Ey Oğul! Düşün ki, garibim İrlanda 1800lü yıllara Büyük Britanya’nın İngiliz hükümetleri tarafından doğrudan yönetilen bir parçası olarak girdiydi. Tudor Hanedanının(9) başlattığı, Cromwell’in (10) sürdürdüğü işgallerde, İngiltere Kilisesi (Church of England)mensubu “soylu” İngiliz ve/veya İngiliz kökenli İrlandalı aileler İrlanda topraklarının hemen tümüne elkoymuş, Ada’nın yoksul ve ezik Katoliklerden oluşan halkının yüzde 80’ini topraksız bırakmışlardı. İngiltere’de yaşayan, İngiliz Lordlar Kamarasında “İrlanda Temsilcileri” olarak oturan bu aristokratların büyük çoğunluğu İrlanda’ya tek bir gün ayak basmamış tiplerdi. Topraklarını kâhyaları yönetir, üretim doğrudan ihraç edilir, hasılat İngiltere’ye giderdi.
Ey Oğul! İrlanda’nın açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunun işaretleri daha o yıllarda vardı! Ülkenin yegâne tarım ürünü olan patates rekoltesinde 1728’den itibaren durdurulamayan bir düşüş yaşanıyordu. 1807’de randıman yüzde 50’de kaldı. 1820 ve ‘21’de iki yıl üstüste tek bir patates olsun yetişmedi! Aynı durum, 1839’dan 1841’e kadar, her yıl tekrarlandı. Ve nihayet, 1845’de, daha o yıl 1 milyon İrlandalı’yı açlıktan öldüren Büyük Açlık/Great Famine patladı. Altı yıl (1845-1851) gibi çok uzun bir süre nefes aldırmadı.
Ey Oğul! Düşün ki, “yerkürenin en zengin imparatorluğu” olan Britanya’nın en mümbit parçasıydı İrlanda,! Birlik Yasası/ Act of Uniongereği, Britanya Kraliyetinin anavatanı/homeland sayılmaktaydı. Habeas Corpus/ ihzar, yani sanığın mahkemeye çıkarılmasını sağlayan yasalar çıkmıştı. Jüri sistemi de geçerliydi. Diyeceğim, İrlanda halkı, Kraliyet yasalarının koruması altındaydı. Buna rağmen, Lordlar Kamarasındaki temsilcileri de dahil olmak üzere hiç kimse Ada’ya yiyecek yardımı sağlamak için parmağını kıpırdatmadı!
Ey Oğul! Düşün ki, sadece beş yıl içinde, ülke nüfusunun yüzde otuzuna tekabül eden 2,5 milyon İrlandalı, açlık ve açlığın neden olduğu sarı humma türünden hastalıklarla telef oldular! Amerikanın bereketli toprakları son bir umut iken, ezici çoğunluğunun kadidi çıkmış bedenleri yolculuğa dayanamadı, cesetlerini balıklar yedi.
Frank Capra’yı bilirsin. Godfather üçlüsünün yönetmeni, 1897 Palermo doğumlu göçmen Francesco Rosario Capra, “Bir insan bir yolculukta ancak bu kadar aşağılanabilirdi!” diye anlatır, “Korkunçtu, korkunç! Fırtına hiç durmadı, yağmur bardaktan boşanırcasına hep yağdı, Atlantik’in dev dalgaları sırılsıklam etti. Herkes kusuyordu. Gemilerde havalandırma yoktu, leş gibi kokuyordu. Tanrım, hem de nasıl kusuyorlardı! Ve o zavallı çocuklar! Çocuklar, New York varıncaya kadar durmadan ağladılar!”
Ey Oğul! Büyük Açlık’ı izleyen 70 yıl boyunca, İrlanda nüfusu düşmeye devam etti. Ve ancak 160 yıl sonra, şundan beş-altı yıl önce, 2006’da, o da sadece Ada’nın batı kesimlerinde stabilize oldu!
Ey Oğul! “1845-1850 yılları süresince, Britanya hükümetinin İrlanda Halkı olarak bilinen milli, etnik ve ırksal grubun hemen tamamını yok etmek niyetiyle kitle açlık politikası güttüğü açıktır… Bu nedenle, 1845-1850 yılları arasında Britanya Hükümetinin İrlanda’da teammüden yürüttüğü kitle açlık politikası, 1948 Lahey (Hague) Soykırım Antlaşmasının İkinci Fıkrasının (c) bendi uyarınca, İrlanda halkına ‘soykırım’ uygulaması kapsamındadır.”
Ey Oğul! Düşün ki, İrlanda Soykırımı süresince Britanya tahtında o pek şanlı kraliçeleri, nobran Victoria oturmaktadır, 1837 –1901. Aslına bakarsan, Victoria’nın tebasının hali pür melâlini anlamak için Charles Dickens’ın romanlarının yeterlidir. Nitekim, majestelerinin akıl hocası ve Başbakanları Lord Melbourne’un İmparatoriçenin Oliver Twist’i okumasını yasaklamış olduğu anlatılır. Ne var ki, Frederic Engels’in “İngiltere’de Emekçi Sınıflarının Durumu” başlıklı 1844 araştırması,Lord hazretlerinin “sefiller, mücrimler ve diğer nahoş konular”dan bahsettiği gerekçesiyle sansürlediği Dickens’ın yerini almakta gecikmeyecektir. Engels’in kitabı sefaleti yadsınamayacak biçimde ortaya döker!
Ey Oğul! Açlıktan kırılan İrlandalılara yardım elini uzatanlar kimler, biliyor musun? Bir Osmanlılar, iki Kızılderililer! Açlık’ın ilk yılında, 1845’de, Sultan Abdülmecid, İrlandalı çiftçilere dağıtılmak üzere Victoria’ya 10,000 sterlin göndermeyi teklif eder. Kraliçe, kendisinin sadece 2,000 sterlin gönderdiğini ileri sürerek, Padişah’tan yardımını 1,000 sterlin ile kısıtlamasını rica eder. Abdülmecid, İmparatoriçe’nin ricasını kıramaz, nakti yardımı 1,000 sterlinle kısıtlar ama gizlice gıda yüklü üç gemi hazırlatır ve yola çıkarır. Haberi alan İngiliz hükümeti mahkemeden gemileri durdurma kararı alırlar ama Osmanlı denizcileri hamulelerini İrlanda’nın Drogheda limanında boşaltmanın yolunu bulurlar.
Ey Oğul! Bu olaydan iki yıl kadar sonra, Büyük Açlık’ı ortalarında, 1847’de, yoksul Çoktav (Choctaw) kabilesi, aralarında 710 dolar toplar, ve gönderirler. 710 doları azımsamayasın, Oğlum. Düşün ki, alım gücü itibariyle günümüzün 1 milyon dolarına yakındır.
Kızılderili Tehcir Yasası
Ey Oğul! Düşün ki, Çoktav’lar, Amerikalıların en sevdikleri başkanlarından (kendisi “popularity” araştırmalarında üçüncü çıkıyormuş!) Theodore Roosevelt’in (1858-1919) en aşağılık kovboydan bile daha ahlâksızdırlar dediği insanlar! “Kızılderililer söz konusu olduğunda, Batılı görüşü benimsediğimi söylemekten galiba utanıyor olmam lâzım,” diye başlıyor,
“Kızılderilinin iyisi, ölü olanıdır diyecek kadar ileri gitmiyorum ama on tanesinden dokuzu için de bunun böyle olduğunu biliyorum. ‘İyi’ olan onuncusunun akibeti de umurumda olmaz doğrusu. En sefih (vicious) bir kovboy bile ortalama bir kızılderiliden daha ahlâklıdır. New York’un en düşkün ailelerinden üç yüz tanesini alın, götürün New Jersey’e bırakın, sefih aylaklıklarını elli yıl finanse edin, Kızılderililerin nasıl şeyler olduklarına dair ancak fikir edinirsiniz. Pervasız, intikamcı ve zalimdirler. Soyarlar ve öldürürler ama kovboyları değil, kovboylar başlarının çaresine bakarlar. Onlar, ovalara yerleşmiş, yalnız ve savunmasız göçmenleri öldürürler. Askerlere gelince, bir Kızılderili reisi bir defasında /General/ Sheridan’dan bir top istemiş. ‘Ne! Benim askerlerimi mi topa tutmak istiyorsun?’ diye sormuş, General. ‘Hayır,’ demiş Reis, ‘kovboyu öldürmek istiyorum; askerleri sopa ile de öldürürüm.’”
Ey Oğul! Düşün ki, “Teddy” Roosevelt, bu aşağılık metni kaleme aldıktan beş yıl sonra Amerika Birleşik Devletlerine başkan oldu! Çoktav’lara gelince, onlar Avrupalı işgalcilerin “Medenileşmiş Beş Kabile” dediklerinden biri. Nasıl olup da “medenileşmiş” sıfatına layık görülebildiklerine gelince, meğer Çoktavların 1800 doğumlu reisleri Greenwood LeFlore’un babası Fransız-Kanadalı! Otonom topluluklardan biri olarak Güney eyaletlerinde (Alabama, Mississippi, Louisiana) yaşarlarken, ilk kez Thomas Jefferson, sonra Andrew Jackson tarafından ortaya atılan ve George Washington yönetiminde kabul gören Kızılderili Tehcir Yasası (Indian Removal Act, 1830) uyarınca, Oklahoma’ya sürülen ilk kabile Çoktavlar.
Ey Oğul! “Gözyaşlarının İzi”/ Trail of Tearsdedikleri, ilk tehcir budur. Greenwood LeFlore’un kendisinden sonra Reis olan 1810 doğumlu yeğeni George W. Harkins’in tehcirden önce “Amerikan Halkına Veda Mektubu” var ki, gösterişsiz soyluluğun en iyi örneklerinden biri olduğunu düşünürüm:
“Amerikan halkına hitap etmeye kalkışırken, kendi yetersizliğimin ve sizlerin üstün ve mütekâmil zihinlerinizin bir Çoktav’ı muhatap almaktan haz etmeyeceği bilgisi ve sezgisi ile hayli mahçubum. Ancak, bu sonbahar Mississippi Nehrinin batısına iltica etmeye karar verdiğim için, size veda etmenin ve düşüncelerimi ve tehcir edilmemizin bende yarattığı duyguları ifade eden birkaç söz söylemenin uygun olacağını düşündüm… Biz Çoktavlar, düzenlenirlerken sesimizin duyulamadığı yasaların haysiyet kırıcı etkileri altında yaşamaktansa, ıstırap çekmeyi ve özgür olmayı yeğleyen insanlarız…”(13)
Ey Oğul! Büyük Britanya’dan Amerikalara işgücü ihracatının patladığı dönem bu dönem. “İştar”ın elinde meşale, New York limanında beklediğiAvrupa’nın sefil artıkları, açlıktan ölmemek için bedenlerini üç ilâ yedi yıl arasında değişen süreyle Yeni Dünya’daki işverenlere kiralamaktadırlar!
Yiyecek ve yatacak yer karşılığında ücretsiz çalışacaklarını taahhüt ettikleri mukaveleleri ithalatçı/ “importer” denilen gemi kaptanları ile yaparlar. İngiliz hükümeti bunlarla Bern’in Ritter & Company ile yaptığı gibi anlaşma da yapmaz. Yol paralarının sübvansiyonu söz konusu değildir. Göçmenin parasının çıkışmadığı durumlarda, ki o hemen her zaman öyledir, Kaptan yolcularına ipotek koyar. “İpotekliler” anlamında “redemptioners” denilen bu insanların masraflarına Kaptanın komisyonu eklenir, Yeni Dünya’daki işverenden tahsil edilir.
Ey Oğul! “Masraf” dediklerinin iki hafta kadar idare edecek küflemiş peksimet, yosun bağlamış içme suyu olduğunu yolcuların geride bıraktıkları güncelerinden biliyoruz. Rotterdam, Amsterdam veya Dublin’den kalkan yük gemilerine balık istifi tıkılan kadın, erkek, çocuk, beş-altı yüz yolcunun hava güzelse 8-10 gün, değilse, 3-4 hafta sonra ABD’nin ilk başkenti olan Philadelphia’ya vasıl oldukları anlatılır. İşte sana Başkent’e demir atan bir kaptanın yerel gazeteye verdiği ilân:
“Kaptan Stephen Jones, Reis, HMS Snow Sally’de, İngiltere’den. Yeni ithal edilmiş belirli sayıda sağlam İngiliz, Welsh uşaklar ve ipotekliler ile bir kaç Alman. Aralarında, demirci ustaları, saat tamircileri, bakırcılar, terziler, ayakkabılar, duvarcılar, boyacılar… var. Ayrıca öğretmenler, kâtipler, muhasebeciler, rençberler, işçiler ve bir kaç tane de her işi yapabilecek acar (lively!) çocuklar var. Walnut Caddesi iskelesinde bağlı gemiden Kaptan’ı arayın.”(14)
Ey Oğul! İşverenlerin talepleri farklı farklıdır. Massachusetts’liler genelde ev hizmetçileri, ofis çalışanları arar, Puriten mezhebinden olmalarını da ayrıca şart koşarlar. Çoğunlukla Church of England müridleri olan Virginia’lı toprak sahipleri, tütünde çalışacak Anglicanlar isterler. Satışlar Philadelphia Belediye Başkanlığının “Indenture Book” dedikleri kara kaplı defterine kaydedilir:
“18 Eylül 1773 Kaptan Stepen Jones’a ipotekli mukavele ile bağlı olan James Best, Londra-Philadephia yol parası olan 15 Sterlini ödemiş olarak Philadelphia Şehrinden David Rittenhouse ve onun tayin edeceklerine üç yıl süreyle hizmet… vs.vs.”
Ey Oğul! Indenture Book’a kayıt, kaçmaya kalkan olursa Şerif’in müdahale etmesini sağlamak içindir. Kaçak Beyaz Kölelere uygulanan cezalar, kırbaçtan, asılmaya kadar değişir. Hollywood filmlerinde sıkça rastladığın “bounty hunter” denilen tipler, kaçakları yakalayıp teslim eden sivil ödül avcılarıdır.
Ey Oğul! Mukavele süresi dolan bonded servant/mukaveleli işçi ilkesel olarak azad edilir, lâkin bu pek sık rastlanılan bir durum değildir, çünkü göçmenlerin büyük çoğunluğu Amerika’ya ayak bastıktan üç-dört sene içinde ölür. Yaşayakalanlar, hayat kadınlarının melâlini hatırlatır biçimde, sürgit borçlandırıldıklarından, fiili durumları Afrikalı kölelerin kaderlerinden farklı değildir.