Ekonomiden kültüre, dinden sanata hayatın her cephesine nüfuz eden 21. Yüzyılın “Küreselleşme” olgusundan “savaş” kavramı da nasibini alıyor ve radikal bir biçimde değişiyor! Değişikliklerden birisi, savaşın artık bol yıldızlı generallere ihale edilen bir uğraş olmaktan çıkmış olması. A.B.D.’de, savaş, yüksek-teknoloji üreten şirketlerin, üniversitelerin ve ülkenin en gelişmiş beyinlerini biraraya getiren “think-tank’ların ortak projeleri” olarak ele alınıyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren gözlemlenen bu gelişmenin bir diğer boyutu da son yıldır askeri strateji alanında Janet Morris, Renatta Price ve Condolisa Rice(4) gibi kadın stratejistlerin sorumlu mevkilere gelmeleri. Janet Morris, eşi Chris Morris’le ortak Morris&Morris isimli danışma şirketinin sahibi ve 1989’dan itibaren ABD Küresel Strateji Konseyinin(1) kıdemli araştırma müdürü; 1991’de Amerikan/Rus teknoloji alışverişi programlarını yürüten hanım.
Eşi, Chris Morris, “belirgin siyasi yararlar için uzun-vade stratejiler tanımlayan ve oluşturan yeni savunma teknolojileri danışmanı” olarak tanınıyor. Her ikisi de Harvard üniversitesinde özel yüksek lisans çalışmaları yapmışlar. Bayan Renatta Price, ARDEC, “Sistemler, Kavramlar ve Teknoloji” adlı şirketin (1) 1994’den beri başkan yardımcısı. Savaşın bundan böyle “jeo-politik iklimler doğrultusunda evrilme süreci” olarak düşünülmesi gerektiğini söyleyen ve kabul ettiren kadın. Alabama’daki “Ulusal Savunma Üniversitesi”nde (2) konuşan Bayan Renatta Price. “Savaşın Üç Çağı” olarak adlandırdığı evrilmeyi askeri tarih bağlamında açıklıyor. Buna göre, askeri tarih, üç evre olarak düşünülüyor:
1) Fetih Savaşları Çağı,
2) Caydırıcı Savaşlar Çağı,
3) Tecrit Savaşları Çağı
M.Ö. 2800’de Akatlar’dan, Hitler’in Aryan imparatorluğu kurmaya kalkıştığı 1945’e kadarki döneme “Fetih Savaşları Çağı” deniyor. Bu çağ, devletlerin ekonomik ve stratejik refahlarının topraklarını genişletmelerine bağlı olan çağ. Fetih Savaşları Çağında galip, mağlubu zorunlu olarak asimile ediyor, doğal kaynaklarını sonuna kadar tüketmekte sakınca görmüyor. “Caydırıcı Savaşlar Çağı” denilen ikinci evre, ABD ve SSCB’nin kitle-öldürücü silâhlara muazzam yatırımlar yaptıkları soğuk-savaş yıllarını kapsıyor: 1946’dan Berlin Duvarı’nın yıkıldığı 1989’a kadarki dönem. Bu süreçte, silâhlı kuvvetler, ülke savunmasının olmazsa olmaz koşulunu rakip ideolojilerin yayılmalarını önlemekte görüyor ve bu amaç doğrultusunda savaşıyorlar. Yüksek-teknoloji şirketlerinin savaş endüstrilerinden ayrı düşünülemez hale gelmeleri bu döneme rastlıyor. Böylece, ulusal ekonomilerin bel kemiğini teşkil eden ekonomik faaliyet, askeri alanla iç içe geçiyor.
Caydırıcı Savaşlar Çağı’nda hedef, toprak işgali ve üzerindeki nüfusun asimilasyonu değil, toprağın ve insanların külliyen yok edilmesi şeklinde gelişiyor. Ne mutlu ki, Caydırıcı Savaşlar Çağı askeri tarih bağlamında kısa bir dönem ve yarım asırdan az: 1946-1989. Kısa olma nedeni de teknolojik ilerlemedeki baş döndürücü hız ve bunun sonucu olarak silâhlardaki ilerlemenin sadece düşmanı değil gezegeni de tehdit eder hale gelmiş olması. “Tecrit Savaşları Çağı” dedikleri evreye böyle giriliyor.
1991 Körfez Savaşı, “Tecrit Savaşları”nın ilk örneği sayılıyor. Bu dönemde savaşın hedefi, bir ideolojiyi ya da devleti yeryüzünden silmek değil, “haydut” ya da “bozguncu”ları küreselleşen dünyadan tecrit etmeksuretiyle savaşma kapasitelerinden mahrum bırakmak, Yeni Dünya Düzenini tehdit eden “fetih amaçlı savaşlar çıkarmalarını önlemek” olarak açıklanıyor.
Tecrit Savaşları Çağı, iki kutuplu bir dünyada savaşmak üzere örgütlenmiş ulusal yada NATO gibi ulus-ötesi ittifakların silâhlı kuvvetlerinin görev tanımını değiştiriyor. Silâhlı kuvvetlerin yeni görevleri, Yeni Dünya Düzenini birden fazla cephede en hızlı, en ucuz, en az zayiatla ve en az hasarla koruyacak yöntemleri geliştirmek olarak belirleniyor. Ancak, bu durum, orduların önceden hazırlanmış hareket plânlarından yararlanamıyor olmaları anlamına geliyor. Yeni Dünya Düzenini tehdit etme potansiyeli olan her yeni maraza, yeni bir plan, yeni bir kurgu zorunluluğu dayatıyor ki, bu başlı başına bir sorun. Kaotik Çağ, hedef problemi yaratıyor. Bir önceki dönemde “düşman belli” olduğundan askerlerin harekât planlarını önceden yapmak imkânları vardı. “Kaotik Çağ”da önceden planlama imkânını ortadan kaldırıyor, her yeni durumun yeniden düşünülmesi gereği ortaya çıkıyor.
Bir diğer sorun da medya. Medya, tümüyle denetlemiyor. Stratejistler, denetim dışı medyanın her marazaya yeni bir strateji geliştirmek zorunda kalan silâhlı kuvvetlerin işini daha da zorlaştırıyor olmasından müştekiler. Hareket alanını kısıtladığını, müdahaleyi kaotik bir istikrarsızlık ortamında gerçekleşmeye zorladığını söylüyorlar. Oysa deniyor, hızlı oldukları kadar da birbirine bağımlı teknolojik ve jeopolitik gelişmelerin devamı, “uluslararası hukuk düzeninin istikrarını gerektirir.” Öte yandan, uluslararası hukuk düzeninin istikrarının Birleşmiş Milletler ya da NATO, koalisyon silâhlı kuvvetlerinin yeni rollerini başarıyla gerçekleştirmelerine bağlı olduğu açıktır.
1) US Global Strategy Council
2)“Systems Concepts and Technology, ARDEC, associate director.
3) “On limited and unlimited war”, 11 Ocak 1995
4) Başkan Bush’un Ulusal Savunma Danışmanı (National Security Adviser)