“Duygudaşlık” Perhizi…

…Ya da kronik nefret, yanılıyor olmak ihtimaline yol vermeyerek yaşatılıyor. Hangi verilere dayanılarak verildiği asla tartışılmayan hükümleri sarsması ihtimal dahilinde görülen en masum önerilerin üstleri örtülüyor. Genel-kabul-gören “doğrular”a gölge düşürülmesine izin verilmiyor.

Genel-kabul-gören doğrular, örneğin, AB’nin Türkiye’nin son şansı olduğu gibi ya da yaşadığımız ekonomik krizin tek sorumlusunun politikacılar olduğu gibi, taraftarların doğruluklarından kuşku duymayı reddettikleri doğrular. Sorgulanmaları halinde safların darmadağın olabileceğinden korkuluyormuş gibi duran doğrular. Korkularının yay gibi gerdiği, saldırmaya hazır insanların nefretlerini diri tutmaya yönelik “doğrular.” İnsanların yanılgı ihtimaliyle rahatlamalarına, nefretin durulmasına izin vermeyen “doğrular.” Sonuç, müthiş bir katılıkla uygulanan empati yani “duygudaşlık” perhizi ya da kronik kötümserlik ve nefret.

Kronik nefret, bir yandan da yıkıcı oluşumlardan korunmak için yapılan gizli bir hile olarak ortaya çıkıyor. Nefret bir “aşı” gibi kullanıldığında yani kişinin hayatı bağlamında yaşamsal olmayan meselelere veya insanlara her durumunda karşı çıkmak alışkanlığı edinildiğinde (ki bu, kandaki akyuvarların zerk edilen yarı ölü mikroplara saldırmasına benzer) aslında hedeflenen, nihai bir felâket olasılığı karşısında bağışıklık geliştirmektir. Bir tür öz-savunma taktiğidir. Biz, sözde uyarıcı, “felâket tellâllığı”ndan söz ederiz. Batılılar, felâket tellallarına “hate mongers” diyorlar, “nefret tüccarları.” Nefret, kârlı bir ticari meta da olabiliyor. Kavrama ilişkin olarak da yeni bir “suç” tanımı geliştirmişler: “hate crimes” ya da “nefret suçları.”

“Nefret suçları” 1985’de yasallaşan bir suç şekli ve suçlunun gasp, saldırı, cinayet gibi zaten yasa-dışı olan hareketlerinin ötesinde, “düşüncelerini” de cezalandırmaya yönelik. Evet, tüylerimizi diken diken eden bu “düşünce suçu” kavramı, Anglo-Amerikan hukuk sisteminde bir kez daha yerini bulmuş durumda. Şöyle ki, örneğin, “tecavüz” cezası, tecavüz hareketinin ötesinde tecavüz kurbanının kimliğine ilişkin diğer niteliklerine göre de değişiklik gösterebiliyor. Tecavüz edilenin cinsiyeti, ırkı, dini, rengi, etnik kökeni mütecavize verilecek cezanın tayininde rol oynuyor. Çünkü, deniyor, “Nefret suçları, aslında ‘mesaj’ suçlarıdır. Saldırganın aslında yaptığı belirli bir gruba ‘istenmedikleri’ mesajını göndermektir. Bu bakımdan diğer suçlardan ayrılırlar.”

Başkan Clinton, George Bush nefret-suçlarına fazladan ceza verilmesinden yana olduklarını açıkladılar. Başkan yardımcısı Al Gore, “Nefret suçu işleyeceklere açık ve güçlü bir mesaj göndermeliyiz,” dedi, “Nefret yanlıştır, yasadışıdır; nefret suçu işlerseniz sizi yakalar, yasalarımızın izin verdiği azami ölçülerde cezalandırırız.”

Sanığın sübjektif duygularının/düşüncelerinin suçu arttırıcı unsurlar olarak kabul edildiği bu uygulamada, örneğin, bir Kübalı’nın sanık “Kübalılar”dan nefret ettiği için öldürülmüş olması, parasını çalmak ya da adamın karısını elinden almak için öldürmesinden daha büyük bir suç sayılıyor. Yasanın vazedilen gerekçesine gelince: Amerikan Kongresinin nefret-kaynaklı suçların toplumun “huzurunu bozduğunu, güvenliğini tehdit ettiğini ve aşırı derecede bölücü olduğunu” saptamış olması.

Böylesi bir saptamanın ne mümkün, ne de inandırıcı olduğunu söyleyenlere karşın, California eyaleti, kurbanın “politik inançları” ve “sendikal haklara ilişkin düşünceleri” nedeniyle saldırıya uğramasını da saldırının ötesinde bir suç sayma yolunda karar alıyor! Bu şu demek: meselâ, işyerinizin önünde grev sözcülüğü yapan birisini dövmeye kalkarsanız, sadece adam dövmekten değil, “grev sözcülüğü yapan birisini dövmekten” de ceza alırsınız ve bu da 1-3 yıl arası fazladan hapis demektir. Ama adamı eşinizle ilişkisi olduğu için dövdüğünüzü ispat edebilirseniz, o zaman fazladan cezadan kurtuluyorsunuz!

Öte yandan, “nefret” cezasının tecil edildiği durumlarda suçlu “Irkçı ve etnik duyarlılık”* isimli bir kurstan geçmekle yükümlüdür. “Therapeutic state” diyorlar, “tedavi eden devlet” anlamında; devlet, doğru yoldan çıktığını düşündüğü vatandaşlarını ıslah etmeye yöneliyor. Psikolojik tedavi uyguluyor. (Soljenitsin’in kulaklarının çınladığını duyar gibi oluyorum!)

“Tedavici” California “düşünürler”inin gerekçeleri de Kongre’ninkinden farklı değil: “önceden belirlenmiş gruplara yönelik saldırılar topluma önceden düşünülmüş nedenleri olmayan rasgele saldırılardan daha fazla zarar veriyor.” Ne ki, bu iddianın da mesnedi yok. Amerika’da yılda ortalama 20,000 cinayet işleniyor ve bunlar ya aşk cinayetleri ya alkolden kaynaklanan cinayetler ya da uyuşturucu satıcılarının rekabetten kaynaklanan cinayetleri. Hal böyle olunca nefret suçu yasalarının yaygınlaşmasının arkasında başka nedenlerin olması gerekiyor.

Temsilciler Meclisi üyesi John Conyers ve Senatör Ted Kennedy, nefret suçu yasalarının arkasındaki iki isim. Bu iki politikacının asıl amaçlarının suç oranını cezaları ağırlaştırarak azaltmaktan ziyade belirli grupları korumak olduğu ortaya çıkıyor. Yasaların siyahları, göçmenleri, Yahudileri ya da homoseksüelleri öldürenlere karşı diğer katillere olduğundan daha sert olmasını istiyorlar. Bu grupların baskı altında olduklarını ya da korunmaya muhtaç olduklarını iddia ediyorlar ki, ille de haksız oldukları da pek söylenemiyor. Ancak, sorun kimin ne denli ezildiğine kimin karar vereceği sorunu olmanın ötesinde bazı gruplara yasalar karşısında “ayrıcalık” yaratma sorunu. Dahasıi “ayrıcalık” tanınacak grupların aynı zamanda güçlü gruplar olmaları gerektiği gibi bir paradoksta var. Örneğin, pek yakında ya da ABD’deki mevcudiyetleri yeterince etkin olduğunda Ermeniler de kendilerini “korunmaya muhtaç” grupların arasına sokabilirler ve bu “Ermenilerden nefret etmek suçtur” şeklinde zımni bir “ayrıcalık” anlamına gelecektir. Nitekim, Yahudi soykırımının olmadığı iddiası suçtur, “Ermeni soykırımı olmadığını” söylemek de suç olabilecektir. Hasılı kelâm, bütün hayvanların eşit ama bazı hayvanların daha da eşit oldukları şeklindeki George Orwell demokrasisi ile yeniden tanıştığımız bir dönem yaşıyoruz.

Öte yandan, nefret-suçu kavramı ile korunma altına alınacak grupların kendilerine tanınan ayrıcalıklarından azami ölçülerde istifade edeceklerini tahmin etmek zor değil. Bu gruplardan birisi de Anti-Defamation League/Anti-İftira Birliği. İsrail yanlısı Birlik’in bir düzine üyesi, bir de veri bankası var. Nikzor Projesi diye bilinen bu banka ünlü ırkçıları izliyor, haklarında bilgi topluyor. Anti-Faşist Forum, neo-Nazi karşıtı ‘eXpo’ isimli dergi, ve ırk, din, milliyet, cinsiyet veya cinsel tercih temelinde şiddet, iftira, ayırımcılık yapan, yalan haber yayan grupları afişe çıkaran “Nefret Rehberi,” “Nefrete Karşı Birlik” ve diğerleri.

Anti-Defamation League’in nefret-suçları yasalarını destekliyor olması şaşırtıcı değil ancak “korunmaya muhtaç gruplar”ın arasına İsraili destekleyen Amerikalıları da katıyor olması güler misiniz, ağlar mısınız şeklinde bir durum ortaya çıkarıyor. League, İkiz Kulelere saldırının nedeninin A.B.D. hükümetinin Israil’i destekliyor olmasının Arap dünyasında Amerikalılara karşı uyandırdığı nefret olduğuna işaretle, savaşılması gereken şeyin “nefret” olduğunu söylüyor.

Anti-Defamation League’in Ulusal Direktörü, Abraham H. Foxman, hukuk tarihinin belki de en ibret verici cümleleri ile devam ediyor: “Her ne kadar adaletin yerini bulması önemliyse de, teröristlerle savaşmak hakkın yerini bulması için değil, caydırıcı önlemlerin hızla alınabileceğini göstermek içindir. Kaçırılan ve ulusal sembollerimizi /İkiz Kuleleri/ yıkan yolcu uçaklarında biyolojik silâhlar da olabilirdi. Her zaman da olabilir.”

Bütün bunlardan benim çıkardığım “nefret-edenin” haklarının, “nefret-edilen”in haklarından daha az olduğu bir hukuk anlayışına doğru gidildiği! Dahası, kimin, neden nefret etmesinin “doğru” olduğunun dayatılmasının yadırganmadığı hatta silâhla savunulabileceğinin kabullenildiği bir anlayışın yerleşiyor olması. Ve tabii bu eğilimin ayna-aksi: yani, kimin, neyi yüceltmesi gerektiğinin de dayatılması. Yani, “politically correct” kavramının istibdatının tescili.

“Politically correct” uzun yıllardan beri dillere pelesenk olmuş bir kavram. Siyaseten, siyasal bakımdan “doğru” olan hükümler anlamında kullanılıyor. Siyaseten doğru hükümler, oriyantalizm gibi, genel-kabul-gören doğrular/hükümler. Çıkış noktaları, hemen her zaman ekonomik ya da siyasal çıkar, ekonomik ya da kültürel emperyalizm. Günümüzde de Oriyantalistlerin kullandıkları mecralar – görsel ve yazılı basın, sinema, edebiyat, sanat vb. – aracılığı ile oluşturuluyorlar. Oriyantalistler, muhaliflerini duymazdan gelerek, yoksayarak hükümsüzleştirirlerken, yandaşlarını taltif ederler. Öyle görünüyor ki, kendi doğrularını dayatmaktan kaçınmayanlar yasaların eşitlik ilkesini hiçe saymaktan da çekinmiyorlar. Hem yasaların eşitlik ilkesini hiçe saymaktan, hem de engizisyonlardan bu yana görülmemiş “düşünce suçu”nu yeniden gündeme getirmekten çekinmiyorlar. Malûm olduğu üzere, engizisyonlarda kâfir olmadığınızı ispat edemezdiniz. Tıpkı günümüzde bir Filistinlinin bir Amerikan vatandaşını öldürme nedeninin ırkçı nefretten başka bir şey olduğunu isbat edemeyeceği gibi.

Bu durum da bizi yazının başındaki “duygudaşlık perhizi” tanımına getiriyor. Bırakın canlı bomba olmayı kabullenen birisinin nefret saiklerini anlamaya ve gidermeye çalışmayı, adama nefret etmeyi yasaklamak yoluna gidiliyor ki, bana sorarsanız asıl korku, asıl kronik nefret bu! Ve yanılıyor olmak ihtimaline yol vermeyerek yaşatılıyor.

Kronik nefret, hakikatın genel-kabul-gören terörizm gibi “doğrular”a gölge düşürmesine izin vermiyor. Bu doğrular korkularının yay gibi gerdiği, saldırmaya hazır insanların nefretlerini diri tutmaya yönelik “doğrular.” İnsanların yanılgı ihtimaliyle rahatlamalarına, nefretin durulmasına izin vermeyen “doğrular.” Sonuç, müthiş bir katılıkla uygulanan empati yani duygudaşlık perhizi, kronik kötümserlik, genel-kabul-gören doğrulara biat etmeyenlere duyulan nefret. Hangi Amerikan cumhurbaşkanıydı, “güç yozlaştırır, mutlak güç, mutlak suretle yozlaştırır” diyen?