Bu yıl Mart’ın üçüncü Cuma’sı ayın 18’ine rastladı. O gün, dünyanın her yerindeki Müslümanlar gibi Amerika Birleşik Devletleri’nin New York şehrinde yaşayan Müslümanlar da Cuma farzını eda etmek üzere bir araya geldiler. Şu farkla ki, sayıları yüz elliyi bulan kadınlı erkekli bu New York grubu, Cuma’yı bir camide ya da mescitte değil, bir katedralde, Manhattan’daki Episkopal Katedrali’nde kıldılar. Koskoca New York’ta Cuma namazı kılacak başka yer mi kalmadı, Episkopal katedrali niye? diye soracak olursanız, cevabı, evet, başka yer kalmamış; çünkü, bu New York’lu Müslüman kardeşlerimiz Cumayı ille de bir kadın imam kıldırsın istemişler!
Şimdi… meğer ki, dünyada erkek kalmamış olsun, kadın imam duyulmuş şey değil! Nitekim, bu insanların başvurdukları üç cami, bizim kendi imamımız var diyerek, kadın imama yer açmayı reddetmiş. Söz konusu grup, bu defa bir resim galerisine başvurmuşlar. Galeri, önce evet namazınızı burada kılabilirsiniz demiş. Sonra da vazgeçmiş, çünkü New York’ta yaşayan diğer Müslümanların tepkisinden ürkmüş. Birkaç yere daha başvurmuşlar, onlar da reddedinde 18 Mart’ta Episkopal Katedrali’nde toplanmışlar. Amina Wadud yani Emine Wadud – isimli kadın imamın önderliğinde Cuma namazlarını kılmışlar.
Bu insanlar ille de bir kadın imam istiyordular ise, niye kendilerine bir mescit ya da herhangi bir başka kapalı alan bulmadılar da, Episkopal kilisesi’nde karar kıldılar diye merak ettiyseniz, haklısınız. Çünkü bizde, malum, hem ibadetin gizliliğini gözetmek esastır, hem de namaz farizası herhangi bir mekânda yerine getirilebilir; camiye dahi ihtiyaç yoktur. Hal buyken, Amina Wadud hanımın önderliğindeki bu insanların Episkopal Kilisesi’nde ısrar etmiş olmalarının tek bir nedeni olabilir gibi duruyor: medya. Medyada yer almak istemişler. Nitekim, öyle de oldu. Başta CNN, BBC olmak üzere uluslararası medyada geniş yer aldılar. Amina ya da Emine Wadud hanımla uzun uzun söyleşiler yayınlandı.
Türkiye’den bakınca görülmüyor, meğer, kendi çapında bir şöhretmiş Emine Wadud. Kendisi bir professor. Amerika’nın Virginia Commonwealth Üniversitesinde, Felsefe ve Din Araştırmaları fakültesinde öğretim üyesi. Özgeçmişine daha doğrusu özel yaşamına ilişkin pek bilgi yok, ancak Afrika kökenli bir Amerikalı muhtedi olduğu biliniyor. Hanım, 1990’lı yıllarda “Kur’an ve Kadın: Kutsal Metni bir Kadın Gözüyle Okumak” isimli bir kitap yazmış. Kuranı Kerim, bu kitapla ilk kez bir kadın tarafından yorumlanmış oluyormuş.
Amina Hanım, “ilerici Müslüman” olarak tanınıyor. Bu çerçevede, Müslüman toplumlarda kadınların erkekler tarafından baskı altında tutuluyor olmalarının Kur’an emri değil, ataerkil kültürlerin yorum ve uygulamalarının sonucu olduğunu söylüyor. Kuranı Kerimi kadın gözüyle yorumlamasının nedeni, kitaptaki “kadın sesini” bu kendisinin ifadesi, ortaya çıkarmak istediğini söylüyor.
Öte yandan, Episkopal kilisesinde kadın imamlık Amina Wadud’un ilk çıkışı da değil. Bundan on sene kadar önce 1994 Ağustosunda Güney Afrika’da, Cape Town’da, Claremont Main Road isimli bir camide, yine bir Cuma namazında, okuduğu bir hutbe var. İngilizce okuduğu hutbenin başlığı “Islam as Engaged Surrender” yani – mealen – “Zorunlu Teslimiyet olarak İslâm.” Anladığımız kadarıyla “zorunlu teslimiyet” derken kadınların erkeklere teslim olmalarından bahsediyor. Güney Afrika’daki bu hutbesi epeyce ses getirmiş; hatta ders verdiği Virginia’da yaşayan Müslümanlar, Amina’nın Üniversite’den atılması için imza toplamışlar. Rektöre başvurmuşlar ama tabii, böyle bir şey olmamış.
Ancak, hanımın hocalık ettiği okulun ilginç bir okul olduğu da doğru. Virginia Commonwealth Üniversitesi, Amerika’nın önde gelen, fen edebiyat üniversitelerinden birisi olarak biliniyor. İyi tanınan bir de tıp fakülteleri var. Wadud’un ders verdiği Felsefe ve Din Araştırmaları bölümleri iyi tanınıyor. İlâhiyat fakülteleri yok. Kısaca, VCU olarak bilinen Virginia Commonwealth, Amerikanın en eski eğitim kurumlarından birisi. 1693’de, Amerika daha henüz bir İngiliz kolonisiyken, Kral William ve Kraliçe Mary’nin izniyle kurulmuş. Ve tabii Protestan. Ve tabii, diyorum, çünkü İngiliz hanedanı protestan. İngilizlerin tabuları yıkmasıyla ile ünlü kralları VIII. Henry ki kendisi 1491-1547 arasında yaşamıştır, Katolik Roma’ya başkaldıran, kendi ulusal kilisesini Church of England’ı kuran adam.
Church of England, İngiltere Kilisesi, bağımsız bir kilise olup, Amina hanımın Cuma’yı kıldırdığı Episkopal Kilisesinin atası. İngiltere Kilisesi ve onun Episkopalciler gibi uzantıları, ilericilikleri, geniş görüşlü olmaları ile tanınırlar. Nitekim, Episkopalciler, 1992’de kadınların rahiplik görevini üstlenmelerine, ayin yönetmelerine izin vermişler, 1994’de uygulamaya koymuşlar. Bu yılın yani 2005’in Ocağında da “Nedi” lakaplı Bavi Edna Rivera isimli Porto Rico kökenli bir hanımı “piskopos” ilân etmişler. Piskopos Bavi Edna hanımın babası da bir Episkopal piskoposuymuş.
Amina Wadud gibi, Bavi Edna Rivera da 1968 kuşağından. Kadın haklarına sahip çıkan “Nedi” kadınların papaz olmalarına izin verilmesi gerektiğini savunagelmiş. Nitekim, 1976’da dileği kabul edilmiş, papaz olmuş. Yaklaşık otuz yıllık bir “kilise kariyeri”nden sonra piskoposluğa terfi etmiş.
“İmam” Amina Wadud ile Piskopos Rivera’nın böyle bir iklimin çocukları oldukları anlaşılıyor. New York’un Aziz Yahya Episkopal Katedralinin kapılarını Amina Wadud ve cemaatine açmasında hanımın Virginia Commonwealth üniversitesinde hoca olmasının dahli olmuş.
Amina hanım, Princeton, Harvard gibi Amerikanın en medyatik üniversitelerinde verdiği halka açık konferanslarla da tanınıyor. Konferansların sponsoru Woodrow Wilson Kamu İdaresi ve Uluslararası İlişkiler Okulu ile Din Araştırmaları Merkezi. Bu konfranslardan birinde, Ekim 2002’de Princeton’da, verdiği tebliğin başlığı “Cinsiyet adaleti: Kuran’sal Tefsir İlmi ve Sonrasına Geçiş” adını taşıyor. Ayrıca Harvard İlâhiyat Fakültesinin Kadın Araştırmaları bölümünde araştırma görevlisi.
Amina hanımın imamlık girişiminin ciddi tepkilere yol açtığı bir gerçek. İslâm akidesinde bir kadının imamlığının ancak cemaatte erkek yoksa kabul edildiği biliniyor. Ne Hazreti Muhammet, ne dört halife, ne de sonraki dönemde görülmüş. Buna karşın, Amina hanımın çıkışını “ictihat” kabul edenler, hatta özgürleştirici bulanlar da çıkmış. Meselenin özü de bu kelime de yatıyor: özgürleştirici. Kadınlar açısından özgürleştirici ki, bu bağlamda, Amina Wadud’un imamlığının İslâm’da yeni bir ictihattan çok, yükselmeye devam eden dünya feminist hareketin bir uzantısı olarak ortaya çıkıyor.
Feminizm, bir biçimde hep varolmuş. Ancak, bir dava olarak ele alınması, 1700’lü yılların sonlarına doğru ortaya çıkıyor. Önceleri “kadın sorunu” olarak ele alınıyor. 1689-1762 yılları arasında yaşayan İngiliz yazar The Lady Mary Wortley Montagu feminizmi bayrak edinen ilk ünlü. Lady Montagu’ya çalışmalarında destek veren de “ilerici” bir din adamı, Piskopos Gilbert Burnet. Piskopos Burnet’in İngiltere Kilise’sinin Reform Tarihi isimli bir de kitabı var.
Kadınlar için kurulan ilk bilimsel cemiyet, 1785’de Hollanda’nın Middleberg şehrinde. Aynı yıl kadınlara yönelik ilk popüler bilim dergisinin çıktığı görülüyor. Yasalar önünde eşitliği savunan ilk kitap yine bir İngiliz’den geliyor: Mary Wollstonecraft. 1759-1797. Bayan Wollstonecraft’ın eşi William Goldwin, dönemin önde gelen ateistlerinden. Hatta anarşizmin öncülerinden sayılıyor. 1800’ler kapitalizminim hatta vahşi kapitalizmin kök saldığı yıllar. Hele de İngiltere’de on-beş on-altı saat, gün yüzü görmeden çocuk çocuk çalıştırılmak neredeyse normal sayılıyor. Daha da kötüsü, erkeklerle aynı koşullar altında çalışmalarına karşın, kadınların ücreti erkeklerin ücretinin yarısını bulmuyor. Böyle bir ortamda feminist hareketin hız kazanması normal, nitekim öyle de oluyor. Reform çağrıları Avrupa’da başlıyor ama Amerika’da şekilleniyor.
İlk kadın hakları konferansı 1848’de New York’ta Seneca Falls denilen yerde toplanıyor. İngiltere’deki cinsiyet ayırımcılığına karşı kısaca WSPU diye bilinen Siyasi ve Sosyal Kadın Birliği kuruluyor. Birlik üyeleri seslerini duyarabilmek için, şiddet dahil hemen her yola başvuruyor, hatta açlık grevine gidiyorlar. Çoğu hastalanıyor, vs. vs. Dönemin ünlü feministlerinden birisi 1869 doğumlu meşhur Emma Goldman. Litvanyalı bu hanım, aynı zamanda ilk Marksistlerden. Bayan Goldman onbeş yaşında zorla evlendirilmemek için St. Petersburg’dan New York’a kaçmış. Orada anarşist hareketin içinde yer alıyor: işsizlerin yanında yer alıyor, doğum kontrol davasını üstleniyor, hatta Amerikan başkanlarından McKinley’e düzenlenen bir suikast girişiminde yer aldığı iddiasıyla bir kaç kez hapse giriyor. Amerikalılar başkan Edgar Hoover’ın kelimeleriyle “Amerikanın en tehlikeli anarşistlerinden birisi” dedikleri Bayan Goldman’ı Rusya’ya geri gönderiyorlar. Orada Bolşeviklere katılıyor, daha sonra İspanya iç savaşına gidiyor, 1940’da Kanada’ya geliyor, orada vefat ediyor.
Feminist hareket 20.yüzyıla kadın hakları konusunda epeyce yol almış olarak giriyor. 1900’lü yılların başlarında epey bir ülkede oy hakkı elde ediyorlar. Başkan Woodrow Wilson, ünlü 14 Madde deklarasyonunda toplumun yarısını teşkil eden kadınlara oy hakkı tanınmıyor olmasını iki yüzlülük olarak nitelendiriyor. Başkanın günümüzde adını taşıyan Woodrow Wilson Kamu İdaresi ve Uluslararası İlişkiler Okulu ile Din Araştırmaları Merkezi, Amina Wadud’un konferansları sponsor ederken, geleneğine sadık kaldığını gösteriyor.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında askere giden erkeklerden boşalan işleri kadınlar devralıyor, böyle hem fabrika işçiliği, yöneticilik gibi mesleklerde erkekleri aratmayacaklarını kanıtlamış, hem de eşit işe-eşit ücret disturunu hayata geçirmiş oluyorlar. 1960’lı yıllarda yeni bir ivme kazanan feminist harekete “İkinci Dalga” deniyor. Avrupa ve Amerika’da İkinci Dalga Feministleri’nin başat meseleleri kadının bedenini istediği gibi kullanma hakkı. Bu öncelikle kadınların cinsel özgürlüğü, ardından doğum kontrol uygulaması ve çocuk aldırma hakkı anlamına geliyor. Feministlerin bu iki meseledeki hedefleri Kilise. Özellikle de Katolik ve Ortodoks kiliseleri doğum kontroluna ve kürtaja karşı olunca, çatışma kaçınılmaz oluyor.
İkinci Dalga Feministleri, 1970’li yıllardan itibaren kilisenin kadınları dışarda bırakan yapılanmasını sorgulamaya da başlıyorlar. “Eğer bir kadın İsa’yı cinsiyeti nedeniyle temsil edemiyorsa,” yani İsa’nın kilisesinde papaz olamıyorsa, “o halde İsa’nın çarmıha gerilmesi ve yeniden dirilmesi kadınların dışında ve dolayısıyla kadınları ilgilendirmeyen bir olaydır ki, İsa tüm insanlığın peygamberi olduğuna göre burada bir yanlış var” şeklinde bir argüman geliştiriyorlar. Kadınların papazlığa kabulu en az Amina Wadud’un imamlığı kadar tartışmalı bir olayken, yüzlerce örgüt kuruluyor, bu konuda mücadele etmeye başlıyor.
Örgütlerden birisi Amerikan Katolik Kadınların Papazlığa Kabul Konfederansı – WOC. Amerikalı katolik hanımlar, hedefleri doğrultusunda çalışadursunlar, daha 1975 yılında Ludmilla Yavorova isimli bir hanımın cüppe giymiş olduğu ortaya çıkıyor! Ludmilla Yavorova, Çekostovakyalı bir Katolik! Meğer, Hıristiyan mezheplerinin en tutucusu olarak bilinen Roma Katolik Kilisesi, hanımın papaz olmasına izin vermiş! Hanım, yirmi beş yıldır Koynotes diye bilinen bir yeraltı kilisesinde papazlık yaparmış. Kilise niye yeraltında diye soracak olursanız, çünkü Yavorova’nın cüppe giydiği 1970’de Sovyetler Birliği henüz yıkılmamış, ne katolik ne de diğer kiliselerde açık ibadet mümkün değil. Bu nedenle kiliseler, yeraltından hizmet veriyorlar. Yavorova hanımın papazlığının ‘90lı yılların başına kadar gizli kalmasının nedeni de bu.
Berlin duvarının yıkılması ve onu izleyen değişim, Orta Avrupa’da fırtına gibi eserken, yeraltı kiliseleri de açığa çıkıyorlar. Ve görülüyor ki, 1960’lardan itibaren bu kiliselerde hem evli erkekler, hem de kadınlar papaz cüppesi giyinmişler ki, her iki durum da Katolik akidesine tümüyle aykırı. Dahası, Yavorova hanımın papazlığı kendinden menkul de değil. Bölgeye Vatikan tarafından atanmış Roma Katolik Piskoposu Davidektarafından onaylanmış.
Haber 1991 sonunda New York Times gazetesinde, Amina Wadud hanımın imamlığına benzer bir biçimde patladığında, Amerikalı katolik hanımlar derhal küçük bir komite örgütleyip Çekostovakya’ya uçuyorlar. Prag’a, oradan Brno’ya geçiyor, hanım papazla tanışıyorlar. Amerika’ya davet ediyor. Amaçları, bir örnek teşkil eden Çek hanımın tanınmasını, kadın rahipliğe giden yolu hızlandırmaya yardımcı olmasını sağlamak.
Yavorova, davete altı yıl direniyor. Sonunda 1997’de Washington’a iki haftalığına geliyor, öyküsünün kitaplaştırılmasını kabul ediyor. Rahip Yavorova’nın söylediklerini kaleme alan Amerikalı katolik hanım, papaz olmak isteyen bir kadına, ancak bir kadın papazın örnek olabileceğini belirtiyor. Kadınların Tanrı ile olan diyalogları erkeklerin diyaloglarından farklı oluyormuş. Kadınlar, ibadete bambaşka bir derinlik getiriyorlarmış.
Emine Wadud’a gelince: 58 yaşında. 1960’lardan sonra güçlenen İkinci Dalga Amerikan feminizminin ikliminde yetişmiş, feminist kuruluşların ve sempatizanlarının desteğini almış bir almış bir kadın. Yaşadığı ortamın mümbitliğine karşın, feminist ilk ilhamını Arap Feminist Hareketi’nin babası olarak bilinen Mısırlı fıkıh alimi Kasım Amin’den aldığını söylüyor.
Kasım Amin, 1863-1908 yılları arasında yaşamış. Mısır Ulusal Hareketi’nin ve Kahire Üniversitesinin kurucusuymuş. İlk Arap feministi olduğu kabul edilirmiş. 1899’da Tahrir el-Mar’a, mealen Kadınların Özgürleşmesi isimli bir kitap yazmış. Erkeklerin birden fazla evleniyor olmalarını, peçeyi, kadıların haremde saklı tutulmalarını, İslâmi-olmadıkları hatta İslam’ın sahici ruhuna ters düştükleri gerekçesiyle eleştirmiş. Soylu Arap kadınlarının “kölelerden beter bir durumda, kendi evlerinde esir tutulduklarını” anlatarak, bu konumdaki annelerin sağlıklı çocuklar yetiştirmelerinin de pek mümkün olmadığını anlatmış.
Kasım Amin‘in İslâm ve Arap dünyasındaki kadın siyasi hareketlerinin üstüne büyük etkisi olduğundan, bugün dahi okunup üzerinde tartışıldığından bahsediliyor. Mısır’daki kadın yayın organları, 1892’den bu yana Kasım Amin’in ileriye sürdüğü konularda yazarlarmış. Avrupa çıkışlı feminist dergiler, Mısır, Suriye ve Lübnan’da okunur, Avrupalı feministlerin düşüncelerinin Orta Doğu’da uygulanabilirliği tartışılırmış. Diğer taraftan
Amina Wadud bir söyleşisinde kendisinin bir “post-modernci” olduğunu, girişiminin İslâm’ın post-modern dirilişi ile ilgili olduğunu söylüyor. Post-modernite’den kasıt, geçmişi yeniden irdelemek, geçmişin üzerinde yeniden düşünüp, çoğulcu ve dinamik geleceğe uyarlamakmış. “Ben İslâm’ın ve Müslümanların bu sürece katılmış olduklarını düşünüyorum,” diyor, “Yaşanan sürecin postmodern olduğu doğru ancak yaşanan sürecin bilinçli olarak tanımlanıp tanımlanmadığı başka mesele.”
Bayan Wadud, bir başka söyleşisinde de en büyük arzularından birisinin bir gün Istanbul’da, Sultan Ahmet’te kılınacak bir Cuma namazına imamlık etmek olduğunu da belirtiyor.