Şu sözcükler üzerinde bir düşünün: Hakaret, İftira, Karalama, Kötüleme, Yerme, Sövme, Küfür. Şu eylemler üzerinde de bir düşünün: Hakaret etmek, İftira etmek, Kara Çalmak, Çamur atmak, Kötülemek, Onuruyla oynamak, Yermek, Küfür etmek.
Anglo-Sakson hukukunda, Türkçe’ye “Hakaret etmek, İftira etmek, Kara Çalmak” fiillerinin üçünü birden kullanarak ancak çevirebildiğim “defamation” kelimesi, “bir bireyin veya ticari kuruluşun veya ürünün veya zümrenin veya hükümetin veya milletin itibarını zedeleyebilecek hatalı bir hükmün doğruymuş gibi alenen veya ima yoluyla yayılması” anlamına gelir ve “suç” kategorisine girer. Hükmün “hatalı” olup olmadığı kararı ise, “common law” denilen “Örf ve adet hukuku” ile şekillenir. Adı üstünde, “Örf ve adet hukuku” bir toplumun örf, adet ve tarihsel içtihatlarının bütününden oluşur.
Bu bağlamda, örneğin, “boynuzlu” gibisinden bir niteleme, Türkiye’de “hakaret,” hatta “ağır hakaret” olarak algılanabilirken, meselâ, Fransa’da gülüp geçilecek bir “şaka” telâkki edilebilir. Bir başka örnek: 2000 yılındaki Leeds United-Galatasaray maçını, İngiliz taraftarların Taksim meydanının ortasında pantalonlarını indirmelerini hatırlayın. İngilizler için, ortalık yerde popolarını göstermek eşekce de olsa nihayet bir “şaka” olarak algılanabilir. Türkler için ise kabul edilebilecek bir hareket değildir. Öte yandan, “söz uçar, yazı kalır” olgusu doğrultusunda “hakaret, iftira, karalama”nın yazılısı için, sözlüsünden (ki buna günümüzde çizim, karikatür, film vb. ifade biçimleri de dahildir) daha ağır cezalar öngörülür.
Bu girizgâhla dikkat çekmek istediğim husus, ülkemizde, hangi sözlü ya da yazılı hükümlerin “Hakaret, İftira, Karalama, Kötüleme, Yerme, Sövme, Küfür” oldukları, hangilerinin olmadıkları hususundaki “ortak” yargımızı nicedir yitirmiş olduğumuzdur. “Değişim” içinde bir toplum olduğumuz, “başka bir hal”e intikal süreci yaşadığımız bu günlerde, geleneksel değer yargılarımızın tarumar olduğu bir vakıadır. Hal böyle olunca, “Yeni Avrupalılar” diye adlandırabileceğim, sayıca küçük ama yüksek ses veren zümre ile benzer “değişim” sürecinden geçmemiş (henüz geçmemiş!) olanlarımızın arasındaki değerler çatışması kaçılmazdır. Ve korkarım ki bu durum, eklemlenmiş olmakla övündüğümüz “uluslararası medya”nın, uluslararası sivil toplum örgütlerinin, Davos gibi hoşlukların dayatmaları ile daha da alevlenecektir.
Gelelim, başta Orhan Pamuk olmak(1) üzere, belirgin bir zümrenin “Hrant Dink’in öldürülmesinden öncelikle sorumlu” olduğunu iddia ettikleri “Türklüğe hakaret”i suç sayan ve dolayısıyla kaldırılması istenilen 301. maddeye.
Topu taca atmayacaksak şayet, bu istemin “okullar olmasaydı maarif düzelirdi” şeklindeki saptamasından daha değerli olmadığını teslim etmek durumundayız; zira, bir, hakaretin olduğu yerde incitme kastı vardır, iki, “Türklük” bir kimliğin ifadesi ediliş biçimi olduğundan, kendilerini “Türk” sayan bireyleri doğrudan acıtmak/sindirmek vb. kastı ile kullanılabilen bir kavramdır. Ve bu niteliği ile “hakaret” suç sayılmak durumundadır.
Bu bağlamda, “Sorun 301’i kaldırmak değil, maddenin nasıl uygulanacağını bilmek” diyen Avukat Gülçin Çaylıgil, haklıdır: “142, 142 ve 163 varken 159 ve 312. maddelerin işlerliği çok azdı. Ne zaman ki, bu ilk üç madde kaldırıldı, bunların yerine çıkarılan Terörle Mücadele Yasası, 159 ve 312 daha fazla uygulanır oldu… “ derken de haklıdır, zira hakaretin olduğu yerde ceza kaçınılmazıdr. Çaylıgil, “301’i kaldırırsınız başka bir madde bulurlar” hükmünde de haklıdır.
Şu şerhle ki, suç ve cezası, toplumuzun içinde bulunduğu şartlarda, “Türklük”ün ve “hakaret”in tanımında mutabakat sağlamak hiç de kolay olmayacaktır. Kolay olmayacağı gibi, siyasi iklime, siyasi konjöktüre, sanığın toplumsal gücüne, taraftarlarının lobi faaliyetlerinin etkinliğine göre farklı biçimlerde yorumlanabileceklerdir.
Nitekim, Kasım 2006’da aralarında DİSK, TTB ve TOBB’un da olduğu, Türkiye’nin en etkin onbir sivil toplum örgütünün başkanları, Türk Ceza Kanununun “Türklüğe hakaret”i suç sayan 301. maddesinin değişmesi istemiyle Başbakan Erdoğan’la topluca görüşmüşler, Başbakan, topluca bir talep karşısında kalan herhangi birimizin yapacağı gibi yapmış, arkadaşlardan değişiklik önerilerini yazıya döküp, üzerinde konuşmak üzere kendilerine iletmelerini istemişti. Gerisi şöyle geldi: “…11 sivil toplum örgütü, Başbakan’ın istediği değişiklik önerisi üstünde, 23 gün çalıştı, ancak ‘Türklük’ tanımı üzerinde anlaşamadı. Ortak bir metin belirlemek üzere toplanan, ancak ortak karar almakta zorlanan sivil toplum örgütleri başkanları, son olarak işi hukukçularına havale etti. Hukukçular, 23 gündür Ankara’da toplantılar yaptığı halde, sadece ‘basına bilgi vermeme’ konusunda anlaşabildi. Sürecin iki önemli ismi, görüşmelerin sonuçsuz kalması nedenini şöyle açıkladı:
DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi: Biz, 5 Kasım’da ortaya bir irade koyduk. Ama bu irade hükümette de olmalı. Hükümet de devrede olmalı, taşın altına herkes elini sokmalı, kimse topu taca atmamalı. Bizim hukukçularımız, metnin yüzde 90’ında da mutabakata vardı. Mutabakata varılmayan konuda konuşmak istemiyorum, onun yanıtını vermekte biraz sıkıntılıyım. Çünkü bir anlamda basına ambargo kararı aldık, dışarıya ‘Şu kuruluşun görüşü bu’ şeklinde açıklama yapmayacağız.
(Türklüğün tanımında mı tıkandınız?’ sorusu üzerine) “Bunun yanıtını verirsem, her şeyi söylemiş olurum. Biz irademizi koyduk, biraz da sayın Başbakan koysun. Sivil toplum kuruluşları, 301’in değiştirilmesi konusunda iradeyi Başbakan’a Kasım’da ortaya bir irade koyduk. Ama bu irade hükümette de olmalı. Hükümet de devrede olmalı, taşın altına herkes elini sokmalı, kimse topu taca atmamalı. Bizim hukukçularımız, metnin yüzde 90’ında da mutabakata vardı. Mutabakata varılmayan konuda konuşmak istemiyorum, onun yanıtını vermekte biraz sıkıntılıyım. Çünkü bir anlamda basına ambargo kararı aldık, dışarıya ‘Şu kuruluşun görüşü bu’ şeklinde açıklama yapmayacağız. …Sorunuzun yanıtına gelince, bazen örgütler bir irade içinde olamayabiliyor. Biz 301’in tamamen kaldırılmasından yanayız, kimi örgütler de ‘Türklüğün’ aynen kalmasından yana. Ama ‘Türk milleti’ kavramıyla maddede geçen ‘Türklük’ kavramı arasında farklı yaklaşımlar var.
TTB Başkanı Gençay Gürsoy: Doğrusu en son toplantıya katılmamıştım. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu bizi toplantıya çağıracaktı ama ondan da ses çıkmadı. Toplantılarda basına ambargo söz konusu. Şu kadarını söyleyebilirim, 301. maddenin temel niteliğini belirleyen Türklük kavramı üzerinde anlaşmazlık var. Bazı örgütler tanımın aynen kalmasını istiyor, bazıları kaldırılmasını. Ortak bir metin çıkmayacak gibi. Hükümet değişiklikle ilgili tavır göstermiyor.
Adalet Bakanı Cemil Çiçek ‘Topu taca attık’ diyor, bazen de ‘Bu yasayı savunan bir ben kaldım’.
TOBB sessiz: TOBB yetkilileri açıklama yapamayacaklarını, bu konuda İKV Başkanı Davut Ökütçü’nün açıklamaya yetkili olduğunu, ama onun açıklamalarının da TOBB’u bağlamayacağını söyledi. Yetkililer, toplantılarda basına ambargo konusunda ortak karar aldıklarını vurguladı.
İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Vakfı ve Mazlum-Der gibi örgütler ise 301’in tamamen kaldırılmasını istiyor.
Ankara Ticaret Odası’nın öncülük ettiği bazı örgüt ve kişilerse ‘Madde değiştirilmesin, değiştirilecekse de ağırlaştırılsın’ görüşünü savunuyor.” (2)
Peki, ne olacak şimdi? Olacağı, bazılarımız “Samast”ı, diğerleri merhumun cenazesini alkışlamayı sürdürecekler.
(1) NTV haberi
(2) Radikal, Behzat Miser 28.11.2006