Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi Zorunlu Olmalı Mı?

“’Din’ herşeyden önce insanoğlunun yeryüzündeki binlerce yıllık serüveni sürecinde şekillendirdiği bir “dünya, kâinat, kozmos açıklaması,” dilerseniz, görüşüdür.

“Din” kelimesini bir üstbaşlık olarak kabul edersek, tarih öncesinden başlamak üzere, paganizmden teizme, teizmden deizme, mezhep, tarikat, kült veya benzerleri kümeleşmelerin sayısız açıklamalar geliştirdikleri de mâlumdur. Bunlardan bazılarının vardıkları sonuçlar, Kitaplı Dinler dediğimiz Musevilik-Hıristiyanlık-Müslümanlık üçlüsünde olduğu gibi benzeşmekle birlikte, bir o kadar da farklı ve ayrı sonuçlara varan inançlar da mevcuttur. Şinto, Budizm, Budizmin muhtelif çeşitlemeleri, Konfüsyusçülük, Asatru gibi gibi dinlerin dünya/kâinat görüşleri diğerlerinden ve birbirlerinden çok farklıdır.

Bu çerçevede, din eğitimi, esası itibariyle insanoğlunun bu gezegendeki  düşünce/inanç serüveninin “nakledilmesi” anlamına gelir ki, en az tarih, coğrafya gibi beşeri bilimler (humanities) kadar önemlidir.  Dolayısıyla, “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” dersinin dört başı mamur bir eğitim için şart ve zorunlu olması gerektiğini düşünürüm.

“İsteğe bağlı tarih” ne denli anlamlıysa, isteğe bağlı “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” de o kadar anlamlı bir seçenek olur. Öte yandan, meselenin, dersin “içerik”inden kaynakladığı da bir vakıadır. Benim olmazsa olmaz gördüğüm, “dini dünya görüşü” dediğimiz olgunun ne olduğunu işleyen; bundan yola çıkarak Avrupa Aydınlanması ile sonuçlanan değişimi açıklığa kavuşturan, ve nihayet her toplumda bir dönem yaşanmış ve yaşanmakta olan “din-bilim çatışmasına,”  “vahiye karşı gözlem/deney tartışmalarına” ve nihayet günümüzde “New Age” akımının temsil ettiği gelişmelere ışık tutan,  tebliğ, ikna gibi misyonervari tutumlardan uzak duran, olabildiğince tarafsız “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi”derslerinin zorunlu olmasıdır.  Bu meyanda İkinci Aydınlanma denilen ve “bulanık mantık,”* nano-teknoloji gibi gelişmelerin  işaret ettikleri  yeni dünya görüşleri de müfredat kapsamanıa alınmalıdır.

İslâm’ın din eğitiminin bir alt-başlığı olarak, ancak İslâmi mezhep, tarikat, vb. kümelenmeleri de içeren bir müfredatla alt başlığın altında yer alması gerekir. Bunu söylerken, İslâm dininin öğretisinin nicelik ve nitelik itibariyle müfredatın diğer kalemleriyle eşdeğer olması gerektiğini savunuyor değilim. Türkiye’nin toplumsal kimliğini oluşturan İslâm, elbette olabildiğince kapsamlı anlatılmak durumundadır. Dahası, bunun böyle olması ülkemiz insanının toplumuna ve kendisine yabancılaşmaması için şarttır.

Öte yandan, “bilmek” başka, “bilineni” onaylamak, uygulamak, başka başka şeylerdir. Hal buyken örneğin bir Hanefi’nin Alevi’nin (veya bir Alevi’nin Hanefi’nin)  mukaddeslerinin neler olduğunu  öğrenmekten gocunmasını, dünya coğrafyası çalışan bir öğrencinin mesela Afrika’yı öğrenmekten gocunması kadar anlaşılmaz bulurum.

Sorularınızı teker teker cevaplamam gerekirse,
a) Din eğitimi zorunlu ders olmalı ancak felsefe ya da mantık gibi soyutlama yetisi gerektirdiği için ilköğretimde değil en erken orta öğretimde müfredata girmesi gerektiğini düşünürüm.
b) Zorunlu din eğitiminin yetkin olduğu kadar da tarafsız bir Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yaygın eğitim kurumlarında gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünürüm. Şu şerhle ki, Diyanet İşleri, Sünni, Alevi vb. itikatlara ek olarak ülkemizde yaşanan Musevilik, Ortodoksluk gibi diğer inançların temsilcilerini/ulemasını temsil eder niteliğe kavuşturulmalıdır.
c) Zorunlu din eğitimin örgün eğitim dışında, cemaat ve sivil toplum kuruluşları eliyle yapılmasını doğru bulmam, çünkü, bir, bahis konusu kuruluşların pedagojik yetkinlikleri yoktur, iki, din eğitimi gibi fevkalâde kapsamlı bir konu ancak devletin sunabileceği altyapı imkânları gerektirecektir.

Bana sorarsanız, din dersleri en erken dokuzuncu sınıftan başlamak üzere zorunlu olmalı, imam-hatip liseleri  kapatılmalı, ilâhiyat eğitimi belirlenecek alanlarda lisans derecesi almış öğrencilerin girebilecekleri yüksek lisans ve doktora programları seviyesine yükseltilmek suretiyle mükemmelleştirilmelidir.

Mühendislikten sosyolojiye kadar, not ortalamaları uygun olan  lisans sahibi öğrencilerin devam edeceği ilâhiyat fakültelerinin kalitelerinin de yükseleceği muhakkaktır.

Ortaöğretim sürecinde mensup oldukları mezheplerin ibadet usullerini, akidesini öğrenmek isteyen öğrenciler için “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” dersinden ayrı ve seçmeli bir ders koyulmalı, öğrencinin  o derste namazdan, semaha, dini vecibelerini öğrenmesi sağlanmalıdır. Umarım yardımcı olabilmişimdir. Selâmlar, kolay gelsin.”

(Dilek Temirhan’a mektup, 2005)