Alev’in cenazesi geçen hafta sonu Eyüp Sultan Camii’nden adeta devlet töreniyle kaldırıldı. Daha da ilginci naaşı Mihrişah Valide Sultan Haziresi’ne defnedildi. Hazireye, yani bir caminin bahçesindeki özel bir mezarlığa gömülmek, her laik kula nasip olmaz. Alev’i ODTÜ’de tanıdım. Ölünceye kadar dost kaldık. Benden iki sınıf küçüktü. Sarı saçlarıyla dikkat çeken bir tipti. Babası Askeri Ataşe olarak Japonya’da görev yaptığı için ikamet ettikleri Tokyo’daki Amerikan Lisesi’ni bitirdiğini söylüyordu. Bu onu daha ilginç yapıyordu. Alev’le ortak yanımız hem onun hem de benim ODTÜ İdari İlimler Fakültesi kurucu dekanı Fuat Çobanoğlu’dan etkilenmiş olmamızdır. Çobanoğlu akademisyen değildi. Almanya’dan diplomalı bir kimya mühendisiydi. Sosyal bilimlere ABD’de yaşadığı buhran yıllarında merak salmıştı. Derya bir insandı. ODTÜ’nün ilk rektörü ve mimarlık fakültesi kurucu dekanı (1965-1969) Pennsylvania Üniversitesi’nden gelen mimar Thomas Godfrey, son yıllarda çekilmiş bir videoda onu, ODTÜ’nün “Godfather”ı olarak nitelendirmiştir. Çobanoğlu, düşünme alanımızı sınırlayan putlarımızı kırmaya çalışıyordu. “Free Thinking” (Hür Düşünme) diye tabelalar yazıp duvarlara astırmış, biz de buna pek bir anlam verememiştik.
KURTULUŞ İSLAM’DADIR
Alev’i okuldan sonra uzun yıllar görmedim. 1980’lerde tekrar karşılaştık. Birbirimizi tekrar keşfettik. Sık görüşemedik. Ama telefon sohbetlerimiz onun son günlerine kadar devam etti. Yaşça büyük olmama rağmen bana “çocuk” diye hitap etmeye başlamıştı. Bunu bir sevgi sözcüğü olarak kabul ettim ve hoşlanmaya başladım. Son konuşmamızda “Çocuk, bu Nişantaşı Atatürkçülerinin kendini beğenmişliklerine artık tahammül edemiyorum” dedi. Alev’in de içinde bulunduğu “önce laik sonra Türk” cemaatle, kendini “önce Müslüman, sonra Türk” olarak tanımlayan cemaatin (en hafif tabiriyle) arası iyi değildir. Alev, bu iki cemaat arasındaki sevgisizliği ve saygısızlığı ortadan kaldırmayı kendine vazife edinmişti. O sebeple kendi laik dünya görüşünden taviz vererek “Dünyayı kurtaracak olan İslam’dır (Türk İslam’ı)” diyecek kadar ileri gitmiştir. Aynı Alev, “Bir ‘Meslek’ Olarak Müslümanlık” başlıklı uzun makalesinde, ütopik bulacaksınız ama diyerek şunu önermektedir: “İlahiyat eğitimi lisans-üstü olmalıdır. Fizikten, iktisada, mühendislikten, yabancı dillere kadar 4 yıllık üniversite eğitimini başarıyla tamamlamış olanlar bu bölüme kabul edilmelidir. Bununla birlikte liseden itibaren tüm okullarda din bilgisi dersleri okutulmalıdır.”
LAİKLER DİNDARLAR DİYALOĞU
Herhalde doksanlı yıllardaydı. Beni, dindarlarla laikler arasında diyalog tesis etmek için çalışan bir heyete katılmaya davet ettiler. Girişimin başında uzun süredir “dinin özü ve geleneklerin etkisi ile aldığı halinin ayrıştırılması” gerektiğine kafayı takan Metin Fadıllıoğlu vardı. Vehbi Koç’un ortanca kızı Sevgi Gönül de bu faaliyet için bir mekan tahsis etmişti. İslam’ı profesör Hüseyin Atay (1930-2023) başkanlığında bir heyet temsil ediyordu. Atay Hoca (benim tanımlamamla) “Laik Müslüman’dı”. Mükemmel bir bilim adamıydı. Bir gün kendisine “Hocam yobazlar benim boynumu kör testereyle keser mi” diye sordum. Bana “Sen rahat ol, boynu kesileceklerin başında ben varım” demişti. Gülen, FETÖ olmadan çok önce, tarih Profesörü Mim Kemal Öke Samanyolu televizyonunda “laik-dindar” diyaloğu konulu bir açık oturum tertiplemişti. O programa da laikleri temsilen katılmıştım. Her ulusun içinde farklı dünya görüşü olan sosyal kümeler vardır. Bu yok edilemez, çünkü doğaldır.
SON SÖZ: Tek kutuplu mıknatıs olmaz.