Evvel Zaman İçinde Şehirler, Efsaneler, Arkeolojik Astronomi

Tataristan, Kazan Devlet Üniversitesi konuşması, Nisan, 2002

Ben, İstanbul’luyum. Anadolu şehirlerinin hemen hepsi gibi, çocukluğumun İstanbul’u da Rus dilinde “regulyarnaya” kelimesi ile ifade edilen “nizami mimari”den hemen hiç nasibini almamış bir  şehirdi.  Bugün bile almış olduğu söylenemez.

Bizim düzine tankın yanyana geçebileceği cetvelle çizilmiş büyük bulvarlarımız, dört köşe “rayon”larımız, geometrik meydanlarımız, bize tepeden bakan dev binalarımız hemen hiç olmamıştı.* Topkapı, Çırağan gibi  imparatorluk sarayları bile, daha sonraki yıllarda ziyaret etmek fırsatını bulduğum West Minister, Versailles gibi yapıların, Alman şatolarının yanında hayli mütevazıdırlar. Zarif Beylerbeyi kasrı, St.Petersburg’daki o nefes kesici Çarskoye Selo ile kıyaslandığında, Çariçe Elizabeta’nın giyinme odasından daha büyük yada  daha görkemli değildir. Bizde Kazan Üniversitesinin muhteşem bloğunun bir eşi de yok.** Dar, dolambaçlı, hatta eğribüğrü sokaklar,  kâh birbirlerine abanan, kâh uzaklaşan ahşap yapılar, küçük meydanların ortasında küçük camiler, mescitler, sebiller, çitlembikler, fıstık çamları, ıhlamurlar ve erguvanlar.*** İstanbul, buydu. Şurası muhakkak ki, hiç bir zaman bugün gördüğüm görkemli Kazan olmadı. Ve ben hep merak ettim, “Neden?” 

Moskova

Moskova

Berlin

Berlin

St.Petersburg

Paris

Berlin

Westminster

Versailles 

Çarskoye Selo

Beylerbeyi

Topkapı Sarayı

Topkapı Sarayı

Kazan Üniversitesi

Bir zamanlar İstanbul


Bir zamanlar Bursa

Bir zamanlar Bursa

Ve ben hep merak ettim, “Neden?”

Sorunun cevabının ekonomik imkânlarda yatmadığı neredeyse kesindi. Kadırgalarını ipek yelkenlerle donatmaktan bahseden Osmanlı’nın payitahtını bezemekten aciz olmadığı kuşkusuzdu. Osmanlı’nın geometriden mükemmelen anladığı da kuşkusuzdu. O halde neden, ne devasa ovalarda yeralmalarına rağmen geometrik düzene itibar etmemiş Anadolu şehirleri, ne de İstanbul, ısrarla gayri nizamidirler?**** Neden bizim şehirlerimizde yapılar toprağa rastgele serpilen bir avuç darının düştüğü noktalarda yükselmiş binalardan oluşmuş gibidirler? Neden, evlerimizi dağların yamaçlarına dikip, ovaları uzaklardan seyretmek ister gibiyizdir?

Anadolu’da ve Türk unsurunun hakimiyetini sürdürdüğü hemen her yerde, iç şehirlerde, rastladığım bu yerleşim biçiminin izini sürdüğümde, merakım, beni ortak akrabamız Cengiz Han’a ve Orta Asyalı atalarımızın yerleşim anlayışına kadar getirdi ki, bugün burada sizinle paylaşmak istediğim, onların büyüleyici dünya görüşlerinin şekillendirdiği  şehircilik anlayışlarıdır.

Dünyanın gelmiş geçmiş bu en büyük imparatorluğunun “Mavi Moğollar”ın, şehircilik anlayışını önemsiyorum, çünkü, “muhafaza etmek” ve “korumak” eylemlerinin fizikî varlıkların, yani binaların ve kremlinlerin restorasyonundan öte, bu eserleri doğuran dünya görüşlerinin araştırılması, anlaşılması ve içselleştirilmesinden geçtiğine inanıyorum. “Sürdürülebilir muhafaza”nın söz konusu  fiziki varlıkların “mimarlarının muradı”nı ihlâl etmeyen, saptırmayan,  düşünce ve inançlarına saygılı koruma, olduğuna inanıyorum. Bana öyle geliyor ki, giderek monotonlaşan, tek-tip olmak tehlikesiyle karşı karşıya olan dünyamızda,  anlamlı koruma, nisbeten yeni bir bilim olan arkeolojik astronominin  bulgularına kulak vermesi  gereken bir faaliyet olmalıdır.

Mavi Moğollar

1200lü yıllarda Çin’in kuzeydoğusundan Hazar’a, daha sonraki yıllarda Kore yarımadasından Polonya’nın başkenti Cracow kapılarına kadar at koşturan rakipsiz Moğol orduları, icazetlerini “Tengri”den alır, kaderlerini “Ebedi Mavi Gök”e emanet ederlerdi.

Cengiz Han’ın “Mavi Kurt” ile “Boz Maral”ın birlikteliğinden  geldiği şeklindeki efsaneyi bilirsiniz. Mavi Kurt’la Boz Maral, Ulan Batur’un kuzey-batısında, Hentley Dağlarından kaynayan Onon Irmağı’nın  kenarında kurulan Moğol düğünüyle evlenirler,  Cengiz Han doğar. Moğollar, dokuz gün dokuz gece bayram yapar, Sonsuz Gök’ün Tanrısı’na tütsü ve at kurban eder, kımız sunarlar. Mavi Gök’ün suvarileri, dokuz tuğlu mızraklarını parlatırlar.  Dokuz Uygur boyu hediyelerini sunarlarken, dokuz Oğuz boyu sıralarını beklerler.  Cengiz Han, kutsal  Hentey Dağı’nın önünde dokuz kez diz çöker, dokuz defa secdeye varır. 

Onon Irmağı

Cengiz Han, babası Ebedi Mavi Gök’ün Tanrı’sının göksel ideolojisini benimser, onun Göksel “Yassa”sını eksiksiz uygular. Göksel Ruhlar Divanı’nın doksan dokuz üyesini temsilen yeryüzünde doksan dokuz üyelik Kurultay’ını oluşturur. Kurultay üyeleri,  güçlerini Göksel Ruhlar Divanı’nından sağarlar. Nitekim, Cengiz Han’ın “Bozkırların İmparatoru” ilân edilmesi, Çin takviminin Kaplan Yılı, Bin ikiyüz altıda,  Onon ırmağının kaynağında toplanan Yeryüzü Kurultayı ile gökyüzünde toplanan Göksel Ruhlar Divanı’nın  ortak kararıyla olur.  

İmparatorluğu’nun adını “Mavi” koyan Cengiz Han’dır. Mavi İmparatorluk, Büyük İskender’in, Romalıların, Napolyon’un topraklarını aşar, Pasifik Okyanus’undan  Polonya’ya,  Kuzey Hindistan’dan Rusya’ya uzanır.  Moğol hanları, dünyayı Ebedi Mavi Gök’ün Tanrı’sının himayesinde ve onun göksel ruhlardan oluşan “Heyet”inin semaları yönetim ilkelerine, ideolojilerine sadık kaldıkları sürece, Tengri, savaşçı Moğol soyluları ile birlikte hareket eder, halkı düşmanlarından korur.

Bu, hepimizin  az ya da çok farklılarla bildiğimiz bir efsanedir.

“Gök” Moğollar’da olduğu gibi Anadolu Türkçesinde de “mavi” demektir.  Kul Şerif camiinin kubbesinin, minarelerinin külâhlarının “mavi” olması, mimarının kişisel tercihinden ibaret değildir. Taşkent’teki Kukuldeş medresesinin, Semerkent’teki Uluğ bey türbesinin, Buhara’daki camilerin ve daha nicelerinin kubbelerinin “mavi” olmaları da tesadüfen değildir.  İstanbul’daki Mavi Caminin, İznik çinilerinin,  Gagavuzların sancaklarındaki kurt başının gök rengi olması da öyle…

“Mavi Moğollar”ın torunları için “mavi” kutsal renktir.

Tataristan Kul Şerif Cami 

Tataristan Kul Şerif Cami 

Buhara 

Taşkent 
Dünyanın üçte birini kapsayan İmparatorluk’un yurttaşlarının gözünde  astronomi,  resmi bir uğraştır, çünkü  İmparatorluk’un dizginlerinin Ebedi Mavi Gök’ün ellerinde olduğuna inanırlar. Heyet Alimlerinin yani astronomların (Osmanlılarda “astronomi”ye  “heyet ilmi” denirdi),  Göksel Ruhlar’ın dilek ve niyetlerini  izleyebilmeleri, arzularını doğru saptamaları  gerekir.  

Onüçüncü Yüzyıl uzay araştırmalarını finanse eden dünya hükümdarı Kubilây Han’dır. Cengiz Han’ın torunu, Çin’in doğusundaki Hainan Adası’na kadar 26 gözlemevinden oluşan rasathaneler zincirikurmuş, en büyük yatırımı astronomiye yapmıştır. Bu rasathanelerde  Gökküre’nin rölevesini çıkarılır.

Gökküre’nin rölevesi
Gökküre’nin rölevesinin çıkarılmasından amaçlanan yeryüzünde kurulacak şehirlerinin plânlamasının, göksel plânlamayı birebir yansıtmasını sağlamaktır. Nitekim, atalarımızın şehirleri Gökküre’nin rölevesinin yeryüzünde uygulanması şeklinde gerçekleşir. 

Uygulamanın yaşayan en iyi örneklerinden birisi, Mavi Moğolların Kuzey Başkent’i, Beijing’dir. Efsaneye göre, Kubilây Han, Güneş, Su, Toprak ve Ay Tanrılarının arasındaki dayanışmayı onların Yeryüzü’ndeki evlerini  birbirlerine surlarla bağlayarak güçlendirmeye karar vermiş, böylece oluşan kareyi ufuk çemberinin içine yerleştirmiştir. Güneş, Su, Toprak ve Ay Tanrıları, aynı zamanda kutsal yönleri, yani Dünya’nın Dört Bucağı olan Güney, Kuzey, Doğu ve Batı’yı temsil ederler. Çemberin ya da karenin merkezinde  “Mavi Gök’ün Tanrısı’nın Yeryüzü’ndeki Evi” inşa edilir. Göksel İmparatorluk’un hakanları, “Ezeli ve Ebedi Mavi”nin, Tengri’nin, gücünü Dünya’ya akıttığı bu evde yaşayacaklardır.  Konağın kapısının kayın ağacından oyulmuş olması anlamlıdır. Kayın Altayların kutsal hayat ağacıdır. Bu muhteşem kapının  kuzey steplerinin zararlı Yin etkilerinden koruyacak, Güneş Tanrısı’nın cömert Yang sıcaklığını içeri alacak şekilde Güney’e yerleştirilmesi de tesadüfi değildir. İnşaatta madeni çivi kullanılmaz, çatısı  masmavi çinilerle örtülür. Günümüzde “En Mükemmel Ahenk Sarayı” diye bilinen bu binada, Yeryüzü’nün İmparatoru Kubilây Han, Mavi Gök’ün Tanrısı ile birlikte yaşayacaktır.

Turna, kutsanmışlık ve uzun ömür simgeler. Kubilay Hanın şehri “turnalar” tarafından korunur.  Gelenek Osmanlı’da da korunur.  68. Yeniçeri Ortası turnaların korunmasından sorumludur.  Doğrudan padişaha bağlı  Kapıkulu Ocaklarının piyâde sınıfı kapsamında turnalardan sorumlu 68. Orta’nın kumandanına Turnacıbaşı; 14, 49, 66 ve 67. ortaların kumandanlarına Haseki ağaları denirdi. Cuma namazı alaylarda, kıdemlerine göre, padişahın atının yanısıra ikisi sağında, ikisi solunda yürürlerdi. 

Han’ın sarayının yerinin saptanmasından sonra sıra İmparatorluğun askeri ve sivil erkânının hüküm sürecekleri malikhanelerin yerlerini tesbit etmeye gelir.  Önce Gökyüzü’nün Güneş ve Ay’dan sonra en parlak yıldızı olan Büyük Tazı (Canis Major) kümesinin en görkemli yıldızı Sirius’den bir şakül sarkıtılır.  “Cebbar Avcı” dediğimiz Orion’un “Betelgeuse” ve “Rigel” yıldızlarına kanca atılır, böylece  ordunun sol ve sağ kanat kumandanlarının karargâhlarının yerleri saptanır. “Arabacı” kümesi Augira’nın oğlağı Capella’nın izi  düşürülür.  Küçük Arslan, Leo Minor’ın “Regulus”unu,  Küçük Köpek’in  “Procyon”unu,  Boğa takım yıldızı Taurus’un “Aldebran”ını (الدبران) indirirler. Canopus, Kentaurus, Arcturus, Vega, Archernar, Hadar, Acrux, Altair ile devam ederler.  

Doksan dokuz  yıldızın yeryüzündeki doksan dokuz evini işaretlerler. Kubilây Hanın yeryüzü şehrinin mimari plânı, Gökyüzü’nün mimari plânının tıpkı basımı olur.

Teoman’ın büyük oğlu Mete

Bir diğer akrabamız, Hun yabgusu Teoman’ın büyük oğlu Mete’nin,  “Ezeli ve Ebedi Gökyüzü’nün Biricik Kızı” olarak bilinen, çift-bileşkenli süperdev Polaris yani Kutup Yıldızı evlendiği anlatılır.  Efsaneye gore, “Polaris gülse, Mavi Gök güler, Polaris ağlasa Mavi Gök ağlardı.  Mete Han, Kutup Yıldızı Polaris’i gebe bıraktı, Oğuzlar, Göksel Ruhlar Divanı ile  akraba oldular. Göksel Gelinleri yeryüzündeki yaşamını yadırgayıp mahzun olmasın diye atlarını maviye boyadılar.  Mavi atlarını Polaris’in yurtunun  etrafında dolaştırdılar,  takımyıldızları aratmadılar.”

Anadolu Türkçesinde Kutup Yıldızı’na “Demirkazık” deriz ve sadece bizim topraklarımızdan beşten fazla “Demirkazık” tepesi ya da dağı vardır.

Demirkazık

Demirkazık, Niğde (sağda, çatalın arasından görünen Kutup Yıldızı)
Kutup Yıldızı, Mete Han’a oğulları Gün, Ay ve Yıldız’ı doğurduğunda, göksel  akrabaları ona doğum hediyesi olarak gök tüylü,  gök yeleli,  masmavi  bir  kurt  armağan ederler.  Mavi Kurt, yurtun duman deliğinden süzülür,  gelir, Mete’nin önüne düşer.  Kore yarımadasının kuzeyindeki Tunguz  ülkesinden, Hazar’a, Kral Niyatri Tsenpo’nun topraklarından Altın Adam’ın kırallığına yürür,  Gökoğuzlar’a öncülük eder.  Başları sıkıştığında Tanrı’dan-Olmuş-Tanrı’ya-Benzer Bilge’yi  tahta çıkarır.  Mavi Gök’ün atlıları Bilge’yi altından dökülmüş kurt başı alemlerini gökyüzüne kaldırarak selâmlarlar.”

Japon Amaterasu-omikami
Bizimkiler bunları yapadursunlar, öte yandan, Yüce ve Muhteşem Gök’ün Parlak Ruhu, Japon Amaterasu-omikami, “Kami” dedikleri, Göksel Ruhlar Divanı’nı Kyuşu Adası’nın Honşu Adası’na sokulduğu Yamato topraklarının semalarında toplanmaya çağırır, yeryüzünde bir  hanedan başlatmaya karar verdiğini bildirir.  Göksel Ruhlar Divanı, Güneş Tanrıçası’nın kararını coşkuyla karşılar,  yıldızlar göktaşlarını ateşler, Japon Adaları’nın üzerinde havayi krizantemler oluştururlar. Havayi krizantemler, Amaterasu-omikami’nin torunu, Güneş’in Veliahdi Prens Ninici-no-mikoto’yu kucaklar, Kyuşu Adası’nın en yüce dağı Takaçiko’ya indirirler. Orada Amaterasu-omikami’nin  torunu için seçtiği Fuji Yama dağında  ikamet eden ölümlü gelinle  (Kono-hana-sakuyahime-no-mikoto) evlendirirler. Gökyüzü, Yeryüzü’nü döller,  Japonya’nın  ilk ölümlü İmparatoru Jimmu Tenno, Honşu adasının Nara Havzası’nda doğar.  Jimmu Tenno’nun doğduğu şehir, Kubilây Hanın Kuzey Başkent’in planlarını hemen aynen uygular.  Tibet’ten Uygur diyarına Orta Asya, benzer efsanelerin diyarıdır.  

Amaterasu-omikami

Fuji Yama                                                                         Jimmu Tenno

Günümüze dönersek

Nisbeten yeni bir bilim dalı olan arkeolojik astronomi bize Ezeli ve Ebedi Gökyüzü ile doğrudan ilişki içinde olan toplumların, dünya görüşlerini şehirlerine yansıttıklarını söylüyor. Kendilerini kâinata/gökyüzüne bağlayan toplumların doğayı fethetmek, samoderjets’lerin (hülümdarlarının) gücünü cismanileştirmek için yola çıkmadıklarına, şehirlerinde geometriye, yada “regulyarnaya” itibar etmediklerine işaret ediyorlar. Bizim yerleşimlerimiz toprağa rasgele serpiştirilmiş bir avuç darının düştüğü noktalarda yükselmiş binalardan oluşmuşlarsa, nedeni yıldızların da öyle yerleşmiş olmalarıdır. Evlerimizi dağların yamaçlarına dikip, ovalara uzaktan bakıyorsak, nedeni dağların ölümsüz göksel ruhların fani insanoğlunu dölledikleri  kutsal yerler olmalarıdır.

Kemerkaya ve Kemah Ceviz Köyleri

Kendi adıma, ne zaman ata ruhlarının değerlerini reddeden  “regulyarnaya”dan bunalırım, gönlüm kaybolan şehirlerimizi arar. Gönül ister ki, Avrasya Kültür Mirasını korumaya yönelik bu fevkalâde önemli toplantı, interdisipliner bir toplantı olarak genişletilsin, dilbilimcilerden, antropologlara, arkeologlardan, astronomlara ve en önemlisi çevre-bilimcilerine  kadar kadar geniş bir yelpazeyi kapsasın.

Teşekkür ederim.