22 Mayıs 2019 – Cahit Arpacık Söyleşisi – Independent Türkçe
CA: Kültürel iktidar ne demektir?
Önce şu hususta anlaşalım: “kültür” boşlukta tekevvün etmez. İnsanlar üzerlerine dilediğiniz seciyeyi çiziktirebileceğiniz boş sayfalar (tabula rasa) değildir. Binlerce yılın inançları, değer yargıları, doğru/yanlış cetvelleri, yaşam biçimleri, sanatları, mimarileri, müzikleri vb vb ile yoğrulan “kültür”e iktidar olunmaz. Siyasi iktidarlar olsa olsa mevcut kültürlerin cismanileşmiş halleridir. Hele de demokrasilerde, ucundan kıyısından da olsa popülizm iktidar olmanın şartıdır. “Independent Türkçe olarak “AK Parti ‘kültür iktidarını’ neden kuramadı” başlıklı bir röportaj serisi yapıyoruz,” diyorsunuz. Kolay gelsin ama az önce de söylediğim gibi AK Parti ya da değil, demokrasilerde siyasi partiler kültüre iktidar olamazlar. Olsa olsa dünya görüşlerini kendininkilere benzettiklerinin yollarını açar, şu ya da bu biçimde teşvik ederler. CHP ve/veya “sol” siyasetin revaçta olduğu dönemlerde, TRT’nin, TDK’nin, TTK’nin edebiyat ödüllerinin aynı jüriler tarafından aynı arkadaşlara verildiğini hatırlayın. İşin tabiatı böyledir. Ne var ki, devlet ateizmi de ilan etseniz, milyonların katledilmesine bile razı olsanız, örneğin bir “sovyet insanı” yaratamıyorsunuz. Bir süre beş yıl, on yıl, elli yıl iktidarda kalıyorsunuz, sonra bir de bakmışsınız insanlar asıllarına rücu etmişler. Diyeceğim, toplumun konjöktürel heva ve heveslerini iyi okuyan, icraatı dünya koşullarına da pek ters düşmüyorsa iktidara geliyor.
CH: Kültürel anlamda iktidara gelme yolları nedir?
Şimdi bakın, 21.Yüzyılın düşünce ve duygu biçimi, zeitgeist, postmodern çıkışlıdır. “Bir düşüncenin diğerinden daha doğru olamayacağı” söylemi üzerine kurulur. İnsanlık ve dünyanın bütünü üzerinde düşünen, nereye gittiği ve/veya gitmesi gerektiği hakkında fikir beyan eden tutarlı ideolojileri olan, köklü siyasi partiler yerlerini “seçmenlerin saklı tutkularını, güvensizliklerini, korkularını sezen ve istismar eden” popülist partilere bırakmış durumdalar. Trump’a bakın, Kurz’a bakın. Popülistlerin şiarı “nabza göre şerbet vermek.” Ne var bunda da diyebilirsiniz, demokrasinin bir tarifi de “en çok sayıda insana en yüksek düzeyde mutluluk” sağlamak değil midir? Öyledir. Nitekim Saddam Hüseyin’in Avrupa’daki ender müdafilerinden Avusturya Özgürlük Partisi, FPÖ, “Freiheitliche Partei Österreichs” ile Müslüman denince tüyleri diken diken olan Avusturya Halk Partisi ÖVP (Österreichische Volkspartei) ile koalisyon kurabilmiştir.
CA:Konuşulan kültürel iktidarın Türkiye ve dünyadaki sahipleri kimlerdir?
Popülistler, yani hiç kimse. “Popülizm”in harbi Türkçesi, “halkçılık”; Avusturyalı Karl Lueger’inki gibi sağcı halkçılık da olsa, Rus Narodniki hareketinin solcu halkçılığı da olsa, popülist söylem var olan düzenin sıradan insanları mağdur ettiği düşüncesi üzerinden gelişiyor. Her ikisi de, düzen muhalifi argümanlardan besleniyor, düzenin kendilerine hak ettikleri yaşamı sağlamadığından yakınan kitlelerin desteği ile güçleniyor. Yine her ikisi de toplumu “kurulu düzen”e muhalefet ettikleri yanılgısına sürüklüyor. (Türkiye’deki muhalefet partilerini anımsatan bir yanı var demez misiniz? Ekonominin dikişleri patlıyor, Akşener’den meselâ Merkez Bankasına ilişkin bir eleştiri duydunuz mu?) Diğer bir deyişle esasa taalluk eden meselelerin üstlerini örtülüyor. Cemil Meriç olsa, obskürantizm derdi, “bilmesinlercilik.” Bir diğer ortak noktaları, soy, kalite, zekâ, beceri, tecrübe, liyakat veya servet sahibi olan seçkinler’in topluma daha faydalı olacaklarını, kitleleri daha iyiye yönlendireceklerini savunan elitizm ideolojisine karşı olmaları.
CA: Bir politik grubun veya bir toplum kesiminin kültürel anlamda iktidara gelmesi, söz konusu kesimin temsilcisi olan siyasi yapının çabalarıyla mümkün olabilir mi?
Olur, tabii. Bakın, popülizm “halk”ın değerlerini, inançlarını, yargı ve önyargılarını olduğu gibi, verili bir durum olarak kabul eder, belirli bir ideal, bir ülkü veya felsefe doğrultusunda değiştirmeye, iyileştirmeye yeltenmez. “Halk”ı rahatsız eden oluşumlara “halk”ınyadırgamayacağı popüler çözümler üretmekte yoğunlaşır. En azından yoğunlaştığı izlemini verir, “halk için, halkla omuz omuza çalıştığı” algısını yaratmaya çalışır. Bu söylediklerimi becerebilen bir kadro kurabilirseniz, ne alâ. Demokrasi, özgürlük, insan hakları kavramlarının “sübyancılık”ı dahi mazur gösterebilecek şekilde esnetilebildiklerini gözden kaçırmayın. Şöyle ki, 2018 itibariyle dokuz AB ülkesinde kısaca “IPCE”olarak tanınan “Uluslararası Sübyancılık ve Çocuk Serbestleşmesi” (“International Pedophile and Child Emancipation”) federasyonun şemsiyesi altında faaliyet gösteren pedofili destekçisi 34 sivil toplum kuruluşu var. Yeşiller destekli.
CA: AK Parti, 16 küsur yıllık iktidarında ne yaptı veya yapmadı / eksik yaptı ? Ne yapması gerekirdi?
Başarıları, çoğunluğun değerlerini, inançlarını, yargı ve önyargılarını oldukları gibi, verili bir durum olarak kabul etmeleri, “halk”ı rahatsız eden oluşumlara “halk”ınyadırgamayacağı popüler çözümler üretmekte yoğunlaşabilmeleridir. Sonsuza dek süren bir iktidar elbette olamayacaktır, çünkü insanlar ağır da olsa değişirler. Bir de bizimki gibi genç nüfusunuz varsa, Menderes şöyle dursun, 12 Eylül’ü bile hatırlamıyorsa, 2001 krizinde doğan askerlik çağına gelmişse. “Popülist” kalmak kolay değildir. Hele de “popülist dogma”nın şiar olduğu 21. Yüzyılda.
CA: Eklemek istedikleriniz… “Anti-elitism”
Haklı olarak soracaksınız popülist dogma da nedir diye. Popülist dogma, 21. yüzyılda Avro-Amerikan toplumunu etkisi altına aldığı gözlemlenen “anti-elitist” ideolojinin çıktısı olarak tanımlanıyor. İletişim teknolojisinin ihya ettiği medya (ve sosyal medya) vasıtasıyla dünyanın geri kalanına sirayet ettiği kaydediliyor. “Elit”den kasıt, toplumun üretim araçlarını elinde tutan varsıl kesim ya da Türkiye özelindeki “Beyaz Türkler” yakıştırmasının ima ettiği ayrıcalıklar manzumesinin ötesinde bir şey. Belirli bir alanda titiz çalışma yürüten, zahmetli bir konuda uzun soluklu liyakat sergileyen, tıp, hukuk, siyaset gibi özellikli alanlara adanmış, derin eğitimleri, disiplinleri, başarıları veya erdemleri ile öne çıkmış kişilikler kastediliyor. “Anti-elitism” bu kesimi hedef alıryor. Emek, adanmışlık, süreklilik sonucu ulaşılan kazanımları küçültüyor, genç kuşaklara rol modeli olması beklenen ehil dehaları sıradanlaştırıyor, meydanı “kifayetsiz muhteris” dediğimiz kişiliklere açııyor. “Picasso da kimmiş, ben de onun kadar çiziktiririm” ya da “Itrî de kimmiş, uykumu getiriyor” ya da “Halil İnalcık da kimmiş, Osmanlı tarihini bilsem ne yazar?” şeklindeki ruh hali yaygınlaşıyor. Farmakolojiden fiziğe, felsefeden matematiğe hemen her alanda akademisyenleri, eğitimcileri, düşünce insanlarını baskı altına alıyor, şevklerini kırıyor. Örnekleri bizden verdiğime bakmayın, “anti-elitism” asla Türkiye’ye özgü değil, tersine “hoca” bizde halen dahi saygınlık söyleyen bir kavramdır. Bize özgü değil ama milleniyum salgını.
CA:Ezop dili…
Az önce Sayın Cumhurbaşkanın da “AK Parti olarak sosyal ve kültürel iktidarda sıkıntılarımız var” dediğini söylemiştiniz. Hangi bağlamda, hangi şartlar altında söylediğini bilemiyorum. Örneğin, “halkımızı aşırı tüketimden ala koyamıyoruz, tasarrufları arttırmaya ikna edemiyoruz” anlamında söylediyse bir türlü, “devleti baba gibi görmekten, her şeyi devletten beklemekten vazgeçiremiyoruz” demek istediyse, başka türlü yorumlamak lâzım. Ama doğal sıkıntılar olmasa şaşırmak hatta korkmak lâzımdı derim. Şu şerhle ki, hem kendilerinin demecinin, hem de sorgulayan basının daha açık olması lâzım. Rusların “Ezop dili” dedikleri bir kavramları vardır, “ben söyleyeyim, sen anla” manasında. Bu ülkedeki en büyük sorunumuzun birbirimizle açık konuşmamak olduğuna inanlardanım.