Amerika’nın Irak saldırısı için gün sayılmaya başlandığında, Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in Almanya ve Fransa cumhurbaşkanlarını yanına alarak B.M. Güvenlik Konseyi’nin Irak savaşını onaylamasını önlemek üzere harekete geçmesi, Washington’u şaşırtmıştı. Rusya’nın Irak’tan tahsil edemediği 8 milyar dolarlık alacağının ve Irak petrollerindeki “hakkı”nın teslim edilmesi halinde, “pragmatist” bir lider olarak ün salan Putin’in olaylar karşısında kerhen de olsa suskun kalacağı düşünülürken, öyle olmadı.
Moskova’daki Amerikan yetkililerinin “paranı geri almak ve özgürleştireceğimiz Irak’ın sunacağı ekonomik potansiyelden yararlanmak istiyorsan, koalisyonun parçası olmayı düşünmelisin” mealindeki üstü kapalı tehditleri de işe yaramadı. Oysa Washington’un egemenliği altında olmayan çok-kutuplu bir dünyadan yana olduğunu da sıkça ifade etmekle birlikte, Cumhurbaşkanı Putin, 11 Eylül’den sonra Afganistan’da terörist peşine düşen Amerika’nın Orta Asya cumhuriyetlerine yerleşmesine razı olmuş; Bush yönetimi 1972’de kıtalar-arası füze yarışını durdurma antlaşmasını bir kenara atarken de, kendi ülkesini füze-kalkanı altına alırken de, NATO genişletilirken de sessiz kalmıştı. Cumhurbaşkanın bu tutumu, Rusya’da askerlerin ve güvenlik güçlerinin arasındaki Batı-karşıtı unsurlar tarafından eleştirilmenin ötesinde tepki almadı. Ancak, A.B.D. – Kanada Enstitüsü’nün Moskova uzmanlarından Viktor A. Kremenyuk’un işaret ettiği gibi, “Putin Amerikalıları sürgit affedemeyeceğini ve sonsuza dek ödün vermeyeceğinin farkındaydı.” Bu bağlamda, koalisyon güçlerinin yanında yer alması karşılığında Rusya’ya somut birşeyler vermeyi düşünemeyen Amerikalılar, Putin’in muhalefetine bilmeyerek zemin hazırlamış oldular.
Putin, Irak savaşını Amerika’nın tek-taraflı çıkışlarından duyduğu rahatsızlığı ifade etmek için kullandı. Kremenyuk gibi düşünen bazı gözlemcilere göre, Putin, artık dönülmez noktadır ve Güvenlik Konseyi’nde veto hakkını kullanacaktır. Moskova Carnegie Merkezi uzmanlarından Liliya F. Şevtsova aynı düşüncede değildir. Bayan Şevtsova’ya göre, Fransa gibi Rusya’da aslında Amerika’nın dünyaya egemen olmasına değil, “çok fazla egemen olması”a karşıdırlar. Bu bakımdan, Putin’in Konsey’e sert bir kınama mesajı göndermesi ve oylamaya katılmaması da mümkündür. Öte yandan, A.B.D.’nin Rusya’nın veto hakkını kullanması halinde Moskova ile olan ilişkilerinin uzunca bir dönem zarar göreceği şeklindeki ilk uyarılarını yumuşattığı da gözlemleniyor. Amerikan yetkilileri, Rusya’yı veto hakkını kullanmamak yönünde ikna edebilecekleri umduklarını söylüyorlar. Buna karşın, Rusya’nın en itibarlı elçilerinden, eski Başbakan Yevgeni M. Primakov’u Saddam’ın ayağına göndermiş, istifa etmesini ve kendi isteği ile ülke dışına çıkmasını istemiş olduğu unutulmuş değil. Hatırlanacağı üzere, Saddam, Primakov’un önerisini reddetmişti. Uluslararası havayı kendi lehlerine döndürmek çabasında, Amerikalılar, Rusya’yı Irak’a anti-tank füzeleri, gece görüşü dürbünleri, elektronik iletişim engelleyici satmakla itham ederlerken, medya karşı-saldırısına geçen Ruslar, ABD’yi benzeri silâh ve mühimmatı diğer ülkelere satmakla kalmayıp, Amerika’nın en yakın müttefiklerinin “haydut” ülke dedikleri İran’a nükleer ve füze teknolojileri sızdırdıklarını iddia ettiler. Rusya Savunma Bakanı Sergei Ivanov ve Atom Enerjisi Bakanı Aleksandr Rumyantsev, ardarda yaptıkları basın konferanslarında Amerika’nın yakın müttefikleri İngiltere-Hollanda konsersiyumu “Urenco”nun Tahran’a nükleer silâhlarda kullanılmak üzere uranyum işleyen teknoloji sattığı yolunda duyumlar aldıklarını açıkladılar.
Buna karşın, Beyaz Saray sözcüsü Ari Fleischer, güvenilir kaynaklardan aldıkları bilgilere göre bir Rus şirketinin Irak ordusuna GPS denilen elektronik iletişim engelleyici satmayı sürdürdüğü iddiasını tekrarladı. Washington Post gazetesine göre satış bir değil, en az iki Rus şirketi tarafından gerçekleştiriliyordu: KBP Tula ve Aviaconversiya. Gelinen noktada, Rusya’nın tutumunun asıl nedeninin Washington’un Putin’e somut birşeyler vermemesi olduğu görüşü ağırlık kazanmış durumda. Nitekim, Amerika’nın Birleşmiş Milletler’in onaylamasını istediği savaş sonrası planında da Rusya’nın yeri belli değil. A.B.D.’nin istediği, BM’in “Irak’ın ABD-İngiliz kuvvetleri tarafından en az bir yıl süreyle işgal edilmesini ve ülkenin petrol gelirlerinin kontrolu ile yeniden yapılandırılmasını işgalci güçlere verilmesini” onaylaması. Bu planda Birleşmiş Milletler’e biçilen rol “danışmanlık” ve danışmanlık “insani yardım”la kısıtlı kalacak. Tahmin edileceği gibi, Rusya, ABD planına sıcak bakmıyor. Bununla birlikte, Dışişleri Bakan vekili Yurî Fedotov, “Irak’ın savaş sonrası yeniden yapılandırılması meselesinin Güvenlik Konsey’ine geldiğine memnun olduklarını ancak Amerika’nın teklifinde pek çok açık nokta olduğunu” ifade ediyor. “Açık” noktalardan birisi, petrol satışlarının, kitle imha silâhları arayan BM müfettişlerinin Irak’a dönmelerine izin verilip verilmeyeceği. Rusya, ambargonun BM müfettişlerinin temiz raporundan sonra kalkmasında ısrar ederken, ABD, araştırmanın kendi uzmanları tarafından yapılmasını istiyor. Diplomatik dilin satır araları okunduğunda, bu, kitle silâhlarının varlığı ya da yokluğu meselesinin işgal güçlerinin keyfine kalması demek. Oysa, Rusya, savaş sonrası Irak’ında başrolün BM’e bırakılmasını sağlamaya çalışarak, kendisine de yol açmaya çalışıyor. Bu çerçevede kıdemli bir yetkilisini Çin’e gönderiyor ki, bu durum Rusya-Çin yakınlaşmasından ürken çevreleri düşündüren gelişmelerden bir yenisi. Her halûkârda, Cumhurbaşkanı Putin, 1 Haziran’da George W. Bush’u St. Petersburg’da misafir edecek. İki başkan, Irak’ın işgalinden sonra ilk kez biraraya gelecek ve derin fikir ayrılıklarını masaya yatıracaklar. Colin Powell’ın bir hafta öncesinden Moskova’ya gelip temaslara başlayacağına bakılırsa, ABD, bu defa masaya “somut” öneriler koyacak gibi görünüyor.