Önce şu tesbiti yapalım: geçtiğimiz ayın olaylı makalesi “İçerden Mırıldanmalar”da bahsi geçen “Yeni Kadın” (“New Woman”) kavramı, yeni değil. “Yeni kadın” ibaresi, 1800’lü yılların sonlarına doğru gündemdeki “Sahici Kadın”(“True woman”) tanımını geçersiz kılan bir fenomeni vurgulamak üzere geliştirilen yeni bir tanım.
“Hanım kadın”
“Sahici kadın,” bizim “hanım kadın” tanımımıza yakın geliyor. Ancak, İsevi tınısı doğal olarak daha belirgin. Anglo-Amerikan dünyasında bir erdem, dilerseniz, “iffet” anıtı olarak algılanıyor.
“İffet anıtı” dört temel sütun üzerinde yükseliyor, Bu sütunlardan ilki, “dindarlık.” Sahici kadının erkekten daha dindar ve ruhani olduğuna inanılıyor. İkincisi, “temizlik.” Sahici kadının kalbinin, aklının ve bedeninin temiz, saf, arı olduğu düşünülüyor. Üçüncüsü, “itaatkârlık.” Sahici kadının deyiş yerindeyse, “ebedi çocukluk” yaşaması, erkeğin tüm kararlarına ve davranışlarına uyması bekleniyor. Dördüncüsü, “evcillik.”Özellikle de Sanayi Devriminden sonra Sahici Kadının evin ekmeğini kazanmak üzere dünyaya çıkan erkeğine “merhametsiz bir dünyada bir sığınak” yaratması öngörülüyor.
“Mükemmel kadınlık”
“…eş ve anne olarak ailenin merkezini teşkil eden kadının erkeği evin içine çekmesi, onu medeni bir varlık haline getirmesi, sosyal bir Hıristiyana dönüştürmesi” olarak tarif ediliyor. “Evin ışığıdır kadın” sık rastlanan kabullerden bir diğeri; bizim “yuvayı yapan dişi kuştur” gibi söylemlerimizi düşündüğümüzde, “Sahici kadın” bizim yadırgadığımız bir kavram olmadığı anlaşılıyor.
“Evcillik kültü”
“Sahici kadının müstakil ve kendisine yakışan alanının evi” olduğu şeklindeki düşünceye “evcillik kültü”/Cult of domesticity deniyor. “Evcillik kültü” de bizim yadıryacağımız bir kavram olmasa gerek. Nitekim, “evin geçimini sağlamakla yükümlü olmayan kadının doğal yeri, ailenin ve evin içiydi. İslam hukukunun geçerli olduğu bütün toplumlar gibi Osmanlı’da da, kentsel mekan, cinsiyete göre çok keskin bir biçimde ayrılmış durumdaydı ve Tanzimat dönemine dek kadınları konu alan uyarı ve yasaklamaların, öncelikle giyim-kuşam ve kadınların gezinti yerlerindeki, alışveriş sırasındaki vb. davranışlarını düzenleyenler olduğu görülmekteydi. Aynı tür kısıtlamaların Tanzimat sonrasında çıkarılan yasalarda da varlığını sürdürdüğünü biliyoruz. Bu, kadını mahrem sayan ve dolayısıyla da kamusal alandaki varlığını zorunluluk halleriyle sınırlayan, engellemediği durumlarda da katı bir biçimde denetlemeye çalışan bir anlayıştır. Mekanın cinsiyete göre bölünmesinin mimarideki ilginç yansımalarından biri, Mecelle’ye göre, kadınlara ait yerler (makarr-ı nisvan) olarak kabul edilen mutfak,kuyubaşı ve avluların bir başka evden görülmesinin “zarar-ı fahiş” sayılmasıdır.” (1)
Kadın mesleği olarak “Öğretmenlik”
Evcillik kültüne mensup kadının en büyük misyonunun “olgunlaşmamış, zayıf ve cahil yaratıkları eğitmek, Tanrı’nın yasalarını önce aile içinde, sonra mahallede, sonra ülkede, sonra da dünyada gözetmek” olduğu belirtiliyor. “Yaratık” diye bahsedilenler, çocuklar. Cümle de resimdeki Catharine Beecher isimli ünlü bir kadın eğitimciye ait. Beecher’ın babası papaz.
Ondokuzuncu yüzyılda öğretmenliğin bir meslek olarak kadınlara tahsis edilmiş olmasının nedeni, çocuk büyütmek ve eğitmeğin kadınların doğal uğraşlarından sayılması. Ne ki, öğretmenlik, kadına yeni bir misyon da getiriyor: Batılı kadın, dini değerlerin yanısıra, milli değerlerin de koruyucusu rolünü üstleniyor.
Gelişme bizde de böyle oluyor. “Osmanlı toplumunda Türk kadını devlet memurluğuna ilk kez öğretmen olarak giriyorlar. 1870’de açılan Dârülmuallimât’ın mezunları, 1873’de öğretmen olarak göreve başlıyor, 1881’den itibaren de Dârülmuallimât’ta bizzat yönetici olarak görev alıyorlar. Tanzimat’la başlayan bu hareket Meşrutiyet döneminde gelişerek sürüyor, hatta Nakiye, Nezihe Muhiddin, Sadiye Hatice gibi hanımlar Maarif Nezâreti tarafından okullara müfettiş olarak atanıyorlar.
“Yeni Kadın”a gelince
Batı dünyasındaki ilk işaretlerine Fransız İhtilâli sırasında rastlanıyor ama pek cılız bir biçimde. İrili ufaklı kadın platformları var ama bunlar Jean Jacques Rousseau’nun kadına biçtiği “ana ve eş rolü”nü değiştirmeye yetmiyor. Buna karşın Fransız kadınları, Anglo-Amerikan hemcinslerine göre daha atak, Kıta Avrupasında, Beecher’ın söylemine itibar edilmez oluyor. 19. yüzyıla “sahici kadın”a alternatif olarak beliren “Yeni kadın” tipolojisinden beklentiler şöyle: (1) ilk, orta ve tercihen lise öğrenimi görmesi ve eğitimini “akıllıca” kullanması, (2) para kazanabilmesi, mali açıdan özgür olması, (3)siyasi tartışmalara katılması, kararlarda söz sahibi olması, (4) evlenip evlenmeyeceğine, evlenecekse kiminle evleneceğine ve çocuk sayısına kendisinin karar vermesi, (5)“rasyonel” denilen tarzda giyinmesi, (6) kadınlara daha iyi yaşam koşulları sağlayabilmek için genel kabul gören örf, adet ve toplumsal müeyyidelere karşı direnebilecek medeni cesarete sahip olması. (Bunların arasında “rasyonel giyim” denilen akım bence en ilginç süreçlerden birisi olarak başka bir yazının konusu!)
Önce eğitim
“Yeni kadın”ın doğması ile sonuçlanan süreç eğitim hakkı arayışı ile başlıyor. Örneğin, 1867’de yüz kadar Rus kadınının St.Petersburg Üniversitesi rektörüne okula kabul edilmek için verdikleri bir dilekçe var. İstekleri kabul edilinceye kadar, yurt dışına okumaya gidiyorlar. Bu süreç, Batıdaki hemcinsleriyle tanışmaları, Batılı düşünceleri ülkelerine taşımaları ile sonuçlanıyor. Bu hanımlar zaman içinde çarlık karşıtı gizli örgütlenmeleri de destekler oluyorlar. Tıpkı kendilerinden önce Batılı hemcinslerinin yaptıkları gibi Osmanlı kadınları da eğitim talep ediyorlar. 1868’de yayına başlayan Terakki gazetesinde yazan Rabia hanım, soruyorlardı: “El ayak, göz akıl gibi vasıtalarda bizim erkeklerden ne farkımız var? Biz de insan değil miyiz? Yalnız cinsimizin ayrı oluşu mu bu halde kalışımıza sebeb olmuştur?” diye yazıyor.
İlk kız rüşdiyesi 1862’de açılıyor. 1869’da kızlar için zorunlu sıbyan mektepleri uygulaması getiriliyor. 1870’de ilk kadın müdirenin atandığını görüyoruz. Aynı yıl kız öğretmen okulları açılıyor. Eğitilmiş kadınların ailenin ve ulusun daha iyi ve erdemli anneleri olacakları şeklindeki tez, aydın çevrelerde, gazete ve dergilerde işleniyor: “Zincir-i cehl ve taassubu, maarifden başka hangi kuvvet kırabilir?… Rehberimiz hürriyet, müzahirimiz musavat olsun. Yaşasın vatan ve millet, yaşasın musavat ve hürriyet!” Bu tez daha sonra Cumhuriyet’in kurucu ideolojisin tarafından da benimsenecektir. “Bu dönemde… Osmanlı kadınlarının da öncelikle gündeme almak zorunda oldukları konu, kadının eksiksiz bir insan varlığı olduğunu ortaya koymaktır.”
(1) Kadınların İnsan Haklarının Gelişimi ve Türkiye, Prof. Dr. Fatmagül Berktay,
Sivil Toplum ve Demokrasi Konferans Yazıları no 7, 2004
(2) Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kadınların Eğitimi, Dr. Şefika Kurnaz.