Pagan Germen Yaraladış Efsanesi

Önce boşluk vardı, ve boşluğun adı Ginnungagap’tı.

Antropoloji, dünya halklarının adetlerini, ananelerini, efsanelerini, mitolojilerini inceleyen bilim dalı. Antropologlar, inançlar bugünden yarına değişmez, insanoğlunun dünya görüşü “sıçramaz” diyorlar. Kadim efsaneler, halkların belleklerine kazınıyor. Hiçbir zaman tamamen terkedilmiyorlar ama tarihi gelişmeler doğrultusunda yeniden yorumlanıyor, şekil değiştiriyorlar.

Bu bağlamda pagan Avrupa inançlarının Hırıstiyanlığa sızdığı hatta Hıristiyan amentüsünün esaslarını oluşturduğu savunuluyor. İleri sürülen örneklerden birisi İskandinav mitolojisinin tanrıçası Ostara ile bakire Meryem arasındaki benzerlik. İskandinav Nors mitolojisinde Tanrıça Ostara, doğurganlığın temsilcisi. Efsaneye göre, bahar ekinoksunda yani günün geceye eşit olduğu 20-21 Mart’ta, yani Nevruz’da, güneş tanrısından hamile kalıyor, ve oğlunu dokuz ay sonra kış solstisinde yani gecenin en uzun olduğu 21 Aralıkta doğuruyor.

Hıristiyan inancına göre, Cebrailin, Meryem’e İsa Mesih’e hamile olduğunu müjdelediği tarih de 25 Mart. Ostara gibi Meryem de oğlunu kış solstisinde doğuruyor: Christmas yortusu, Noel, aynı tarihte: 25 Aralıkta kutlanıyor. Bu örnek, pagan inançlarının Hıristiyan akidesini şekillendirmiş olmasına örnek sayılıyor. Başkaları da var.

Ancak işin bir de diğer yüzü var: pagan efsanelerinin Hıristiyan akidesini şekillendirdiği gibi, Hıristiyan inançları da dönüyor pagan efsanelerini bozuyorlarmış. Öyle ki, mitoloji araştırmacıları Hıristiyan inançlarından etkilenmemiş, özgün öyküler bulmakta zorlanıyorlar.

Pagan Germenlerin yaradılış efsaneleri, “Önce boşluk vardı,” diye başlıyor, “Ve boşluğun adı Ginnungagap’tı.” Bu boşluğun kuzeyinde Niflheim dedikleri sis ve buz ülkesi, güneyinde Muspelheimdenilen ateş ülkesi. Sis ve buz ülkesinde Hvergelmir dedikleri bir göze ve bu gözeden beslenen onbir ırmak. Gözeden gelen sular kat kat dondukça bu ırmaklar aysbergler gibi yükseliyor, boşluğun kuzeyini kapatıyorlar. Aynı şelikde, ateş ülkesinden fırşkıran lâvlar da donuyor, böylece oluşan dağlar boşluğun güneyini kapatıyor. Ancak zamanla kuzeydeki buz kütlesi ile güneydeki kızgın lav kütlesi buluşuyor. Buzlar kızgın lâvları soğuturlarken, Ymir isimli bir dev ile Audhumla isimli devasa bir inek biçimlendiriyorlar. İneğin sütü, devin gıdası oluyor. Dev büyüyor, koltuk altlarından buzdan yapılma iki dev daha çıkarıyor. Bunlardan birisi dişi, diğeri erkek. Bu arada Audhumla isimli inek de tuzlu suları yalayarak besleniyor. O kadar çok yalıyor, o kadar çok yalıyor ki, tuzlardan Buri isimli tanrı oluşuyor. Buri’nin Bor isimli bir oğlu oluyor. Bu Bor, modern paganizmin yani Asatru dininin en güçlü tanrısı Odin’in babası. Tek-gözlü tanrı. Niye tek gözlü, çünkü gözlerinden birisini çıkartmış, mitolojik “dünya ağacına” asmış ki, gizli sırları öğrenebilsin, hikmet sahibi olabilsin.

Modern paganizmin olduğuna dikkat çekiyorum çünkü “Asatru” yeryüzünden silinmiş bir inanç değil. Tersine, canlandığı, yeniden geliştiği söyleniyor ve bir iddiaya göre halen Kuzey Avrupa’da sekiz milyonu aşkın gizli Asatruar paganı var. Nitekim, 1966’da Norveç’te, 1973’de İzlanda’da resmi dinlerden birisi olarak kabul edildi. Daha da yakın bir tarihte 1994’de İzlanda paganlarının yayınladıkları deklarasyon var. Bu deklarasyonda eski adetlerine ve “kültürel miraslarının haysiyetine” sahip çıkmak istediklerini belirttiyorlar: “Bunu eski ya da yeni dinlerin ya başkalarının kültürel mirası pahasına yapacak değiliz. Asatruar ideolojisinde fanatizme ve nefrete yer yoktur. Bizim kadim inançlarımız, hoşgörü, dürüstlük, sadakat, doğaya ve yaşamın her tezahürüne saygı gerektirir. Pagan akidesinin temel ilkesi her insanın kendi davranışından sorumlu olduğudur.” Benzer bir bildiriyi 1996’da Norveç Asatruar’ları, onun ardından İsveç paganları yayınladılar.

Evet. Odin’in iki de kardeşi var: Vili ve Ve. Bilinmeyen bir nedenden ötürü bu üç kardeş, Ymir isimli devi yemeye karar veriyorlar. Ve öyle yapıyorlar. Gelin görün, devden akan kanlar ortalığı sele boğuyor. Nuh tufanı gibi bir selden tek bir karı koca kurtuluyor, diğerleri ölüyorlar. Bunun üzerine Odin ve kardeşleri, devin naaşını boşluğun ortasına çekiyorlar, cesedinden yer ve gökyüzünü yaratıyorlar. Bu iş bittikten sonra ateş ülkesine dönüyor, oradan aldıkları kıvılcımlarla yıldızları, güneşi ve ayı oluşturuyorlar. Bu iş de bittikten sonra iki kütük buluyorlar. Ve bu iki kütükten de iki insan yaratıyorlar: Birisi Ask ki “kül” demek, diğeri de Embla ki, “karaağaç” anlamına geliyor. İnsanlık, işte bu Kül ve Karaağaçtan türüyor.

Hıristiyanlık önce Germen kavimlerinin yaradılış inançları böyle. Peki, ya İslâm öncesi Türklerin? Bizim en eski Yaradılış Destanımız Altay – Yakut Yaradılış Destanı. Altaylardan ünlü Rus bilim adamı Verbitskiytarafından derlenmiş. Özetle şöyle:

“Yer gök hiç bir şey yokken dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. Tanrı Ülgen bu uçsuz bucaksız dünyada durmadan uçuyordu. Göklerden gelen bir ses Tanrı Ülgen’e denizden çıkan taşı tutmasını söyledi. Göğün emri ile oturacak yer bulan Tanrı Ülgen artık yaratma zamanı geldi diye düşünerek şöyle dedi: ‘Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım. Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım? Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayım? Su içinde yaşayan Ak Ana, su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgen’e şöyle dedi: ‘Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren: De ki hep: ‘Yaptım, oldu.’ başka bir şey söyleme. Hele yaratır iken, ‘Yaptım olmadı’ deme.

Ak Ana bunları söyledi ve kayboldu. Tanrı Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç gitmedi . İnsana da bu öğüdü iletmekten bıkmadı : ‘Dinleyin ey insanlar, varı yok demeyin. Varlığa yok deyip de, yok olup da gitmeyin.’

Tanrı Ülgen yere bakarak, ‘Yaratılsın yer!’ dedi. Göğe bakarak, ‘Yaratılsın Gök!’ dedi.”

Bu buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış oldu. Tanrı Ülgen, bundan sonra çok büyük üç balık yaratıyor. Dünya bu balıkların üzerine konuyor. Böylece gezer olmaktan çıkıyor, bir yerde sabit duruyor.

Tanrı Ülgen balıklar kımıldadıklarında dünyayı su kaplamasın diye Mandı şire’ye balıkları denetleme görevi veriyor. Mandı şire, Ülgen’in elçisi sayılıyor.

Dünyayı yarattıktan sonra ‘tepesi aya güneşe değen etekleri, dünyaya değmeğen’ büyük Altın Dağın başına geçip oturuyor, Tanrı Ülgen. Meğer,

“Dünya altı günde yaratılmışdı, yedinci günde ise Tanrı Ülgen uyumuş kalmışdı. Uyandığında neler yarattım diye baktı: Ayla güneşden başka fazladan dokuz dünya, bir cehennem ile bir de yer yaratmıştı.

Sonra günlerden bir gün Tanrı Ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil gördü‘insanoğlu bu olsun, insana olsun, baba.’ dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu. Tanrı Ülgen bu ilk insana Erlik adını verdi ve onu kardeşi kabul etti. Ancak Erlik’in yüreği kıskançlık ve hırsla doluydu. Tanrı Ülgen gibi güçlü ve yaratıcı olmadığı için öfkelendi.

Tanrı Ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan yedi insan yarattı. Yedi insanın kulaklarından üfleyerek can, burunlarından üfleyerek başlarına akıl verdi. Erlik’in yarattığı dünyaya zarar vereceğini düşünerek insanı korumak görevini Mandı şire’ye, insanları idare etmek görevini ise May Tere’ye verdi. May-Tere’yi insanoğlunun başına han yaptı.” Vs.

Altay-Yakut destanının başka çeşitlemeleri de var. İskandinav efsaneleri gibi bunlar da zaman içinde değişikliğe uğruyorlar. Ancak, ilginç olanı, ve bugünkü sohbetimize konu olmalarının nedeni Avrupa’da bu tür efsanelerin son yıllarda büyük rağbet görüyor olmaları. Doğaya dönüş hareketi adı altında azımsanmayacak bir paganlaşma akımı görülüyor.

AFA, Asatru Halk Meclisi (Asatru Folk Assembly) ’nin kısaltılmışı. Meclis, ilk kez ‘70’li yıllardan kuzey Amerika’da toplanmış. İki yıl kadar önce, 2002 yılında yayınlanan bildirisi “Asatru, Hıristiyanlık öncesi Avrupasının yerli ruhaniyatıdır” diye başlıyor, “Asatru, Germen halklarının Kutsal olanla ve dünyayla, geleneksel ilişki kurma biçimleridir. Asatru, Avrupa yerlilerinin Tarikidir. Amerikan derililerinin, Afrikalıların yerli dinleri olduğu gibi, bizim de yerli bir dinimiz var. Ecdadımıza geçmiş bin yıllarda huzur veren bu din, bugün de bize güç ve ilham verecektir…”

Bildiri, “Asatru, eski İskandinavca bir kelime olmakla birlikte, Germen halklarının bütünü kapsar. Bu bağlamda Avrupa’nın tüm uluslarının derinliklerinde yaşayan ortak inançtır.” diye devam ediyor.

“İzlanda’dan Rusya’ya, İskandinavya’nın donmuş kuzeyinden Akdeniz’e bin yıl gezmiş olan Germen halklarının çocukları bugün dünyaya yayılmış durumdadırlar. Kendimize Amerikalı, İngiliz, Alman ya da Kanadalı diyebiliriz. Ancak, bu etiketlerin ardında daha eski, daha asal bir kimlik gizlidir. Atalarımız Angleler, Saksonlar, Lombardlar, Heruli’ler, Gotlar ve Vikingler…onların kız ve erkek çocukları olan bizler birbirimize kan bağıyla ve yılların eskitemediği bir kültürle bağlıyız…”

Bildirinin gerisi şöyle: “Dünya güzel. Refah güzel. Hayat güzel. Neş’e ve coşkuyla yaşamalıyız, hayatı… Ömürlerimizi, yeteneklerimiz, cesaretimiz, gücümüz izin verdiği ölçüde biçimlendirmekte özgürüz… Alın yazısı yok, kader yok, dışarlıklı bir ilâhın keyfi iradesinin kısıtlamaları yok…Tüm ihtiyacımız kaderimizi cesaret ve onurla karşılama özgürlüğüdür, kurtarılmaya ihtiyacımız yok… Atalarımızla ilişkideyiz. Atalarımız bizim parçalarımızdır. Biz de bizden sonra gelenlerin parçaları olacağız….Yaşayan akrabalarımızla da, ailemizle de, kökleri Avrupa kavimlerinde olan her kadın ve her erkekle de ilişkideyiz. Avrupa kavimleri bizim “büyük ailemiz”dir.Tabiatla ilişkide, tabiat kanunlarının emrindeyiz. Kutsal Güçler kendilerini sıkça Tabiat’ın güzelliği ve gücüyle ifade ederler….Ahlâkın “On Emir”e değil, soylu-zihinleri olan erkek ve kadınların haysiyet ve onuruna bağlı olduğuna inanırız. Kutsal Güçlerden korkmaz, kendimizi onların köleleri olarak görmeyiz. Tersine Kutsal olanla cemaatimizi ve kardeşliği paylaşırız. Kutsal Güçler bizi gelişmeye daha ileri aşamalara varmaya teşvik ederler….Kutsal Güçleri Germen/Nors atalarımızdan bize kalan isimlerle onurlandırırız…Mevsim değişimlerini, atlarımızı, İlâhi’yi ve günlük yaşamını sürdüren kendimizi onurlandırır, Asatru ibadetimizi sürdürürüz. Asatru köklere dairdir. Asatru bağlantıda olmaya dairdir. Asatru, eve dönüştür. Asatru, atalarımızın yolu. Asatru bizi eve çağırıyor.”

Deklarasyon böyle. Ancak, nostaljik bir hareket olmanın ötesinde bir akım olduğuna ilişkin işaretler var. Devi yiyen Odin ve kardeşlerine, gökgürültüsü, şimşek ve yıldırım tanrısı Thor’a, Odin’in karısı Frigg’e, barış ve bereket tanrısı Frey’e, aşk ve güzellik tanrıçası Freya’ya efsane yaratıkları olmalarının dışında tapmak şöyle dursun, inanmak mümkün mü? Anlaşılan, mümkün.