Türkiye haritasını baştan başa sarıya boyalı görmek beni, her şeyden önce, ülke nüfusunun belirleyici bir çoğunluğunun ortak bir inanç/beklenti/umutta buluşabildiğini göstermesi bakımından mutlu etti! Atomizasyon tehlikesinin bertaraf edilebilirliğini gösterdi ki, “küreselleşme” denilen değerler-bombardımanının en korkutucu yanının bu olduğunu düşünenlerden olduğum malûmdur.
Şunun şurasında elbirliği ile “muhafazakâr oylar arttı!” saptamasını kabullenip, kimimiz “Türkiye hiç olmadığı kadar tutuculaşıyor. Muhafazakârlık partilerin oy oranlarıyla açıklanamayacak biçimde derinleşiyor,” diye kaygılanır, kimimiz “zihniyet savaşında statüko ağır yenilgi aldı,” diye sevinirken, kalkıp da “muhafazakâr”lar da kimler, “muhafaza edilen de nedir?” diye sormak, şu aşamada olsa olsa pişmiş yorum aşına su katmaktır! Gelin, görün, satır arası okumaktan, şunu mu demek istiyorlar ya da bunu mu ima ediyorlar/kışkırtıyorlar diye anlamaya çabalamaktan da ben usandım! Bir hakeme ihtiyaç var; hakeme, yani, adam gibi bir siyasi sözlüğe.
Muhafazakârlık ve AKP
“Muhafazakârlık: siyaset biliminde var olan düzeni sürdürmek ya da muhafaza etmek isteği,” diyor, siyaset bilimi. Fesuphanallah! AKP mi “var olan düzeni sürdürmek ya da muhafaza etmek” istiyor? Devam ediyoruz, “Muhafazakârlar ‘geleneğin hikmeti’ne değer verirler ve genel olarak geniş çaplı reformlara karşıdırlar.” Fesuphanallah! AKP’nin geniş çaplı ne kelime neredeyse radikal reformları göze aldığı bir zamanda iktidar partimize “muhafazakâr” etiketi yakışıyor mu?
“Geleneğin hikmetine değer vermek”e gelince, bu ifade “Hangi” sorusunu da beraberinde getiriyor, “Hangi geleneğin?” AKP’nin ne Cumhuriyet’in ifadesini altı okta bulan kuruluş günlerini, ne imparatorluk düzenini, ne de teokratik/şeriat devlet biçimini özlediğine ilişkin veri var! Ne ki, “muhafazakârların hikmetin (1) kaynağı olarak geleneği vurgulamaları, ne elle tutulur, ne de sarih olarak dillendirilebilir bir ideolojiyi işaret eder.” Yani? Yani, “İşlerin yürümesini kolaylaştıran genel alışkanlık, inanç ve davranış biçimlerinden oluşan ağı kullanır, çatışmaya ve başarısızlığa yol açacak uygulamalardan kaçınırlar.”
Geleneğe dayanmanın karşısındaki seçenek, “teori”ye dayanmaktır. “Teori” doğası icabı, net olarak ortaya konamayan/ölçülemeyen unsurların yok sayılması demektir. Oysa, “yok sayılan” bu unsurlar hayati önem taşıyabilirler. Nitekim, siyasetin ve ahlâkın çoğunlukla deneyim ve taklit suretiyle öğrenilmesinin nedeni, toplumun bilinmesi zaruri olan alışkanlık, tutum ve dillendirilmeyen inançlarının sayısız derecede çok olmasındandır. Öte yandan, toplumun alışkanlık, tutum, kanaat ve inançlarını biriktiren, muhafaza eden ve nakleden, “gelenek”tir. “Gelenek” içinde büyüyen toplumun ortak malıdır. Bu nedenle, bölmez, birleştirir ve ortak yaşamı “teori”ye kıyasla kolaylaştırır.
Böyle bakıldığında, “gelenek” pragmatizme işaret eder ve hemen şu soruyu akla getirir: “Geleneği izlemekle düşünmeyi reddetmek arasında ne fark var?” Bunun cevabı da şöyle veriliyor: “Muhafazakârlar teoriyi reddetmezler ancak teorinin egemenliğine kuşku ile yaklaşırlar. Geleneğin teoriyi yönlendirdiğine ve yanlışlarını düzelttiğine inanırlar. Böylece, teori, ‘doğru’ya yaklaşır ki, ‘doğru’ tek bir kişinin ya da kurumun tekelinde değildir.”
“Doğru” erişilemez değildir ama bize çoğu kez natamam ve dolaylı yollardan gelir. Tek ve sarsılmaz “doğru”ya ulaşılamayacağı içindir ki, muhafazakârlar doğruyu olduğu kadarıyla, ulaşılabildiği kadarıyla kabul etmeye razıdırlar. Bu bağlamda, “meseleleri en başından plânlamaya, model kurmaya” titizlik göstermezler.
Gelenek ve teori…
Türkçe’ye, “kervan yolda düzülür” şeklinde çevirebileceğim bu tutumlarının nedeni, “siyaset ve ahlâk gibi konulardaki bilgimizin hem kısmî hem de yavaş ve zor elde edilir bilgi” olduğunu düşünmeleridir. “Siyasi düşüncelerinin doğru olup olmadıklarına karar verebilmemiz için sahip olmamız gereken bilgiler çoğu kez içinden çıkılamayacak kadar çok ve karmaşıktır. Siyasi eylemlerin sonuçlarını kestirmek zor, keskin hareketlerin etkilerini öngörmek ise neredeyse imkânsızdır. Hal böyle olunca, siyasete en akılcı yaklaşım, halihazır sistemi toptancı bir yaklaşımla değiştirmeye kalkmak değil, değişimin, düzene sekte vurmayacak şekilde gerçekleşmesini sağlamaktır.”
Gelenek, insanî bir kurum olduğundan insanî doğrular ve yanlışlar içerir. Ama, ‘teori’ dediğimiz ‘dışarlıklı’ akıl da öyle. “Geçtiğimiz yüzyılda zeki insanların soylu amaçlarla destekledikleri gelenek-karşıtı teoriler, milyonlarca masum insanın katledilmesi ile sonuçlanmıştır. Meseleye böyle bakınca, sorunun ‘gelenek’in mükemmel olup olmadığı değil, insan hayatındaki yeri sorunu olduğu açıktır. Niyetimiz iyi olduğu, yanlışlarımız, planlı kötülükten değil, bilgisizlik, gözden kaçırma, çelişkili durumlardan doğan kararsızlıklardan kaynaklandığı sürece, gelenek bize yardımcı olacak, düşünce ve eylemlerimiz birbirini düzeltecek, perdahlayacaktır. Gelenek, kazanımlarımızı sadeleştirmemizi, toplumu rencide edecek dürtülerimizi zabtırapt altına almamızı kolaylaştırır. Sürgit kötülük hedeflendiğinde, geleneğin yapabileceği pek bir şey yoktur ama böyle durumlarda zaten tanrıdan başka kimse yardımcı olmaz.”
Gelelim seçim sonuçlarına: İtiraf etmeliyim ki, Türkiye haritasını baştan başa sarıya boyalı görmek beni, her şeyden önce, ülke nüfusunun belirleyici bir çoğunluğunun ortak bir inanç/beklenti/umutta buluşabildiğini göstermesi bakımından mutlu etti! Atomizasyon tehlikesinin bertaraf edilebilirliğini gösterdi ki, “küreselleşme” denilen değerler-bombardımanının en korkutucu yanının bu olduğunu düşünenlerden olduğum malûmdur. Öte yandan, “net olarak ortaya konamayan/ölçülemeyen unsurların yok sayılması”nın siyasette neye mal olduğunu gösterdi. Baykal’ın huzuru istatistikî küsuratta aramak durumuna düşmüş olmasını da bu fasıldan görüyorum, “sol” olduğundan değil. Öyle görünüyor ki, dışarlıklı “teori,” bölmez, birleştirir, ortak yaşamı kolaylaştırır diye tanımlanan geleneği kaale almadığı sürece, ülke esenliğinde yapıcı rol oynayamayacak.
(1) hikmet: insanın, varlıkların hakikatını bilip, hayırlı işler yapmak sıfatı, “wisdom”.