Bugüne kadar duyduğum en incelikli eylem ibaresi bu olsa gerek: “durumdan vazife çıkarmak.” Anladığım kadarıyla, “bir komutan, karargâhında yapılanlar ve yapılmayanlardan sorumludur” ilkesinin uygulamadaki yansıması. Misafirlerin acıkmışlık durumlarından sofra kurma vazifesini çıkarmak da böyle bir şey olmalı. Kalkıp sofrayı kurmak kadar kurmayıp insanları aç bırakmış olmanın sorumluluğunu da üstlenmek:
Seyir değil, katılım.
Geçiştirme değil, iş edinmek.
İçinde bulunulan durumu vazife çıkaracak kadar benimsemek.
Konumunu sahiplenmek, gücünün hakkını vermek.
Yabancılaşmanın anti-tezi.
Karayollarının durumundan trafik kanununu yeniden düzenleme vazifesini çıkarmak da böyle birşey olmalı. Susurluk durumundan milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması vazifesini çıkarmak da öyle. Erken seçim durumundan nüfus sayımı yapmak vazifesini çıkarmak da.
Savsaklamak değil, işi ele almak. Doğru bildiğini yapmak kadar, yapmamanın sorumluluğunu da üstlenmek. Yabancılaşmanın anti-tezi. Yabancılaşma: Bireyin vicdanından koptuğu, kendi faaliyetlerine yabancı düştüğü, eylemlerini sahiplenemediği, kendisini bir edilgen bir nesne gibi algıladığı, “durumdan soyutlandığı” ruh hali. Meselâ, misafirlerin “acıkmışlık durumu” ile kendisinin “sofrayı kurmamış olması arasındaki bağlantıyı” görememesi, aç kalmalarına neden olanın kendi ihmali olduğunu içselleştirememesi. Meselâ, başta Deniz Baykal, Muhsin Yazıcıoğlu ve diğerlerinin ülkenin kaderini derinden etkileyecek yeni hükümet oluşumunun karşısındaki tutumlarını sahiplenmeyecek, başımıza gelecek olanlardaki paylarını kabullenmeyecek olmaları durumu.
Bu aşamada adam gibi bir nüfus sayımı, adam gibi seçim kanunu, adam gibi uyum yasaları, adam gibi “temizlik” yasaları çıkarmamak için yabancılaşma patalojisi dışında hiçbir neden yoktur. İşgal altında değiliz. Rezil bir diktatörün pençeleri altında da değiliz. Abdullah Gül’ünden, Emre Gönensay’ına, hatta Meral Akşener’ine kadar, bunlar bizim insanlarımız. Bütün yapacakları kendilerini kendi vicdanları dışında birşeylerin yönettiği edilgen nesneler olarak görmekten vazgeçmeleri, onlara emanet ettiğimiz güçlere, konumladığımız mevkilere hiç olmazsa bizim hatırımız için sahip çıkmalarıdır.
1800’lerin sonundaki İmparatorluğumuzun hali utanç vericiydi, ölümcüldü. 1900’lerin sonundaki Cumhuriyetimizinki öyle olmayacaksa durumdan vazife çıkarmakla yükümlüyüz.
Ha, “durum”u yanlış değerlendirmiş olmak da mümkündür pekalâ. Aç oldukları sanılan misafirler tok olabilirler; sofra kurmaya kalkışmak işgüzarlıktan ibaret kalabilir. Olsun. Bu defa da, işgüzarlık etmişlik durumundan vazife çıkarılır, yapılanın ve yapılmayanın sorumluluğu üstlenilir.
“Durumdan vazife çıkarmak” duruma bigâne kalmaktan, millete, tarihe, yeni yüzyıla el olmaktan her halukârda evlâdır.