“İmam” Amina Hanım’dan, Papa XVI. Benedictus’a
Kadınların papazlığa kabulu, en az Amina Wadud’un imamlığı kadar tartışmalı bir olay. Hıristiyanlığın baş doktrincisi havari Aziz Pavlus’un hükmü açık: “Sessiz durmalı kadın kilisede. Arkalarda, göze batmayacak bir yerde oturmalı. Varsa öğrenmek istediği bir şey, eve saklamalı ve evde kocasına sormalı. Kadın sesinin kilisede çınlaması aşağılık bir iştir. Kilisede başını da örtmelidir kadın. Erkeğin örtmesi gerekmez. Çünkü, erkektir Tanrı’nın görüntüsü ve Tanrı’nın görkemini erkek simgeler. Kadın, erkeğin görkemini yansıtandır. Çünkü, erkek kadından değil, kadın erkekten yaratılmıştır. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratılmıştır…” Bu hükme göre, kadınların kilisede bırakın ayin yönetmeyi, erkek cemaatle birlikte oturmaları bile hoşgörülmüyor.
Buna karşın, Hıristiyan feministlerin geliştirdikleri argüman da şöyle bir şey: “Eğer bir kadın İsa’yı cinsiyeti nedeniyle temsil edemiyorsa, (yani İsa’nın kilisesinde papaz olamıyorsa) İsa’nın çarmıha gerilmesi ve yeniden dirilmesi kadınların dışında ve dolayısıyla kadınları ilgilendirmeyen bir olaydır ki, İsa tüm insanlığın peygamberi olduğuna göre burada bir yanlış var.”
1960’lardan itibaren yüzlerce sivil toplum örgütü kuruluyor ve mücadele başlıyor. Örgütlerden birisi Amerikan Katolik Kadınların Papazlığa Kabul Konfederansı – WOC.(1) Amerikalı katolik hanımlar, hedefleri doğrultusunda çalışadursunlar, daha 1975 yılında, Çekostovakya’da, Ludmilla Yavorova isimli bir hanımın cüppe giymiş olduğu ortaya çıkıyor! Dahası, Yavorova hanımın papazlığı kendinden menkul de değil. Bölgeye Vatikan tarafından atanmış Roma Katolik Piskoposu Davidek tarafından onaylanmış ki, papanın kilisesine ne kadar hakim olduğunu sorusunu da gündeme getiriyor. Haber 1991 sonunda New York Times gazetesinde, Amina Wadud hanımın imamlığına benzer bir biçimde patladığında, Amerikalı katolik hanımlar derhal küçük bir komite örgütleyip, Çekostovakya’ya uçuyorlar. Prag’a, oradan Brno’ya geçiyor, hanım papazla tanışıyor, Amerika’ya davet ediyor. Amaçları, bir örnek teşkil eden Çek hanımın tanınmasını, kadın rahipliğe giden yolu hızlandırmaya yardımcı olmasını sağlamak. Yavorova, davete altı yıl direniyor. Sonunda 1997’de Washington’a iki haftalığına geliyor, öyküsünün kitaplaştırılmasını kabul ediyor. Rahip Yavorova’nın söylediklerini kaleme alan Amerikalı katolik hanım, papaz olmak isteyen bir kadına, ancak bir kadın papazın örnek olabileceğini belirtiyor. Kadınların Tanrı ile olan diyalogları erkeklerin diyaloglarından farklı oluyormuş. Kadınlar, ibadete bambaşka bir derinlik getiriyorlarmış.
Böyle de olsa, Aziz Pavlus’un hükmü ortadayken, müteveffa Papa II. John Paul’un kadınların cüppe giymelerini onaylaması düpedüz “günah” olurdu. Diye düşünüyor insan!.. Oysa, anlaşılan, İncil’in derlendiği asırlardan bu yana suyun altından tonlarca su geçmiş. Hatta, Papa’nın “yanılmazlık” niteliği sorgulanır olmuş ki, Vatikan’ın kutsal otoritesi ne derse dersin, kadınların cüppe giymeleri meselesi kapanmamış ve taze papa Ratzinger’e rağmen de kapanacak gibi görünmüyor. Bir kere, Katolik kardinallerinin arasında fikir ayrılığı var ve bu Katolik cemaatine de sıçramış durumda. Özellikle de Amerikan Katolikleri, kadınların cüppe giyinmesine (ve erkek papazların evlenmelerine) izin verilmesini istiyorlar ki, bu,Hıristiyan akidesinin hiçe sayılması değilse, ciddi içtihat, haydi adını koyalım, radikal “reform” demek. Öte yandan, geçtiğimiz aylarda Associated Press haber ajansının yaptığı bir ankete göre, müteveffa Papa, Amerika’da pek sevilir ve sayılırmış. Tarihe en sevilen papalardan biri olarak geçeceği de belliymiş. Ancak, bu durum, Vatikan ile Amerikan Katolik Cemaatinin arasındaki düşünce farklılıklarını ortadan kaldırmaya yetmiyormuş. Meseleye bu açıdan baktığımızda, Ratzinger’in Papa XVI. Benedictus namıyla taç giymesini Avrupa’nın Amerika’yı terslemesi olarak yorumlamak da mümkün. İtiraf etmeliyim ki ben kendi adıma, Afrika ya da Asya ülkelerinden birisinden Kofi Annan türünden “ılımlı” birisini seçip, uzlaşacaklarını düşünmekteydim ki, fena halde yanıldım.
Katolik nassları bu kadar açıkken, Amerikan Katolik Cemaatinin kadın papaz vb. konularda nasıl ısrarlı olabildiklerine gelince: sorunun cevabı “demokrasi.” “Tanrı’nın emirleri söz konusu olduğunda ‘demokrasi’ olur mu?” sorusuna da “Demokrasi asıl inanç alanında olur” mealinde bir cevap geliyor. Vicdan özgürlüğünden söz ediliyor. “Katılımcı demokrasi”nin “Vatikan’ın fetvalarına cemaatin de katılımını” getirdiği savunuluyor.
Demokrasinin çoğunluğun sesine kulak vermek anlamına geldiği kuşkusuz. Söz konusu Associated Press araştırmasına göre, Amerikan Katolik cemaatinin yüzde 63’ü gibi büyük çoğunluğu “inananların düşüncelerinin Vatikan kararlarında etkili olması gerektiği”ni söylüyorlar. Bunların yüzde 82’si, “kuralların gevşetilmesinden” yani kadınların papaz olmalarından, erkek papazların evlenmelerinden vs. yanalar. İşin ilginç yanı, aynı yüzdeler Katolik olmayan Amerikalılar için de geçerli. Yani, Amerikalıların yüzde 62’si, Katolik, Protestan, Ortodoks, Müslüman ya da bir başkası, “inananların inandıkları dinin kuralların belirlenmesinde söz sahibi olmaları gerektiği”ni düşünüyorlar. Ve yine %82 gibi ezici bir çoğunluk, Katolik, Protestan, Ortodoks, Müslüman vb. dini kuralların “cemaatlerin tercihleri doğrultusunda yeniden düzenlenmesinden yana” oldukları ifade ediliyor. Bu arada, dünyadaki toplam Katolik nüfusunun bir milyar olduğu tahmin ediliyor. Bunlardan sadece 65 milyonunun Amerikalı olmalarına karşın Vatikan üzerinde sayılarıyla kıyaslanamayacak etkileri olduğundan bahsediliyor, “Amerikan Katolik cemaatinin büyük çoğunluğu kadınların papaz olmaya hakları olduğunu düşünüyorsa, Vatikan, bu demokratik talebe önünde sonunda boyun eğecektir” deniyor.
Doktrini yeniden yorumlamaya talip olanlara baktığımızda, bu insanların ABD’nin muhtelif ilâhiyat fakültelerinde okumuş, çoğu doktoralı, kadın “din uzmanları” olduklarını görüyoruz. “Kariyer”lerini kilise dışında sürdürmekle birlikte, düşüncelerini yayabilecekleri mümbit bir akademik ortamda yaşadıkları muhakkak. Episcopal Katedralinde Cuma kıldıran 58 yaşındaki Amina Wadud da bu iklimin ürünü. 1960’lardan sonra güçlenen “ikinci dalga” Amerikan feminizminin ikliminde yetişmiş, feminist kuruluşların ve sempatizanlarının desteğini almış bir almış bir hanım. Yaşadığı ortamın mümbitliğine karşın, ilhamını “Arap Feminist Hareketi’nin babası olarak bilinen Mısırlı fıkıh alimi Kasım Amin’den” aldığını söylüyor.
Kasım Amin 1863-1908 yılları arasında yaşamış. Mısır Ulusal Hareketi’nin ve Kahire Üniversitesinin kurucusuymuş. İlk Arap feministi olduğu kabul edilirmiş. 1899’da Tahrir el-Mar’a, mealen, “Kadınların Özgürleşmesi” isimli bir kitap yazmış. Erkeklerin birden fazla evlenmelerini, peçeyi, kadınların haremde saklı tutulmalarını İslâmi-olmadıkları, hatta İslam’ın sahici ruhuna ters düştükleri gerekçesiyle eleştirmiş. Soylu Arap kadınlarının “kendi evlerinde kölelerden beter bir durumda esir tutulduklarını” anlatarak, bu konumdaki annelerin sağlıklı çocuklar yetiştirmelerinin de pek mümkün olmadığını anlatmış(mış.) Kasım Amin’in İslâm ve Arap dünyasındaki kadın siyasi hareketlerinin üstünde büyük etkisi olduğundan, bugün dahi okunup üzerinde tartışıldığından bahsediliyor.
Amina Wadud, bir söyleşisinde kendisinin bir “post-modernci” olduğunu, girişiminin İslâm’ın post-modern dirilişi ile ilgili olduğunu söylüyor. “Post-modernite”den kasıt, “geçmişi yeniden irdelemek, geçmişin üzerinde yeniden düşünüp, çoğulcu ve dinamik geleceğe uyarlamak”mış. “Ben İslâm’ın ve Müslümanların bu sürece katılmış olduklarını düşünüyorum,” diyor, “Yaşanan sürecin postmodern olduğu doğru ancak Müslümanların yaşanan sürecin bilinçli olarak tanımlayıp tanımlayamadıkları da başka bir mesele.”
Bayan Wadud, hayattaki en büyük arzularından birisinin bir gün Istanbul’da, Sultan Ahmet’te kılınacak bir Cuma namazına imamlık etmek olduğunu da söylemiş. Anlaşılan, işimiz var.