Hrant Dink’in Ölümü Üzerine Mektup

—– Original Message —– 
From: Alev ALATLI 
To: turna@yahoogroups.com 
Sent: 29 Ocak 2007 Pazartesi 14:30
Subject: Re: {TURNA} TB://Melâlin hükümsüzleþtirilmesi

Sevgili Yıldıray,

Doğrusunu isterseniz, neresinden tutacağımı bilemediğim için mektubunuzu yanıtlayıp yanıtlamamakta tereddüt ettim. Sorduğunuz sorulardan , daha doğrusu, örtülü suçlamalardan 🙂 çıkarabildiğim kadarıyla, alelacele gözattığınız, yani, kendi yargılarınızı doğrultmak amacıyla okur-muş gibi yaptığınız birkaç gazete makalesi dışında okurum değilsiniz. 

Okurum olmak zorunda mısınız? Elbette, hayır!  

Ne ki, tarafınızdan böyle bir gayret, üyesi olduğunuz grubun adının “turna” olmasından başlayarak, Hrant cinayetinin bir kez daha kışkırttığı bitmez tükenmez meseledeki tutumumu doğru değerlendirmenizi mümkün kılabilir, “Mesela siz hangi Türklerdensiniz?” diye başlayıp, “Samastçı, Kerinçsizci Türklerdenmisiniz?” şeklindeki sorunuzun utanç verici yersizliğinin farkına varmanızı sağlayabilirdi. Herneyse. 

Fazla uzatmadan, size, Hrant Dink’in cep telefonumda kayıtlı numarasına gözlerim dolmadan bakamadığım eski bir dostum olduğunu hatırlatmalıyım. Size, Hrant’ın tarafınızdan “en alevli” yazılardan birisi olarak nitelendirilen Orhan Pamuk’a açık mektubun yayınlanması üzerine, telefon açıp kutlayacak kadar “rafine” bir adam olduğunu da hatılatmalıyım.  

Kutladığı neydi, biliyor musunuz? Kutladığı, Ermeni halkının geçmiş bin yıllık çilelerini de üşenmeden ve saptırmadan kaleme almış olmamdı. “Milliyetçi” etiketime karşın, gelmiş geçmiş en “insan,” melâle aşina Ermeni yazarı, William Saroyan’ın temsil ettiği dünya görüşüne duyduğum yakınlığı dillendirmekten kaçınmamış olmamdı. En önemlisi, kendi “Türk” kimliğimi yaygın , dilerseniz, “siyaseten doğru,” rüzgârlara kapılarak, toptancı bir tutumla övmek ya da yermek yerine, fiili durum olarak sahiplenmekten gocunmamamdı. Yani, “sazlığını savunan turna duruşu”, yani, “turna milliyetçiliği” dediğimiz tutum.  

Sizden farklı olarak, sevgili genç arkadaşım, Hrant, beni, duruşumun telmihlerini doğru değerlendirecek kadar iyi tanıyan bir adamdı.  

Biz, “Sarı Gelin” türküsünü, Tomris Giritlioğlu filminde kullanıp meşhur etmeden çok daha önce rahmetliyle birlikte söylerdik. Neden biliyor musunuz? Çünkü, ben Erzurum’da okudum. Bahçeye çıktığımda Erzurumlu gençler sarı saçlarıma bakarak, “bahçeye bak, bahçeye bak, bahçedeki sarı kıza bak” diye takılırlar, ardından da “Sarı gelin” diye türküye başlarlardı. Hrant, bunu duyduğunda “Zaten biliyordum sende de Ermenilik olduğunu” diye şakalaşabilecek, benim de “Ermeniler ne zamandan beri sarışın oldular?” çıkışıma “Diyaspora AB’ye girdikten sonra!” diye cevap verebilecek kadar yerli bir adamdı.

Şunu da bilin ki, Ermeni halkının çektiği acılara, uğradıkları haksızlıklara ilişkin değerlendirmelerimizde Hrant!’la aramızda görüş ayrılığı yoktu. Hrant’la aramızda Ermeni çetelerinin camilere tıkıp, diri diri yaktıkları Erzurumluların çektiklerine ilişkin hissettiklerimiz arasında da bir fark yoktu. Vardıysa farklı düşündüğümüz bir konu, o, savaş sırasında yaşananların faşist Avrupa’nın ırk ayırımı çıkışlı “soykırım” tanımına uyup uymayacağıydı. Ki, bu konuda, Hrant’ın mülâzahat hanesinin de açık olduğunu bilin. Aynı nedenledir ki, Fransızların “soykırım yoktur” diyenleri hapisle cezalandırma girişimlerine karşı çıktı. Yine aynı nedenle muhtelif “aydın”larımızın Boğaziçi üniversitesinde toplamaya kalkıştıkları konferansta “resmi tarih yanlıları” dedikleri Ortaylı, İnalcık gibi tarihçileri dışlayarak biraraya gelme girişimlerini alkışlamadı. Hrant, “ifade özgürlüğü”nü sadece kendisine yontan bir adam hiçbir zaman olmadı. O’nun Samast’ı bile dinleyeceğini bilin ve sanmayın ki, bu tutumu, Hrant’a kendi cemaati arasında itibar sağlayan bir tutumdu. Bizim yaşlarımızdaki insanların papuçları hâlâ delikse, durup düşünmek gerekir. “Güvercin kalbi” ona itibar sağlamadığı gibi, Hrant, belki de kendisini en çok acıtan dışlanmayı “Türkler” arasında değil, oradaki muhtelif klikler, çıkar çatışmaları, mezhep ayırımcılıkları ya da MHP’li olduklarını iddia eden kendi soydaşları arasında yaşadı. Evet, böyle birileri de var, bilesiniz. 

Şimdi, gelelim, benim duruşuma. Evet, ’70li yıllardan itibaren ölüler üzerinden siyaset yapıldığını göregelmiş birisiyim. Ölenin dirilerin elinde kaldığını, savunmasız cenazelerin dirilerin ideolojilerine bayrak edildiğini, onlara olmadık misyonlar biçildiğini, onların sahici inançlarının hiçe sayıldığını, üstünün örtüldüğünü, tahrif edildiğini, sağcının solcu, solcunun sağcı ilân edildiğini çok gördüm. Aynı fırsatçılığın izlerini ne yazık ki, Hrant’ın cenazesinde de gördüm. Sadece Etyen’in değil, muhtelif diğer mahçupyanların da Hrant’ın ölümünü kişisel nefretlerini kusmak için, kişisel emellerini gerçekleştirmek için, fırsat bilebildiklerini gördüm. Ve benim kitabımda, bu, savunmasız bir ölünün anısına yapılabilecek en büyük hakarettir.  

Hrant, Mahçupyan’ın her iki yazısından fışkıran “öteki” nefretini asla duymayan, “güvercin” olmaktan yüksünmeyen bir adamdı. Etyen’in kendi yargılarını “akıl”la bağdaştırırken, Hrant’ın melâli anlayan “yürek”ini marjinalliğe mahkûm etmek çabası ise, kötücül. Bu çabada akıl/duygu ikileminin telmihinden (Türkler aptaldırlar ya) yararlanmaktan kaçınmamış olmasının, üstelik bu yola daha cenaze soğumamışken başvurabilecek kadar “kalpsiz” olabilmesinin işaret ettiği fırsatçılığın yöneldiği koyu karanlığı gördüm. Benzer çabaları, Türkiye toplumuyla şu ya da bu derdi olanlarda, “yeni” Avrupalılarda, AB aşıklarında, yeni mandacılarda da gördüm.  

Sevgili Yıldıray, beni buraya kadar takip edebilmişseniz, Türkiye Ermenilerin Etyenleşecekler mi, Hrantlaşacaklar mı sorusunun bu topraklarda onlarla birlikte yaşayan bizleri çok derinden ve yakından ilgilendirdiğini teslim edersiniz. Ben herşeye rağmen güvercinlerden ve turnalardan yanayım, bir ifadesini de Mahçupyan gibi şahinlerden değil. Ya siz? 

Günün sonunda, benim gibiler, cenazeye ölen için giderler, genç arkadaşım, şunun bunun onuru kurtarmak ya da siyasi bir duruş ilân etmek için değil. Matemin mahremiyetine saygı esastır. Gözyaşlarımı helâl ettiğimi söylemiş olmamla yetinmek durumundasınız. 

“Lumpen milliyetçilik konusunda hangi pozisyonu aldınız” diye soruyorsunuz, binlerce sayfa yazı ve 1990 doğumlul potansiyel lumpenleri meslek sahibi yapacak bir okul. Ben ömrüme şimdilik bunları sığdırdım, siz kendi ömrünüzü nasıl istimal edeceğinizi planladınız mı?  

Allah, iyiliğinizi versin, güzel günler göstersin.  

——————————————————————————————————————–


—– Original Message —– 
From: Yildiray Ogur 
To: turna@yahoogroups.com 
Sent: 27 Ocak 2007 Cumartesi 11:20
Subject: Re: {TURNA} TB://Melâlin hükümsüzleþtirilmesi

Alev hanım, 

Bırakın Ermeniler Etyenleşeceklerine mi Hrantlaşacaklarına mı kendileri karar versinler. Kendi vicdanları akıllarıyla kendi muhsabelerini yapsınlar. Bu oncelikle onların işi.

Biz de oncelikle kendi işimize bakalım, başkalarını muhasebeye çağırmadan once kendi muhasebemizi yapalım

Mesela siz hangi Türklerdensiniz?

Samastçı, Kerinçsizci Türklerdenmisiniz? Yoksa vakur bir utanç duygusuyla cenazeye katılıp Türkiye’nin onurunuı kurtaran Türklerden mi?

Asıl meselemiz bu değil mi?

Siz milliyetçilik iddiasındakiler şoven, lumpen bir milliyetçilik karşısında hangi pozisyonu aldınız? Hangi duvarı ördünüz?

Siz Alev Alatlı,

Ermeni Konferansları, Orhan Pamuklar üzerine en alevli yazıları yazan siz!

Mahkeme onlerinde arkadaşınız Hrant Dink’in yüzüne milliyetçilik adına tükürülürken darb edilirken hangi pozisyonu aldınız? 

Başka arkadaşlarınız söylemediği sözler yüzünden Hrant’ı kahraderken adaletten ahlaktan vicdandan yana bir “durun yapmayın” sesi çıkartabildiniz mi?

O Türklerden Türklüğünüzü kurtarmak için bir adım attınız, hiddetle kalemi ele alıp bir de içeriye doğru alevli bir yazı yazdınız mı?

Siz Peki hangi Türklerdensiniz Alev Hanım?

Bu insanlık sınavından siz kaç aldınız?

denemez