Toplumsal, siyasi, felsefi, psikolojik hatta dini eylemlerin çoğu, insanlığı daha yüksek bir varoluşa ulaştıracak çözümler peşindedir. Bu nedenle de, takdire şayandırlar. Ancak, insanoğlunu özgürleştirmek ya da salâha kavuşturmak niyetiyle yola çıkıp, karabasana boğan pek çok hareket gibi, “eylemler” çoğu kez ürküttükleri kurbağaya değmemektedirler. Bir eylemin kesatlığı, doğduğu günkü boyutlarına sıkışıp kalması, yeni ve taze fikirlere kapanması, eylemcilerin idrak ve ufuklarını genişletemiyor olmasından anlaşılmaktadır. “Eylemciler,” kendi kısıtlı düşünce ve tecrübelerinin dışına çıkamadıklarından, ideolojik cenderelere hapsolur, hareket kabiliyetlerini yok ederler. Bu nedenledir ki, “eylem” olarak tanımlanan siyasi hareketlerin çoğu, tek bir kuşakla sınırlanır.
Dünya yakın tarihinde “eylem” deyince akla ’60lı yıllar gelmektedir. İkinci Dünya Savaşı faciasının teşvik ettiği doğurganlığın ürünü olan ’60 kuşağı, yeni düşüncelere, deneyimlere açık, cesur bir kuşak olarak ortaya çıktı. Kendisinden önceki kuşaklardan farklı olarak, toplumdan namus, tutarlılık ve sahicilik talep etti. Yeni siyasi hareketler, kültler, hatta dinler yarattı. Varoluşun çeşitli tezahürlerini denemeye hazırdı ve bu yolda eylem koymaktan, ruhaniliğe; uyuşturucudan cinselliğe hemen her imkânı değerlendirdi.
Buna karşın, bu kuşaktan “davaya sadık kalabilenler” parmakla gösterilebilecek kadar azdır. Büyük çoğunluk, deyiş yerindeyse, “döndü,” “burjuva” konforunun kolaylaştırdığı sıradan yaşamlara razı oldu. Kariyer ve dolayısıyla mali rahatlama, toplumsal kaygıların yerini aldı. Bu çok da yadırganacak bir gelişme değildir. Nedenine gelince: her “hareket”in kendi zaman dilimi için münferit bir mesajı vardır. Hemen hiçbir hareket, gelecek kuşaklar ya da dönemler adına hüküm bildiremez, ahkâm kesemez. Bu saptamamızın en iyi örneklerinden birisini, Amerikalı ünlü sosyal analizci Howard Zinn (1) vermektedir. Mealen, “…Amerikan milliyetçiliği, kurucusu olduğunu iddia ettiği demokrasiyi asla gerçekleştiremeyecektir, çünkü Amerikan ulusunu yaratan Amerikan ‘devrim’i, toprak sahibi, zengin erkekler tarafından ve onlar için gerçekleştirilmiştir. İki yüz yılı aşkın milliyetçi söyleme rağmen, sahici demokrasiye yaklaşmış dahi değiliz. Dünyaya demokrasi ışığı saçtığını iddia eden hükümetimizin milletin hükümeti olması, görünüştedir. Kurucu babalarımızın milliyetçiliğini sürdürmeye devam ettikçe, sahici demokrasiden uzaklaştığımız bir vakıadır… Özgürlüklerin ve insan onurunun kalesi olarak ululanan ve Amerikan ‘devrimi’nin kutsallaştırdığı Amerikan milliyetçiliği, bugün hegemonya ve sömürüye cevaz veren seküler bir din haline gelmiştir.”
Genç kuşakların, baba ve büyükbabalarının düşüncelerini şevkle savunuyor olmalarının hazin olması da zamanın ve mekânın koşullarını doğru saptayamamalarındandır. Eskinin eylemlerine yönelen gençlerin yolu, tek yol olmaya mahkûmdur. Tek yol, düşüncenin bir merkezden yayıldığı, çeperden merkeze iletişimin olmadığı anti-demokratik yapılaşmalarla sonuçlanır. Orduyu göreve çağıran afişlerin parlatıldığı eylemden bahsediyorum.
Söz konusu “eylem”in amacı, anti-demokratik bir uygulamaya karşı çıkmak olarak takdim edilirken, “eylemciler,” bir diğer anti-demokratik uygulamayı davet etmekte olduklarının bilincinde değil gibidirler. Bu nedenle, “orduyu göreve çağırmak” eylemi, meşru bir direniş ya da başkaldırı değil, ebeveynlere şikâyettenibarettir. Sosyal psikoloji araştırmaları bize, enfantal eylemcilerin zaman içinde ilk hedeflerine uysun uymasın, hoşlanmadıkları hemen her gelişimden şikâyetle, “büyüklerine” koşmak eğilimine girdiklerini göstermektedir. Burada, “ebeveyn” yerine konulan İstiklâl Savaşını gerçekleştirmiş olan Türk Ordusudur; “enfantalizm” sızlanma ve büyüklere şikâyet hali olarak tanımlanan patolojidir.
Sosyal-psikoloji, enfantal ruh halinin birbirlerini yüreklendiren (ya da “çeken”) gençlerden oluşan gruplarda daha da arttığını söylemektedir. Sosyal psikologların bir diğer tesbitleri de enfantal eylem koyucuların büyük çoğunluğunun öfkeli, deprasyona eğilimli ve yalnızlık çeken gençlerden oluşmasıdır. Oysa, duygusal, düşünsel ve sezgisel olgunluğun hakim olmadığı eylemlerin, husumet yaratmaktan öte gitmeyen, çocuksu davranışlar olarak kalmaya mahkûm olduğu tarihin tastikindedir. Daha da kötüsü, enfantal eylemci, fırsatını bulduğunda şikayet ettiği durumu benimsemekten kaçınmayacak; reşit insanların, sorumlu, yetişkin diyaloğa açık dünyası yerine, gerici ve sosyal olarak az-gelişmiş iklimlere kilitlenip kalmayı tercih edecektir.
Sosyal psikoloji araştırmalarının bir diğer bulgusu, enfantal iklimlerde, ebeveynlerin nasıl bir tutum izlemeleri gerektiği üzerinedir. Öyle görünür ki, çocuksuluğun sürgit prim yaptığı, dikkat çektiği, parlatıldığı durumlarda, enfantalizm teşvik edilmektedir. Bu nedenle yapılması gereken, eylemcileri “reşit insanların sorumlu dünyasına” davet etmek, diyalog ve görev dağıtımı gibi enstrumanların aracılığı ile kısır ve kesat kısır döngüden kurtulmalarına yardımcı olmaktır.
Bu bakımdan, orduyu göreve çağıran pankartlardan ziyade, bu pankartların işaret ettiği ruh hali üzerinde durmak, enfantalizme hak ettiğinden fazla önem vererek, çocuksuluğu teşvik etmenin sonuçlarını irdelemek durumundayız. Türk demokrasisi, idrak sahibi, tahammüllü, sağlıklı tarafların, duygusal ve ideolojik virüslerden arındırılmış diyalogları ile mümkün olabilecektir.