünü layık gören zatı alinizin ve ekibinizindir.

Saygılarımı  sunar, tekrar teşekkür ederim, efendim.