Hadi Uluengin’in “Hadi bakalım, tükürdüğünüzü yalamak dürüstlüğünü gösterebilecek misiniz” şeklindeki meydan okumasından olmasa, Fransa’nın “Ermeni soykırımını inkârına ceza” öngören yasa tasarısını, üzerinde konuşmaya bile değmeyecek kadar aşağılık bir diğer girişim olarak kaydedip, geçmeye hazırdım. Ammaa, “Paris’teki yobaz girişim durdurulabilirse, bu, büyük ölçüde /…etkinliği en yüksek olan…/ ‘Dokuzlar’ın Fransa kamuoyuna, vicdanına ve aklına yaptığı çağrıyla gerçekleşmiş olacak ki, yan cebinize atın!” üstenciliği, bir kaç numara büyük geldi! “Evet, siz siz olun ve yatıp kalkıp şu ‘vatan hainleri’ne (!) dua edin!” telkini ise, kendini beğenmişliğin değilse, kayırmacılığın (nepotizm) ve obskürantizmin (kelimeyi ‘üstünü örtme, muğlaklaştırma’ anlamında kullanıyorum) ders kitabı örneği!
Hürriyet’teki köşesini okumayanlar için açıklamak zorundayım; siyasi tarihimizin geleneksel eğilimine uyarak “Dokuzlar” diye cismanileştirdiği ve “daha geçen sonbahar linçe kalkıştığımız”ı iddia ettiği grup, Murat Belge, Halil Berktay, Elif Şafak, Hrant Dink, Müge Göçek, Ahmet İnsel, Etyen Mahçupyan, Baskın Oran ve Ragıp Zarakolu’ndan müteşekkilmiş. Bu insanlardan “iftiralarımız” için özür dileyecekmişiz, çünkü “Liberation gazetesinde Fransız ve Ermeni kamuoyuna yönelik olarak bir açık çağrı” yayınlamışlar, “…çıkarcı milletvekilleri tarafından sunulan…’ kanun’un (!) reddedilmesini istemişler..” Gerekçeleri de “…tarihi özgür platformlarda sorgulamak” hakkını savunmak istemeleriymiş. Dahası, Dokuzlar, dün “…ne söyledilerse, milim şaşmadan, Liberation gazetesinin sayfalarında aynı şeyi söylüyorlar! Yani, tabii ki, 1915 tragedyası da dahil özgür biçimde tartışılması gereken tarihin ister Türkiye’de ister Fransa’da olsun ‘kanunî’ ve ‘resmi’ prangaya vurulmasını reddediyorlar.” Mış.
Onca ses getiren “Aydınlar Dilekçesi”nde İbrahim Tatlıses’in imzasının da olduğunu düşününce, grubu oluşturan kişilerin ne denli su geçirmez bir ittifak içinde olduklarını dışardan anlamak mümkün değil. “Yazar” nitelemesinden öte, doğrusu, ortak bilim kariyerleri olduğunu söylemek de mümkün değil. Bildiğim kadarıyla aralarında Berktay’dan başka tescilli “tarihçi” de yok. Buna karşın, bu isimleri, bir yıl kadar önce tam da bu aylarda Boğaziçi Üniversitesi’nde muhalif düşünceleri dışlayarak toplamaya kalkıştıkları “İmparatorluğun Çöküşünde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi” isimli konferansla birlikte anıyoruz. O günlerde, bugün de Liberation deklarasyonun başını çektikleri anlaşılan, Belge-Berktay’a ilâveten Deringil üçlüsü ve yandaşları, “Ermeni soykırımının bir vakıa olduğu” hükmüyle yola çıkmışlar; gerçeğe bilimsel yöntemle ulaşmak gibi niyetleri olmadığını, konferansı, “bilimsel verilere” kapatmak suretiyle ilân etmişlerdi. Yani, İlber Ortaylı, Halil İnalcık, Yusuf Hallaçoğlu gibi muhalif tarihçileri konferansa almayarak, kendi ussal tasarımlarımlarını köstekleyecek sesleri susturarak, “Paris’teki yobaz girişim”in İstanbul çeşitlemesini sergilemişlerdi!
Hal buyken, kimin köyünü, kimden soruyoruz?!
Uluengin, aynı grubun nasıl olup da “…bugün ‘vatan uğruna’ hemen tavır” aldıklarını, “Fransa’daki yobaz işgüzarlığa karşı öncü bayrağı niçin onların kaldırdık”larını soruyor. Cevap istemeyen bu sorunun günah affettirmek, cep doldurmak, gerçeği görmek vb. olası cevaplarını bir çırpıda “rezilâne” diye nitelendirip, bertaraf ettikten sonra yine akılalmaz bir üstencilikle “…buna bütün dünya dillerinde entelektüel n-a-m-u-s deniliyor!” demekten çekinmiyor!
Şundan daha bir yıl önce “İmparatorluğun Çöküşünde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi” konferansını ezberi bozabilecek verilere kapatanların “entelektüel n-a-m-u-s”undan söz edebilmek, dahası kendilerine dua etmemizi önerecek kadar cüretkâr olabilmesi için, insanın müthiş bir politikacı, daha da doğrusu, stratejist olması gerektiğini düşünmeden edemiyorum!
Bunu söyledikten sonra, bir diğer ihtimalin olduğunu ve aslında benim bu ihtimali daha çok benimsediğimi de söylemek isterim: nepotizm. Yani, yandaşlarını, “aileden” olanları kayırma. Nasıl bir aile diye soracaksanız, Uluengin, Belge, Oran, Berktay, Zarakolu isimlerinin ve çevrelerinin geçmişlerine şöyle bir bakın. Nasıl bir tarihi dönüşümünden nemalandıklarını göreceksiniz. Nasıl bir tarihi dönüşüm ve sen-ben-bizim oğlandan oluşan “Batılılaştırmacı-entelektüeller” kulübü. Türkiye’de ve dışardaki “şık” üniversitelerden mezun, ’80 sonrası gelişmelerden memnun, AB özgürlükleriyle esrik, sosyalist ve Marksist kimliklerinin son artıklarından da kurtulmaya, kendilerini küresel ekonomik düzene eklemlemeye duranlar. Bu tür imkânlardan yararlananlar Batılı “meslektaş”larına kendilerini “ceberrut hükümetlerin baskısı altında yaşayakalmayı nasılsa başaran, sertlik-yanlısı statükocuların hışmına göğüs geren” ilerici liberaller, “Batı muhipleri” /ve düzen/ muhalifleri olarak tanıtmakla yükümlü hissederler. Ortaylı’ya ya da İnalcık’a ters bakmak zorundadırlar.
Neticeyi kelâm, hissettiğim o’dur ki, söz konusu grubun “Fransa’daki yobaz işgüzarlığa karşı öncü bayrağı” kaldırma gösterileri, Uluengin’in inandırmaya çalıştığı gibi “…‘vatan uğruna’ tavır almak” dürtüsünden değil, yıllar yılı idealize ettikleri, hümanizmden, adalete, sanattan, edebiyata kadar yere göğe koyamadıkları Avrupa putuna gölge düşürmemek çabasından kaynaklanan, nahif bir gösteriden ibarettir. Bilinçli ya da bilinçsiz, bir “biz Avrupa muhipleri olarak, sizin bu tavrınızdan zarar görürürüz” uyarısı. Öyle ya, “Sana katılmıyorum ama fikrini söyleyebilmen için canımı veririm” mealinde konuşan Voltaire Fransa’sının maskesinin düşmesi hiçbir Avrupa muhibine yaramayacağı gibi, yaklaşan post modern faşizmin ayak seslerine de bir yere kadar kulak tıkanabilir. Yine de Liberation gazetesine ödenen varsa bir meblağ, boşa gitmediğini ummak isterim.