Neden, hiçbir şey yok değil de var?
Bu soruya dinin verdiği eski cevap, Allah dünyayı yarattı, onun için birşey var. Bundan sonra geri çekilme harekatı başlıyor. Allah’ın kendisi bir şey mi, hiçbir şey mi? Eğer Allah birşey ya da bir şey ise, onu kim yarattı? Buna verilecek hiç bir cevap yok ki, sizi ilk soruya geri döndürsün. X’in ne olduğunu, nereden geldiğini söylemeyeceksek, ‘dünyayı X yarattı’ da diyebiliriz. Ama Allah hiçbir şey ise, bir şeyi hiçbir şeyden nasıl yaratabilir? Ve eğer Allah hiçbir şey ise, o zaman sadece bir kurmaca, bir boşluk, bir boş küme – Allah her yerde yani hiçbir yerde.
Yunan flozofları bu düşüncelerle oynadılar. Kuşkusuz, Yunandan önceki antik toplumlarda bu düşüncelerle oynadılar. Tüm düşünceler Allah fikrine saplanır. Allah fikrinin dışında kalan pek az cevap vardır. Bunların çoğu da kısırdır döngüdür, biz burada olduğumuza birşey var ve bir neden-sonuç zinciri birinci nedeni destekler ve birinci neden hiçbir şey olmaksızın olamaz. Soru soruyu getirir, bu defa da neden bir şey var diye sorarız, sonra da neden hiçbir şeyden birşey türeyemez?
Yeni fizik bu soruya kendi cevabını insani ilke doğrultusunda verir. Neden sorusunu ‘ben’ cevabıyla karşılar. Stephen Hawking şöyle anlatır: “Biz kainatı olduğu gibi görüyoruz, çünkü eğer bizim gözlemlediğimizden farklı birşey olsaydı, biz burada olup onu gözlemleyemezdik.” Kainat biz burada olalım diye böyle. Farklı bir şey olsaydı biz burada olamazdık. Hiçbir şey bizim gözlemlediğimizden farklı değil. Bizim soru soruyor olmamız, bizim varlığımız, Kainatı burada olduğu gibi yapıyor. O öyle olduğu için biz biziz.
Bu cevap da kısır döngü ile flört ediyor. Ama fizikçilerin konu hakkında konuşmayı reddeden felsefecileri bir kenara bırakıp, konuşmalarını görmek eğlendirici. Yine de cevap zayıf çünkü kainatta az rastlanır bir olguya dayanıyor: niçin sorusunu sorma yeteneği olan bizlerin varlığına.
Kainat önümüzde bir halı gibi açılsa bile, biz burada çok yeniyiz – biz ortaya çıkalı bir milyon yıl ancak oldu. Oysa kainat onbeş milyardır burada – onbeş milyar önce Bing Bang’le ortaya çıktı. Ya biz ortaya çıkmadan önce aptal bir şey, aptal bir yaratık veya gelişgüzel bir atom ya da yıldız grubu aynı soruyu “Neden bir şey var?” sorusunu sormuş olsaydı ne olacaktı? Belki de kainat bizim için değil, daha henüz evrimleşmemiş akıllı birileri için açılacak.
İnsani cevabın, kainat’ın trilyon, katriliyon dallı evrim ağacıyla başı dertte. Çünkü kainat pek çok biçimde açılabilir. Bir dal ya da bir yol bize Big Bang’den dünyayı getirdi. Başka dallar bizimki gibi hayat biçimleri ile sonuçlanabilir. Diğer başkaları öyle başka hayat biçimleri, akıllı hayat biçimleri, ile sonuçlanabilir ki, bu akıllı yaratıkları biz görsek de duysak da tanıyamayabiliriz. Şu anda bile bize bağırıyor olabilirler. Genişleyen kainatta hayat, tavlı zengin toprakta biten otlar gibi bitebilir. Hayat, genişleyen kainatın ilk aşamasındna ibaret de olabilir. Gençlikten yaşlılığa geçerken yıldızların çoğu üzerlerinde su tutabildikle bir kaç milyar yıllık bir “su penceresi” aşamasından geçerler. Kaldı ki, matematik bize çok büyük sayıda kainatların olabileceğini, olduğunu ya da olmuş olduğunu söylemektedir. Bunların pek çoğunda niye-birşey var sorusunu soracak akıllı bir şey ya da yaratık sorabilir ve insani ilke doğrultusunda cevaplayabilir. Bu soru tıpkı bizim kainatımızın var olması gibi onların kainatlarını da vareder. Böyle bir dünya var: bizimkine eşit bir kainat ama içindeki insan sayısı hatta molekül sayısı bizimkinden bir tane daha az. Niye tek bir dünya olsun? Niye biz bu kadar şanslı olalım?
Belki de o kadar şanslı değiliz. Belki de bizim kainatımız trilliyonlarcasıyla birlikte bir meta-kainatın içinde yer alıyor ve diğerlerinde de akıllı-şeyler var, vardı ya da olacak. Bence insani ilke buna götürüyor. İnsani ilke 2001; A Space Odyssey filmdeki uzun siyah monolith gibi, akıllı olanlara açılan, aptal olanlara kapanan bir kapı. Her bir dünya çizgisi ya da patikasının içinde akıll bir şey ya da yaratık ya var, ya da yok. İçinde smart yaratık olanlar oluşuyor, diğerleri oluşmuyor. İnsani ilke dünya haatlarını filtre ediyor veya buduyor, aptal yaratıkların tepe filizlerini koparıyor.
İnsani ilke tek bir dünyayı açıklamaya çalışırken içi akıllı dünyalarla dolu bir Pandora’nın kutusunu açıyor. Ve neden bir soru sormanın veya beyin sahibi olmanın ya da beyine benzer şeylerin dünya çizgisi bulduğunu daha hala anlatmıyor. Dünya çizgisini seçmenin ya da ahmakları budamanın mekanizmasını vermiyor. Bu durumda kainat burada çünkü bu kaya ya da bu yıldız burada da diyebiliriz çünkü kainat onun burada olacağı şekilde açılmasaydı o burada olmazdı. Şu halde insani ilke iddiasının geçerli olması için akıllı nesnelere gerek yok. Birşeyler olsun yeter. Dünya tek bir şey için açılabilir. Niye bir şey için açılır? Bizim için açıldığı gibi açılır. Peki neden o öyle? Çünkü biz buradayız. Ve saire.
BİR FUZZY CEVAP : Hiçbir varsayımda bulunmayın.
Benim neden bir şey yok değil de var sorusuna fuzzy bir cevabım var. Cevap şu: Eğer hiç bir şey yoksa matematik patlar.
Bu cevap derin olabilir ya da basit matematik olabilir. Her iki durumda da keşfetmek istediğim bir dünya görüşü kurar. Enformasyonla halleşir. Entropi ile, fuzzy entropi ile halleşir.
Cevap fuzzy entropi matematiğinden gelir. Kainat ne kadar saçaklıdır? Şeklinde katıksız saçaklı bir soru sorduğumuz zaman gelir. Bu sorunun cevabı %100 ile %9’ın arasında bir yerdedir. Saçaklılık bir derece meselesidir. Asıl soru, kainatın bir saçaklı küme olup olmadığıdır. Eğer fuzzy değilse, o zaman kainat sadece bir kümedir ve %0 saçaklıdır. Eğer fuzzy ise bu değer %0dan fazla olacaktır.
Çoğumuz kainatın saçaklı olmadığını düşünürüz; %0. Kainattaki her şey %100 kainata aittir. Kainata ait olmayan şeylerin oranı %0dır. Şey ya vardır ya da yoktur. Arada bir şey yoktur. Varolmanın gri tonları yoktur.
Kainat ona dair objelerin kümesidir. Dahası: kainat kainatın tüm alt kümelerinin kümesidir. Her şeyi içeriyorsa, her şeyin setlerini de içeriyordur. Ve biz bu parçaların siya ya da beyaz olduklarını düşünürüz. Kalın bir şey parçası kainata ya iattir ya da değildir. Şey kümelerinin ya hepsi dahildir ya da hiçbiri dahil değildir.
Belki. Ama bu sonuca mantık yürüterek varmayız. Test etmek gerekir. Soru verili ya da ampriktir. Şey kümeleri kainata pekala da bir dereceye kadar ait olabilir. Bence bir ‘elektron’ ya da elektron bulutu uzayın belirli bir bölgesine sadece bir dereceye kadar aittir. Ama mesele bu değil. Bir şeyin var olup olmadığını anlamak için kainatın saçaklı olup olmadığını bilmek zorunda değilsiniz. Saçaklı olup olmadığını sormanız yeter.
…………
Şöyle bir düşünce: Farzedelim ki hiç bir şey yok. Tek bir şey bile yok. Bunu nasıl yapacaksınız? Eğer sadece kelimelerle çalışacaksanız, eki Yunanlıların yaptığı gibi hiçbirşeyden oluşan birşey gibisinden muğlak fikirlere saplanırsınız. Ben küme anlamında hiçbir şey fazetmedim. Hiçbir şey olmayan bir küme nasıl bir kümedir? Biz buna boş set ya da null set deriz ve 0 diye yazarız. Peki öyleyse hiçbir şey ne? Ben neyin hiçbir şey olduğunu dğşğndüm? Dünyanın. Kainatın. Her şeyin “uzay”ının. Bunu X diye yazalım. Hiçbirşeyin olmadığını varsaymak, X’in boş set olduğunu söylemektir. X=0. Bu matematik dili. Bu formun nereye gidebileceğini görebiliyordum. Bu form matematik patlamasına gidiyordu.
Fuzzy entropi teoremi kainatın entropisi ya da saçaklılığı ya da muğlaklığı sıfır bölü sıfırdır, 0/0. 0/0, sıfıra eşit değildir. Ve iki sıfır birbirlerini götürüp bir yapmazlar. Bu terim tanımsızdır. Sıfırla bölünmez bölünürse matematik görülmedik şekilde patlar. Patlamaya neden olan faraziye hiçbirşeyin olmadığı faraziyesidir. Öyleye bu faraziyeyi reddetmek durumundayız. O halde bir şey var. Benim cevabım bu.
Bunu saçaklı küplerle de görebiliriz. Hiçbir şey yoksa, Artisto Buda ile çarpışır. Küpün köşeleri orta noktaya yürürler. Orta nokta köşelere genişler. Şekil 15.1’de tek bir şeyin kaldığı duruma bakın. Fuzzy küp bir doğru parçasına indirgenmiştir.
0———————1/2——————-1
Son kalan bir şeyden hiç birşeye gittiğinizde, birşeyden hiçbirşeye gittiğinizde, doğru parçası bölünemeyecek kadar küçük bir noktaya çöker.
.
Bu nokta, boyutları 0 olan fuzzy küptür. Bu noktada Aristo’nun A ya da A-değil köşesi %100 geçerli olup, Buda’nın %100 geçerli hem A hem de A değil orta noktasına çökmüştür. Yin-Yeng denklemi geçerlidir. Ama ikili mantığın A ya da A değili de geçerlidir. Bu nokta maddenin matematiği kendisiyle birlikte gömdüğü noktadır.
Acayip olan yanı da budur. Bir şeyden hiç bir şeye gidiş, fiziki bir şeydir. Kainat son bir atom içerir sonra da hiç. Bu maddesel bir veridir.
Bu cevaptan hoşlanmayabilirsiniz. Teknik birşeyler ileri sürüp, reddetmek isteyebilirsiniz. Ama matematiği basittir. Hiçbir şey yoksa, matematik patlar. Bunun ne kadar ciddi olduğunu bilmiyorum. Ama bu iddiamın nasıl test edilebiliniceğini düşünüyor olmanız hoşuma gidiyor.
Teorik olarak test edebiliriz. Yapacağımız tüm maddeyi şey kainattan boşaltmaktır. Bunu nasıl yapacağımızı ya da boşaltılklarımızı nereye koyacağımızı ya da bu testi yaparken kendimizi nereye yerleştireceğimizi bilmiyoruz. Bu bir düşünce deneyi. Son atom ya da foton ya da madde topu boşlukta asılı kadar ve sonra kaybolur ya da hiç oluncaya kadar büzülür. Belki bir solucan deliğine kaçar ve ihtitar kainatı bomboş bırakır. Bunu daha önce duymuş olmalısınız: Yerçekimi çöküntüsü.
İddiayı kainatın yerçekimsel çöküntüsü iddiayı test edebilir. Diyelim ki kainatın içinde Big Bang’den bu yana yavaşlamış, genişlemesini durdurmuş, kendi üstüne yığılan ve Big Crunch’a sıkışan yeteri kadar karanlık madde ya da neutron ya da herhangi türden parçacık ya da dalga var. Bu tamamiyle mümkündür. Pek çoğumuz hesabını bunun üzerine kuruyor. Kainatın genişlemeye devam etmesini ve sıcak ölümle yokolmasını istemiyoruz. Kainatın çökmesi için her bir metre küp uzaya üç elektron gerekir. Kütlesi olmayan yada minicik kütleli ve pek pek az elektrik yüklü hayalet benzeri yaklaşık 100 neutrino yeter.
Kainat Big Cruch’a yönelirse ne olur, kimse bilmiyor. O müstesna durumda fizik kanunları işlemiyor. Dolayısıyla şimdi bilim-dışı konuşuyoruz.
Gidip-gelen/sallanan kainat düşüncesi var. Big Crunch yerini yeni bir Big Bang’e bırakabilir ya da Bing Bang’in kendisi olabilir – büyür ve yeniden kendi üstüne çöker. Ya da kainat topu kendi kara deliğine çekilebilir. O kadar küçülebilir ki, bir solucan deliğinin boynundan başka bir kainata geçer, orada beyaz delik olarak pırtlar ya da büyük veya küçük bir bang ya da başka garip bir olay yaratır. Bu durumda eski kainat en azından son anında birşeyden hiçbir şeye geçecektir. Ben bunu bir deney sayarım. Fizikçiler hali hazırdaki genişlemenin on milyar yıl daha süreceğini iddia ediyorlar. Bundan sonra Big Crunch’a çöküş bir on milyar yıl daha sürecek. Demek ki, iddiamın test edilebilmesi 20 milyar yıl sonraya kalıyor.
Vakum testi de yapılabilir. Vakum, ‘boş’ değildir. Vakum aktiftir ve quantum olanaklarıyla doludur. Belki onun bir parçanı temizleyip, etrafını duvar çevirebilir, kapalı bir hiçlik bölgesi yaratabiliriz. Balki bir kara deliğin etrafını çevirebilir bir kaç bin yıl süreyle onu olmayan maddeyle doldurabiliriz. Kim bilir?
Mesele bildiğimiz matematiğin olmaması durumunun nasıl bir şey olacağı meselesidir. Toplama ya da çarpma yapamazsınız. 2 sayısısı 3 sayısına eşit olabilir. Rakam fikri kaybolabilir. Fizikçiler, fizik kanunlarının big cruch ya da kara delik de işlemeyebileceğini söylüyorlar. Fuzzy iddia, bu durumlarda matematiğin de işlemeyebileceğini söylüyor. Bu tuhaf bir iddiadır. Ve daha da tuhaf bir şey söyler.
Şöyle ki, belki de mantık, veriden/olgudan farklı değildir. Belki ikisi bağlantılıdır. Araştırmak istediğim nokta bu. Mantık ve olgu. Matematik ve şeyler. Bağlantılı.
KOZMİK ÇİPLER VE ALLAH
Geri gidelim. Neden bir şey yok değil de var? Bunun bir cevabı eğer hiçbir şey yoksa o zaman matematiğin başı dertte. Bunun bir ifadesi fuzzy entropi meselesi. Bir olayın ya da sentin saçaklılığının matematiksel ölçümü. İyi de, ne olmuş? Bir takım sembollerin karışması, tutarsızlaşması dünyanın neden umurunda olsun?
Umurunda, çünkü dünya matematiğe itaat ediyor gibi duruyor. Ama etmek zorunda değil. Eder gibi duruyor ama etmek zorunda değil. Bildiğimiz matematiğin bir çalı olduğunu düşünün. Birkaç kökten büyüyor ve her geçen gün dal atıyor. Tüm bilimleri, tüm verileri de bir çalı gibi düşünün. Bu da yerçekimi, ışık, molekül zincirleri gibi bir kaç temel kökten büyüyor ve her gün yeni dallar atıyor, hatta bu yeni dallardan bazıları diğerlerine ne benziyor ne de uyuyor.
Bu iki çalı birbirlerinin aynısı değil. Farklı yasalara göre büyüyorlar. Matematik çalısı katıksız tümdengelimle büyüyor. Veri çalısı ise deneylerle ve ölçümlerle – tümevarımla – sarsıla, atlıya büyüyor. Bilim adamları eski dalları buduyor yeni dallar büyütüyorlar ya da aşılıyorlar. Makaslarını bileyen, yeni veriler. Ancak, iki çalı benzeşiyor da. İkisinin de şekli kaba, en azından bazı dalların kümelenme biçimleri benziyor. Bu benzeşmenin mantıklı bir nedeni yok. Mantık bir yoldan gider. Veriler hemen her yoldan. Baştan bilemezsiniz. Bu nedenle her bilimsel deney yeni bir kumardır.
Bilim/fan matematiğin izinden gider. Tümevarım, tümdengelimin izinden gider. Zaman geçtikçe bilim çalısı matematik çalısına gittikçe daha çok benzemeye başlar – dala dal, filize filiz. Hangi çalının hangi çalının peşinden gittiğini zaman farkından anlarız.
Büyük olaylardan bazılarına bakalım. Geçen yüzyılda James Clerk Maxwell elektrik ve manyatizme dair dört tane “Mazxwell denklemi” buldu. Bu denklemler veya onların parçaları deneylerle doğrulandı. Maxwell matematik denklemleriyle oynadı ve ışığın dalga teorisi ortaya çıktı. Matematik ışığın elektromagnetizmin bir türü olduğunu söylemişti. Deneyler daha sonra bunu da doğruladı. Bir kaç yıl sonra Einstein görecelik matematiği ile oynadı ve eneji-kütle denklemi, e=mc2 çıktı. Sonraki testler ve nükleer bombalar bu formülü de doğruladı. Başka türlü de olabilirdi. Deneyler e=MC5 ya da e=m2c formülünü ya da sayısız başka ihtimalleri doğrulayabilirdi. Ama öyle olmadı. Deneyler matematik dalını doğruladılar.
Birkaç yıl sonra Einstein genel görecelik matematiğini ortaya koydu ve yerçekiminin bu yanılsama olduğunu söyledi. Madde, uzayı büküyor. Enerji ve momentum uzay-zaman sürekliliğini (continuum) büküyor. Gezegen meteoru “çekmiyor.” Meteor yanından uçuyor ama gezegene bir anlamda yuvarlanıyor. Çekimmiş gibi görünüyor. Einstein’s eğrilik denklemleri, Maxwell’in denklemleri gibi, bir dalga denklemine götürüyor. Yani denklemlerin ışık saçan sonuçları var. Bu demek ki, ışık hızında hareket eden yerçekimi dalgaları var. Fizikçilerin yerçekimi dalgalarının varlığına dair dolaylı kanıtları dev pulsarların ya da neutron yıldızların orbital emisyonlarında bulmalarının üstünden yetmiş yıl geçti. 1917’de, Einstein yerçekimi ya da eğrilik denklemlerini yayınladıktan hemen sonra, Karl Schwarzschild özel bir simetrik durum için çözdü onları. Schwartzschild’in denklemleri gereğinden fazla kütlenin yerçekim denklemini sonsuzluğa kadar genişletebileceğini gösterdi (bu, bir terimin 0’la bölünmesi gibi). Kara deliklerin varlığına işaret eden bu denklemlerdi. Yıllar sonra kara deliklerin varlığına ve bunların bizim Samanyolu da dahil olmak üzere sık galaksilerin ortasında olduğu ortaya çıktı. ilişkin giderek daha çok sayıda kanıt ortaya çıktı.
Bunlar verilerin matematiği izlemesinin meşhur örnekleri. Bu kadar net olmamakla birlikte her günher dalda bilimsel verilerin matematiği izlediğini görüyoruz. Ne kadar çok matematik öğrenirsek, tabiatı o kadar iyi görüyoruz. Ne kadar çok nonlinear matematik öğrenirsek, tabiat o kadar nonlinear görünüyor. Asırlaca kaosu kaba gürültü saydık. Kaos matematiğini yakın zamanlarda öğrendik ve kaosu hava durumlarında, kalb vuruşların, moleküler titreşimlerde bulduk. Matematik çalısını ne kadar iyi açarsak, aralarında daha çok bağılantı olduğunu görüyoruz. Zamanla deneyler bu bağlantıları onalıyor. Öyle olmaya da bilir ama oluyor. Bilimin matematiğin peşinden gitmediği durumlar olabiliyor ama bütünde öyle değil. Bütünde bilim matematiğin peşinden gidiyor.
Peki, Allah bütün bunların neresinde? Tabiatın derinliklerine her gün biraz daha fazla nüfuz ediyoruz ama O’na dair bir ipucu yakalayamıyoruz. Kanıt yok. Allah matematikte de yok, deneylerde de. Onu ne mikroskop ne de teleskopta görmüş ya da ölçmüş değiliz. Gözlemlenebilir kainatta yok gibi duruyor. Ayak izi bırakmamış gibi. Tüm bulabildiğimiz fizik kanunlarına göre şekillenen olaylar. A, A değil’e, A değil başka bir şeye akıyor. Allah’la açıklayabildiğimiz bu oluşumu Allah’sız da açıklayabiliriz.
Usavurum bir kez daha şüphe ile sonuçlanıyor. Ne kadar çok öğrenirsek, toprak ayağımızın altından o kadar çok kayıyor. Bir adım sonra niye genlerimizi ya da düşüncelerimizi sürdürmek için yaşam savaşı verdiğimizi düşünmeye başlıyoruz. Bütün bunlar nihilizme doğru gidiyor.
Ve nihilizmle sonuçlanabilir de. Hayatın bizim anlayabileceğimiz bir manası ya da amacı olmayabilir. Bizim Allah düşüncemiz, Pavlov’un dediği gibi bir toplumsal refleks, Spinoza’nın söylediği gibi doğadan kaynaklanan korku, ya da Marks’ın söylediği gibi kitlelerin afyonu, ya da Freud’un dediği gibi kendi babamızın kozmik gaza dönüştürülmüş şekli yada sosyo-biyologların dedikleri gibi, bazı bencil genlerimizin otoriteye gözükapalı bağlılıklarının sonucu.
Allah’ın varlığını kendi içimizde ya da çevremizde hissettiğimizi düşünüyoruz ama bu bir yanılsama olabilir. Hissediyoruz ama tanımlayamıyoruz. Beynimizdeki nöral şebeke bu işi iyi bilir. Onlar yüz milyonlarca yıldır bu işi yapmak, hissettikleri patternleri önceden kaydettikleri patternlerle eşleştirmek üzere evrimleştiler. Yüzleri, müzik parçalarını, mevsimleri tanırız ama onları nasıl tanımlayacağımıza dair hemen hemen hiç bir fikrimiz yoktur. Bir ismi nasıl hatırladığımızı, bir soruya nasıl cevap verdiğimizi ya da yeni bir fikir ürettiğimizi izah edemeyiz. Sadece yaparız. Nöral şebekemiz bir şekilde becerir. Aynı şekilde olmayan bir Allah patternini de tanıyor olabilirler. Genetik anlamda Allah’ı bir görüp bir kaybetmenin özel bir avantajı var gibi de durmuyor. Bir görünüp bir kaybolan ya da varlığı hissedilen Allah’ın, neural şabekemizin deja-vu yada ‘dolduruş’ türü bir animolisi olması mümkündür. Biz Allah’ı Şekil 15.3deki Kanizsa karesini tanır gibi tanıdığımızı düşünebiliriz: kanizsa karesi olmadığı gibi Allah da yoktur.
Gözlerimizdeki ve beynimizdeki neural şebeke olmayan kenarları ve parlak içiyle Kanizsa-karesi yanılsamasını oluşturur ve sürdürür. Oysa bu sayfada böyle bir kare yoktur. Bu kare Kant’ın “duyuların yardımı olmadan, düşünsel içgüdü ile anlaşılan,” orada bir yerde, duyuların ötesinde ‘kendi başına birşey’ bir noumenon değildir. Tersine, duyularımızn ve beyinlerimin bir phenomenon’u – yani, duyuların tanıdığı ve bilimsel olarak tanımlanabilir ve test edilebilir bir veridir. Bizim bir görünüp-bir kaybolan Allah’ımız ya da Onun Gölgesi ya da Onun Eseri aynı durumda olabilir – rastgele bir kainatın rastgele bir galaksisindeki rastgele bir gezegenin üzerinde yakın bir tarifte ve kısıtlı olarak evrimleşmiş bir yaratığın neural tellerindeki bir yansılsama.
Ben daha farklı bir sonuça varıyorum. Kainat enformasyondur. Büyük bir bilgisayar çipi gibi. Bence bir gün enerjinin enformasyonla ilişkili olduğunu göreceğiz. Enformasyon dalgaları veya cisimcikleri, infoton’lar olabilir. Enformasyon Leibnitz’in monadları gibi bölünemeyecek kadar küçük akıllı cisimciklerde toplanabilir.
Doğaya ne kadar çok bakarsak, yapılanmasında o kadar çok enformasyon görüyoruz. Yapılanma, enformasyondur. Bizim DNA’mız etten yapılmış enformasyondan ibaret. Beynimizdeki, omurgamızdaki ve kaslarımızdaki neural ağ enformasyon şifreler, depolar ve şifre çözer. Kültürlerimiz ve ekonomimiz enformasyon depoları ve akılarından ibarettir. 1940larda Bell laboratuarlarında Claude Shannon pure enformasyon teorisinin ilk yasalarını buldu. Dünya bu yasalara uyar gibi duruyor. Termodinamiğin entropisi soyut enformayon teorisinin entropisinin aynısıdır. Bir yüz, bir yıldız ya da galaksi kümesi gibi “pattern”ler, azami bilginin yerel noktası ya da asgari entropi ima eder. 1957’de Stanfordlu fizikçi E.T.Janesistatistiki kuantum mekaniği kuralının (Gibbs olasılık dağılımı) temel matematiği enformasyon teorisinin maximize edilmesinin sonucudur. Bunu kanıtlamak için ne bulgulara deneylere ne de Niels Bohr’a ihtiyacınız var. Bütün ihtiyacınız soyut enformasyon teorisidir.
Görüp kaybettiğimiz enformasyondur. Bu süreç bitlerle başladı. Şimdi artık fuzzy motık bizi fitlere götürüyor. Bugüne kadar büyük küplerle çalışıyorduk ve küpün bir binary köşesinden öteki binary köşesine atlıyorduk. Şimdi fuzzy matematik bile köüpün içinde koca bir dünya olduğunu söylüyor ve biz bu dünyaya dalıyoruz. Kübü siyah-beyaz bir köşesinden diğer köşesine kadar delebiliriz. Fuzzy matematik. Fuzzy fizik. Fuzzy makina zekası. Olasılık ve göreceli frekansı subsehood ya da parçanın içindeki bütünle ile ikame edebiliriz. Daha da büyük neural ağları, bilgisayarları ve birleşik neuro-bilgisayarlaru daha çok matematik için devreye sokabilir, daha çok yapılanma bulabilir daha çok enformasyon elde edebiliriz. Ve bu sadece bir başlangıç olur: It from fıt.
Bu da bir sonraki soruyu getirir: Allah enformasyon mudur? Bu söylendiği kadar garip olmayabilir. Niye olsun ki, biz Allah’a her şey dedik: aşk, güç, zihin, enerji, tabiat, maximum olasılık. Ama ben Allah’ın enformasyon olarak doğru olmadığını hatta bu tanımın anlamı bile olmadığını düşünüyorum. Enformasyon olan kainat. Enformasyon olan fiziki yapılanma. Kainat Allah’la ilgisi gözün görmeye ilgisi gibi.
Bence Allah’ın bilimin matematiği izlemesi ile ilgisi var. Bence orada birşey,in farkına varıyoruz. Tarif edemediğimiz bir şeyin. Bir plan var ki onu tanıyoruz. Ya da Plan. Her bir yeni matematiksel içgüdü ile, her bir yeni fuzzy veri ile bir plan ya da matematik yapılanması hesabı yapıyoruz.
Bütünbunlar bir sonraki saniyede değişebilir. Bilim çalısı matematik çalısının peşinden gitmekten vazgeçebilir. Veri mantığı izlemeyebilir. Enerji bundan böyle kütlenin ışık hızının karesinin çarpımına eşit olmayabilir. Okyanus dalgaları bundan böyle sıvı mekanikçilerinin denklemlerine göre hareket etmeyebilirler. Ampuller watları yükseldikçe parlamayabilirler. Neden-sonuç ilişkisinin tüm kanavası eriyebilir veya dağılabilir. O zaman bu tez de dağılır.
Ama farzedinki bu söylediklerim olmayacak. Farzedinki bilim matematiği daha yüzlerce, binlerce, milyonlarca, milyarlarca yıl izlemeye devam edecek. Plan hypotezi fuzzy doğrularla büyüyecek. Pitagoras ve diğer teoremler emirler yağdırmaya bizler o emirlere riayet etmeyi sürdüreceğiz. Tanıyıp da açıklayamadığımız o gölge duygusu, görünüp de kaybolan, pattern açıklığa kavuşacak. Allah olamaytabilir ama Matematik yapıcısı var ve Bilim onun Peygamberi.
Erkek ya da kadın, bir şey ya da hiçbir şey matematiği yazdı. Allah, Matematiği yazandır. Matematiği Allah yazdı.
FUZZY MAKİNA OLARAK İNSAN: MAKİNA IQ’LARININ YÜKSELMESI
Fuzzy gelecekte insan hayatının niteliği nasıl olabilir? İnsanoğlunun Matematikyapıcına bir şey söylecek duruma gelmesi için daha çok ama çok yıllar var. Bu arada daha yüksek makina Iqları bizim nasıl yaşadığımızı, düşündüğümüzü ve oynadığımı değiştirecek. Fuzzy mantık bize akıllı aletleri tattırdı ve beyendik. Birgün bu da değişebilir.
Ya gün gelir de yüksek Makina IQ’ları insan Iqlarını kendilerinkine boşaltırlarsa? Bu durumda insana ve onun kişiliğine ne olur? MIQ’ sistemleri bizi öyle üretken kılarlar ki, hepimiz zengin oluruz – o zaman emek, adanmak, ılımlılık gibi kavramlara ne olur? Her yanda sesle çalışan bilgisayarlar. Akıllı telesekreterlerde fuzzy kişilik-profili cipleri. Ne zaman ihtiyacınız olsa bulabileceğiniz akıllı diş protezleri. Akıllı yollar üzerende akıllı otomobiller. Makina sağlıklı, makina zengini, makina akıllı insanlar.
Düşünebildiğniz, yapabildiğiniz, yaratabildiğiniz her şeyi sizden daha iyi, çok dahay iyi yapan bir akıllı makina olması nasıl bir şey olur? Bütün bir yıl tatil mi yaparız? Yumuşar mıyız? Her kuşak daha az risk alıri daha az insanlara tanışır, devlete ya da büyük firmalara güvenir, zamanını daha çok sanal gerçeklik siberelbiselerinde, sibersandalyelerinde mi geçirir? Insan rasyonel hayvan olmaktan çıkar ultra-yüksek teknolojide bir kanape patatesi mi olur?
Bence işer iyiye gidecek çünkü bir anda hepimizbirden makina zengini olmayacağız. Büyük ikramiyeyi kazanmak insanı mahvedebilir. Bir düşünün ortacağ kıralları otomobillerin, bilgisayarların, uçakların, televizyonun, dişçilerin, kişisel özgürlüğüm ve zenginliğin bizlerde yapacağı etki hakkında neler düşünürlerdi. İnsanlık maaş artışları ve primle zenginleşecek, piyango biletiyle değil. Onun için ne yapacağımızı şaşırmayacağız. Yüksek makina IQ’lu oyuncaklarımıza ve onların dünyasına yavaş yavaş gidereceğiz. Akıllı ilaçlar ve akıllı silahlar – şu ikisini bir düşünelim.
İlk akıllı ilaçlar sokağa dökülünce ne olacak? Başlangıçta hükümetler onları yasa dışı ilan edebilirler. Kişisel ve profesyonel kullanımlarını engelleyebilirler. Yüksek IQ haplarını herkes kullanamıyacaksa kimse kullanmasın diyebilirler. Kobaylar da, ya da kompüter smulize kobaylarda başağrısına, kap krizine, felce, tümörlere yol açıyor diyebilirler. Uzun vadeli sonuçları bilinmiyor diyebilirler. Ama yasaklama yüksek-IQ hapların yayılmasını önleyemez. Fiyatı arttırır, fiyat artışı arzı sürekli kılar. Daha çok kimyager, kimya öğrencisi, ya da genci bu haplardan üretmeye ve kara borsada satmaya teşvik eder. Zaman içinde yüksek IQ hapları yasal olur. Ancak yasal ya da değil, varlıkları toplumu değiştirir. Kimse yüksek IQ yaraşında geride kalmak istemeyecektir. Yüksek IQ hapları (yada YIQlar) insan zihninin steroidleridir. Herkes YIQ alacak. Öğrenciler sınavları geçmek, çalışacakları yerde eğlendikleri geceleri telafi etmek için alacaklar. Çalışanlar, iş yetiştirmek için, kalabalık grupların önünde konuşabilmek, maaşlarını arttırabilmek ama hepsinden öte alanlardan geri kalmamak için alacaklar. Aşıklar birbirlerini etkileyebilmek için alacaklar. Sanatçılar yeni birşeyler yarabilmek için. Bilim adamları yeni fikirler geliştirmek, eskileri atmak için. Askerler yaşama şanslarını arttırmak için. Avukatlar savcılarla başedebilmek için. Hekimler teşhislerini iyileştirmek ve davaları önleyebilmek için. Genelde HIQ’yu akıllılar, daha da akıllı olmak için alacaklar. Daha az akıllılar, akıllı olmak için alacaklar. YIQlara tıplı otomobillere telefonlara, televizyonlara ve donuk gıdalara alıştığımız gibi alışacağız. Daha yüksek IQ toplumu yavaşça oluşacak, sıçramamayla değil.
Akıllı silahları düşünün. YIQ silahları ülkler arası ilişkileri kötüleştirdiği gibi iyileştirebilir de. Bunlarla ilk tecrübemiz, 1991 Irak savaşı iyiceydi. Cruise füzeleri ve akıllı rocketlerin IQ’ları çok düşüktü. Buna karşın, daha yüksek makina IQ’su silah yarışına girdi. Herkesin süperakıllı silahları olduğunda, komşular eşitlenecekler ve silahların birbirlerini götüreceklerdir. Her ülkenin kendi Yıldız Savaşları kalkanı olacak. Bazı durumlarda öfke, diplomasi yerine spot atışlarını getirebilecek. Ama ne zamanki ülkeler kalkanlara sahip olackalar, o zaman daha bir toleranslı olacaklar. Tehlike akıllı silahların gelişimin ilk yıllarında. Yirmibirinci yüzyıda hiç kuşkusuz, bunu göreceğiz. Akıllı silahların artışı dünyayı daha iyi bir yer de yapabilir. Kitle savaşları ortadan kalkabilir.
Her halukarda bence makina zengini olmanın müthiş bir sonucu olacak. Makina zenginliği hayatımızından kısıtlamaları kaldırmaya yardımcı olacak. Kısıtlama. Kapasite azalması. Mecburi kararlar. Polisin sanığı döverek elde ettiği itirafa inanmıyoruz. Kaba kuvvet veya tehdit, kısıtlamayı arttırır (duress) Çevresel faktörlerin çoğu da öyle. Bu noktada makina zenginliği çok işe yaracaktır. Tabii ki, yoksulluk da kısıtlama getirir. Eğer şart olmasa pek az kimse çalar ya da çalışır.
Ama kısa ömür de kısıtlıyıcıdır, hatta belki de en önemli kısıtlayıcıdır. Saatin tıkırtısı söyleyeceğimiz ya da yapacağımız herşeyi kısıtlar. Bin ya da milyon yıl yaşayacağınızı bilseniz bir çok şeyi aynı şekilde yapmazsınız. Çocuk yapmak için acele etmezsiniz, belki de hiç yapmazsınız. Belki daha az harcama yaparsınız. Belki dünyayı ve solar sistemi daha az kirletirsiniz. Daha uzun yaşam toplum, dünya ve solar sistemle daha uzun ilişkiler demektir. O durumda Mars’a ne yaptığımız, madenlerini boşaltmamız, ısıtmamız ya da dünyavari bir cennete dönüştürme çabalarımızla ilgilenirsiniz.
Seksüel iştah da bizi kısıtlar. Her erkek bilir ki, dünyaya dair duygularıız seks öncesi ve seks sonrası farklıdır. Kadınlar da böyle bir farklılık hissediyor gibidirler. Kültürün ve förtün bu konuda yapabileceklerinin bir sınırı vardır. Esas belirleyici olan yaşam uzunluğudur. Robotikde, malzemelerde ve kozmetiklerdeki gelişmeler hiç kışkusuz seks ikamelerini getirecektir. Hata belki günümüz pop yıldızlarının siborg modelleri satılır olacak. Belki de seks ikameleri, seks arttırıcıları daha yüksek IQ ve uzun hayat kadar istenir olacak. Daha seksi bir dünya daha hoş bir dünya olabilir. Ancak daha eğlenceli olacağı muhakkaktır.
Peki her kadın ya da erkeğin kendi robot haremi olan bir dünyada romantik aşkane olur? Özgür seks, özgür aşk anlamına gelmeyebilir ama etkiler. Romance’den kösnüllüğü ve gen üretimini çıkarırsak ne olur? Kısıtlarmaları ortadan kaldırırsak ne olur? Belki de ortada hiçbir şey kalmaz. Ya da belki gerçek aşk kalır ve bugünden düşünemeyeceğimiz boyutlara ulaşır.
Makina zenginliği bugünden tasavvur edemeyeceğimiz makina kültürü getirecektir. Sanatta yeni halılar dokuyacak, bilimse yeni ağlar örecek, yeni algılamalar ve idrak getirecektir.
Bunların toplam etkisi, ve bunların gerisindei sanat, bilim, kültür ve tarih, insanın kosmosdaki mercan kayasının alt katmanını teşkil edecek. Bundan binlerce, milyonlarca hatta milyarlarca yıl sonra bizim biyolojik ve makine ahfadımız mercan kayalığımıza bir iskelet, bir kültür, bir bilim eklemeye devam ediyr olacak. Son çocuklarımız mercan kayasının üstünde dikilebilir ve kainatın kendi mercan kayalıkları üzerinde dikilen diğer medeniyetlerini selamlayabilirler. Diğerlerine yol gösterebilirler ya da diğerleri bizimkilere yol gösterir.
Veyahutta kendini beyuenmiş bir makine Babil kulesi üzerinde tek başımıza durur, cevap vermeyen Matematikyapıcısı bulmak üzere kainatı araştırmayı sürdürebiliriz. Ya da Matematikyapımcısının bize verdiği cevabı beyenmeyebiliriz. Belki bizim kainatımız boşlukta büyük bir cipten ibarettir. Başka bir kültür için enformasyon stoklayan bir çip. Enformasyon kainatın nasıl değiştiğinde yatabilir. Kozmik genişleme ve sıkışma patternleri – bizim kainatımız geniş bir neural ağ, bir kompakt disk ya da bir bellek çipiymiş, bizler de mantık devrelerinin birinin soğuk, sert tellerine çömelmiş oturan virüsümsü bir koloniymişiz gibi – enformasyon kodlayabilir/dekodlayabilir. Ya da mesaj var- mesaj yok olabilir. Mesajlar şu anda burada olabilir ama biz onları algılayamıyor, idrak edemiyor olabiliriz. Cebir kitabı üzerinde yürüyen karıncalar olabiliriz.
YIQ’su bu dünyaların kapısını aralayacaktır. Fuzzy mantık bize bu kapıyı bir bedel ödeyerek açacağımızı gösterdi. Eski mantığa itaat etmemeli, eski mantığı aşmak için kurallarını kırmalıyız. Makinaların bizim gibi düşünmelerini sağlamaya ilk çalıştığımızda, bunu onlar gibi düşünerek yapmaya çalıştık. Aç/kapa makinaları kadar basit düşünmeyi öğrenmeye çalıştık. BUNU BATILILARA UYGULA VE MİLLİYETÇİLİĞİNİ GÖRE KARA KALPAKLI ADAMIN – BU NEDENLE EMNİYET SÜBABIYIZ! Ikili düşünce sisteminin kültürel mirası böyle yapmamızın doğal ve uygun olduğunu göstermişti. Kesinliği aradık ve bulamadığımız zaman kendimiz temin ettik.
Kapıyı biraz daha açtığımıza fuzzy mantığı da daha genel bir düşünce veya teori veya süreç için terkedebiliriz. Son tahlilde fuzzy mantık doğrunun bugüne kadar aranandan daha yakın bir tahminine cevaz veriyor. Bizim bilim ve matematiğimiz daha yeni doğdu.
İnsanlığın akıllı makinarla geleceği eski köle-sahip temasına yeni çeşitlemeler getirecek. Makina zekalı üstlerimizi biz kontrol edeceğiz. Onlarla yaşayacak, onları yaratacak, onlara uyum sağlayacak, belki de onlarla birlikte doğuracağız. Onlar bizim bizim dizginlerimizi tutarken biz de onların dizginlerini tutacağız. Aynı zamanda köle, aynı zamanda patron. Mesele, derece meselesi olacak.