Soljenitsin;“İkinci” Bir Hükümet Gibi…

Aleksandr Soljenitsin, 1968’de yazdığı “Birinci Çevre” isimli kitabında “Büyük yazarlar, ülkelerinde ikinci bir hükümet’ gibidirler,” der, “Bu nedenle, hangi rejim olursa olsun, önemsiz yazarları sever, asla büyük yazarları değil.” 

“Çarmıha gerildikleri bu günlerde Rus halkının üçüncü ruhani rehberleri” olarak Eski Ahit peygamberleriyle kıyaslanan(1) Soljenitsin’le yapılmış son söyleşilerden(2) birinin Yeni Dünya Düzeninin İslâm’ı hasım ilân etmiş olma nedenine de ışık tuttuğunu düşünüyorum. 

Eserlerinizi bir bütün olarak ele aldığımızda, manevi ve felsefi boyutunun siyasi boyutundan daha önemli olduğunu söyleyebilir miyiz? 

Soljenitsin: Yaşamın öncelikli boyutunun son tahlilde edebiyat olduğunu görüyorum. Önce edebiyat, sonra ruhaniyat ve felsefe, en sonra da siyaset.

Modern dünyanın sorunlarının insanların genel olarak ruhani ve felsefi geçekleri yeterince idrak etmiyor olduklarından kaynaklandığını düşünür müsünüz? 

Soljenitsin: İnsanoğlu kendisine dünyaya hakim olmak gibi bir hedef koymuş ama hakim olma sürecinde ruhunu kaybetmiştir. Hümanizma ki, bence bu kelime yerine “dinsiz insan-merkezciliği” tanımını kullanmak demek daha doğru olurdu, hayatın yaşamsal sorularını cevaplayamaz. Düşünsel bir kaosa yuvarlanmış durumdayız.  


“Uçurumun Dibindeki Rusya”(3) isimli kitabınızda “cinnet geçiren hükümetimiz, Rusya’nın geleceğini bıçaklıyor” diyorsunuz. Neden bu kadar sert ve kışkırtıcı bir dil kullanmayı seçtiniz? 

Soljenitsin: Komünizmden olabilecek en talihsiz, en sarsak bir biçimde çıkıyoruz. Bundan daha kötü bir yol çizilemezdi. Hükümet çok büyük reformlar yaptığını ilân etti ama aslında ortada ne reform var, ne de bütünlüklü bir program. ‘Reform’ dedikleri ulusal mirasımızın gasp edilme sürecidir.”

“Rusya, çıkmaz bir sokağa girdi, gidecek yeri yok,” diyorsunuz. Yani?

Soljenitsin: Yani, merkezi hükümetin bu çıkmaz sokaktan kurtulmak için bir plânı yok. Bütün yaptıkları, iktidarda kalmalarını sağlayacak başka başka çözümler üretebilmek. Oysa, nasıl bir yol izlenelebileceğine, ülkenin nasıl kurtarılabileceğine dair siyasi ya da değil, fikir üreten insanlar var Rusya’da. Kafası karışık olmayan insanlar var. Plan proje üretebilecek insanlar var, biliyorum, çünkü tanıyorum. Biliyorum. Bu insanlar benden birşeyler söylememi, ülkeyi yukarı çekmemi bekliyorlar ama bu koşullar altında yapamam.

“Ya Batı? Batı da bir çıkmaz sokakta değil mi?”

Soljenitsin: Son on iki yıldır Rusya’yı Batı’dan çok farklı bir yer olarak görmez oldum. Bugün “Batı” dediğimizde, Rusya’yı da dahil ediyoruz. Afrika’yı, İslam dünyasını ve kısmen Çin’i hariç tutarsak, “modernite”den bahsedebiliriz. Bu bölgeler hariç, “Batı” kelimesi yerine “modernite” kelimesini kullanmalıyız. Modern dünya. Ve, evet, modern dünyanın hastalıkları da aynı hastalıklardır. Batı’yı uzun yıllardır hasta eden salgın, şimdi artık Rusya’da. Duruma biz de hızla adapte olduk. 

“Sizi ‘felâket tellalı’ olmakla itham ediyorlar, ne dersiniz?”

Soljenitsin: Bunun nedeni, insanların okumak yerine, sayfalara şöyle bir göz atmakla yetinmeleri. Bir örnek vereyim, Gulag Takımadaları. Bu kitaptaki birbirinden feci hikâyelerin bir çıkış yoluna işaret ettiğini görebilirsiniz. “Rusya Uçurumun Dibindeki Rusya”da gerçeğin karanlığını gül pembesine boyamadım ama çıkış yolunu, daha parlak bir geleceğe yönelebilecek yolu işaret ettim – daha da önemlisi, bu yolu ruhani anlamda gösterdim. Siyasi olarak göstermedim, çünkü bu politikacıların işi, benim değil. Diyeceğim, beni felâket tellalı olmakla suçlayanlar, okumasını bilmeyenlerdir. 

“Geçenlerde bir İngiliz gazetecisi sizin Rusya’nın ‘komünizmin kötülüğünü kapitalizmin kötülüğü’ ile değiştirmekten öte birşey yapmadığına inandığınızı yazdı. Bu doğru mu? Doğru ise sizce kapitalizmin en büyük kötülükleri nelerdir?”  

Soljenitsin: Ömrüm Batılıların büyük çoğunluğunun adaletin hüküm sürdüğü bir tür krallık olduğunu sandıkları sosyalizmin, aslında baskı, bürokratik tamah ve yozlaşma ve hırstan ibaret olduğunu, başka türlü de olamayacağını çünkü sosyalizmin ancak baskıyla uygulanabileceğini ispat etmekle geçti. Komünist propaganda, “bizim ideolojimiz İncil’in emirlerinin hemen hepsini içerir” demiştir. Ne ki, İncil, emirlerin sevgi ve nefs terbiyesi ile yerine getirileceğini söylerken, sosyalizm sadece zor uygular. Tanrı’nın nefesinin değmediği, insan vicdanının dizginlemediği sosyalizm veya kapitalizm, her ikisi de iğrençtir.  

“Modernitenin bencilliği bir erdem haline getirmiş olması, başarısının nedeni midir?”

Soljenitsin: Çok doğru. Modernite, bencilliği erdem haline getirmiştir ve bu süreçte Protestanlığın katkısı büyüktür.  

“Protestanlık niye?”

Soljenitsin: “Elbette ki, bunu, benim inancım en doğru inançtır, diğerleri yanlıştır anlamında söylemiyorum. Tanrı’nın sonsuz sayıdaki boyutları yeryüzündeki farklı inançlarda yansıyacaktır. Hiç bir inanca olumsuz yaklaşılmamalıdır. Bununla beraber Tanrı’yı anlama, Tanrı’nın emirlerini yerine getirme hususunda derinlik farkları vardır. Bu bağlamda, Protestanlığın herşeyi sadece inanca indirgediğini teslim etmek zorundayız. Kalvinizm, hiçbir şeyin insana bağlı olmadığını, kaderinin önceden belirlendiğini söyler. Protestanlık ayrıca Katolikliğe bir tepki olarak, ritüelle beraber imanın diğer gizemlerini, muammaları bir kanara bırakmış, bu bağlamda dini yoksullaştırmıştır.”

“Dine geri dönüş, tek umut mu?”

Soljenitsin: “Dine geri dönüş değil, dine doğru yükseliş. Din, dinamik olduğu için ‘geri dönüş’ yanlış bir tanım olur. Dinlerin birkaç yüz yıl önceki biçimlerine geri dönüş, kesinlikle imkânsızdır. Tersine, modern maddeci tutumlarla, bencillikle, nihilizmle mücadele edebilmek için ki, dinler bu mücadeleyi vermek zorundadırlar, kendilerinin de tekâmül etmeleri, esnek olmaları, dönemin kültürel biçimlerinden uzak düşmemeleri gerekir. Din daima günlük yaşamdan daha üstündür. Dine yükselişi insanlar için kolaylaştırmak için dinin modern insanın bilinciyle bağlantı kurabilecek şekilde biçim değiştirebiliyor olması gerekir. 

“Bununla bağlantılı olarak İkinci Vatikan Konseyinde, reformlara ilişkin iki ayrı düşünce vardı. Bir taraf kiliseyi modernleştirdiği için reformlardan yanaydı, diğer taraf reformları Kilise’nin mücadele ettiği modern değerlere teslim olduğu şeklinde yorumladı. Siz ne düşünürsünüz?”

Soljenitsin: Rus Ortodoks Kilisesi de aynı sorunla karşı karşıya…Kilise’yi modern koşullara uydurmak suretiyle alçaltmak ihtimalinden doğan korkuyu anlıyorum. Ancak, değişime izin verilmediği taktirde, dünyayı dine döndürmenin imkânsız olacağı şeklinde bir korkum da var, çünkü dünya dinin kadim taleplerine kendi başına yükselebilecekmiş gibi durmuyor. Din bu durumu göğüslemek durumundaymış gibi görüyor. 

“Daha iyi bir kelime bulamadım için, ‘karamsarlık’ diyeceğim, toplumun dini yeniden keşfetmesi ya da dine yükselmesi hususunda karamsar mısınız?”

Soljenitsin: Yolun çok çetin olduğunu söylemek durumundayım. Yol çetin, umut az ama yok değil. Öte yandan tarihin çeşitli dönemlerde müthiş virajlar alabildiğini, U-dönüşler yapabildiğini de biliyoruz. 
Ve söyleşi bu minvalde devam ediyor.  

(1) Abbé de Nantes, RUSSIA BEFORE AND AFTER 1983

(2) Joseph Pearce. “An Interview with Alexander Solzhenitsyn.” St. Austin Review 2 no. 2 (Şubat, 2003). 

(3) Russia in the Abyss”