Türkiye’yi Analatan Kedi

 5 Aralık 1999  /  Nuriye Akman Söyleşisi  /  SABAH

NA:Tüyler ürpertici bir kitap bu  Schrödinger’in Kedisi!  Gerçekten de bir “Kabus!”  Dünya  bundan birkaç gün sonra milenyumu kutlamaya hazırlanırken,  siz parçalanmış bir Türkiye’den bahsederek insanları kabus görmeye sevk ediyorsunuz?!

Korkunun ecele faydası yok, Nuriye Hanim.  “Parmağıma değil, işaret ettiğine bakin” dememin nedeni bu.  Türkiye’nin insanları ortak bir dil bulamazlarsa ve benim “toplumsal afazi” dediğim bu durum devam ederse,  eninde sonunda birbirlerinin dilinden anlayanlar gruplaşacaklar, dillerinden anlamadıkları diğer gruplardan  kopacaklar, ayrılacaklardır.  Bu etnik bir ayrışma filan olmayacak. Bu ortak kavramların, ortak etiğin, ortak dilin  tetiklediği bir ayrışma olacak.  İşaretlerini de görüyoruz zaten.  Dernekler, cemaatler, sivil toplum örgütleri, çok hukukluluk istemleri – bunlar  ortak dil eksikliğine, toplumsal afaziye işaret ediyor.

NA:Afazi, bildiğim kadarıyla travma sonucu oluşan bir beyin hastalığı değil midir?  “Toplumsal afazi” dünyada kullanılagelen bir kavram mı?

“Toplumsal afazi” ya da  “celbe dilmiş afazi”  benim  tip dünyasına, özellikle de  nürosikologlara  önerdiğim bir kavram.  Afazi, aphasie, eski adıyla “heceli kelam melekesi” tıpta kanama, zedelenme gibi travmalar nedeniyle beyindeki kortikal lisan alanlarının boşalması sonucunda insan konuşamıyor, konuşulanı anlamıyor olması durumu.  Afazik hastada, konuşma çıkışı hemen hiç yoktur ya da minimal düzeydedir.  Duyduğunu,  okuduğunu anlama, minimal düzeydedir. Tekrarlama, isimlendirme minimal düzeydedir.  Afazi, büyük bir konfüzyonel boşluğu, karmaşayı ifade eder. Çevreden gelen sesli ve yazılı uyaranların kişide hiçbir izlenim uyandırmadığı bir boşluktur, silinmişliktir. Büyük bir  şaşkınlık  ve amnezidir,  bellek kaybıdır. Afazi hastası bu karmaşa ve bellek kaybı içinde hiçbir şey yakalayamadığı,   her şey uçar gibi cereyan ettiği için hasarın boyutu  hakkında bir düşünce de oluşturamaz. Ayrıca duygusal açıdan da kararsızdır.  Ben Türkiye toplumunun çok büyük bir bölümünün bu durumda olduğunu düşünüyorum.  Hepimiz birden beyin travması geçirmedik hayır ama bizim kortikal lisan alanlarımız boşaldı.  Bu nedenledir ki,  ortak dilimizi kaybettik. Bunun böyle devam etmesinin sonucu, ülkenin ayrışmasıdır.

NA:Peki, kortikal alanlar nasıl boşaldı, kim boşalttı?

(ÇİĞ KÖFTENİN İŞARETİ )

Kelimelerin konuşulan dilden sistematik olarak yok edilmeleri sonucu boşaldı. Nesnelerin isimlerinin ve niteliklerinin hiç durmadan değiştirilmesi sonucu boşaldı.  Türkiye insanına yöneltilen mesajlar öylesine kaotiktiler ki,  zihnimizde onları  bütünlüklü tasarımlar halinde şekillendirmemiz  imkansızlaştı. Hatırlarsanız, bir zaman önce bir takım milletvekilleri TBMM’nin tavanına çiğ köfte atmışlardı. Bu neyin işaretidir biliyor musunuz? TBMM kavramının  milletvekillerinin zihinlerinde kaydı olmamasının işareti. Aynı şekilde, Ömerli barajının kıyısına inşa ettiği villasının kanalizasyonunu suya döken zihniyet,  içme suyu kavramının yerleşmediği zihniyettir.  Mimar Sinan’ın mezarını abdesthaneye çeviren zihniyet  mimari,  yapı, estetik, yücelik kavramlarının olmadığı zihniyettir. Örnekleri sonsuza dek uzatabilirim. 

NA: Buna neden olan dil devrimi olabilir mi?

Keşke mesele o kadarla kalsaydı.  Dil devriminin düşünce melekesine büyük hasar verdiği bir gerçek. Ama sonuçta, öz-Türkçe denilen tertibi Osmanlıca denilen tertibe tercüme eder, yolumuza devam ederdik.  Buradaki esas mesele birbirlerini reddeden  kâinat ve dünya görüşlerinin yol açtığı karmaşadır ki,  tıpkı afazi hastalarındaki gibi depresyonla sonuçlanır.  Nitekim araştırmaların da gösterdiği gibi Türkiye, depresif bir toplum haline gelmiştir.  Gençliğin nihilist eğilimlerinin güçlendiği bir vakıadır.  1855-75 Rusyasının nihilizmi gibi bir döneme girmek üzere olduğumuzdan korkuyorum. Nİhİlİzm malum “hiççilik” demek. Yani inanılan, güvenilen hiçbir değer ve kurumun kalmaması.

NA:Evet, kitabı okurken adeta canhıraş bir şekilde feryat eden bir ses duyuyor insan. Bu birbirlerini reddeden görüşler meselesinin bu noktaya varabileceğini kitabın başkahramanı İmre Kadızade’nin kişiliğinde anlatmışsınız. 

Bu kadın 1950 yılında, Körkuyu isimli bir Orta Anadolu köyünden çıkmadır.  Bir şeyh torunu olarak, kainat ve dünya görüşü Issız’ın türküsünde özetlenir: ‘..Hakkı Teâlâ, sonsuz kudreti, merhameti, iyiliği, sevecenliği ve ışığıyla, bizleri küçük birer  Kâinat olarak  ebed için yaratmıştır.  Vicdan dediğimiz yaradılış  bilincimize başvurmamız halinde, onun bizi ebedin mutluluğuna  çektiğini görürüz.  Ve Körkuyu, ahirete kavuşmayı büyük bir  heyecan ve hevesle bekleyen bizleri o çok mutlu vuslat anına  kadar oyalamak üzere bahşedilmiş bir misafirhaneden  ibarettir… Alem ve Kâinat, Biz  hepimiz, birbirimizden hiçbir surette ayrı düşünülmeyecek bir  bütün olarak, aynı kudret, tutum, emir ve Kanun uyarınca  bir aradayız…Kuran Ailesi, Allah’ın iradesi doğrultusunda  gerçekleştirilmiş kutsal bir ittifaktır.  Kadın ve erkek  hısım akrabalarımızın kulluklarını ifade etme biçimlerinden birisidir.’”

NA: Ve bu kadın ilk “darbeyi” daha henüz ortaokula bile gitmezken,  “August Compt” lakaplı ultra laik pozitivist amcasından alır: “cehennemi tanır.

Evet. Amcası ona “cehennem” sözcüğünün Kudüs yakınlarında, çöplerin atıldığı  Hinnom ya da Hennem vadisinden türediğini anlatır: “Şimdi, ‘ca’  Arapça’da yer,  mekân, mevki  demektir. Ca Hinnom veya Ca Hennem,  Hennem Yeri  manâsınadır. ‘Hennem çöplüğüne fareler  dadanmış, veba salgını çıkmış.  Veba mikrobunu biliyorsun fareler taşır.  Kudüs Belediyesi salgını durdurmak için Hennem çöplüğünü ateşe  vermiş.  Vebadan ölenlerin cesetlerini de o ateşe atmışlar ki, mikroplar da ölsün.  Çok büyük bir yangınmış ama fareler çöplüğe yanaşamasınlar diye ateşi bir  daha hiç söndürmemişler.  Senin anlayacağın, Hennem Vadisi  tarihe insanların öldükten sonra gittikleri, içinde ateş yanan bir yer olarak geçmiş. Senin  uykularını kaçıran ‘cehennem’ işte bu!” Yetmişli yıllarda,  sosyalisttir.  Maddeci tarih görüşünü,  ateismi sindirmeye çalışır.  Seksenler geldiğinde serbest-piyasa ekonomisini ve liberalizmi.   Bunların hepsi birbirlerini reddeden dünya görüşleridir.  Mesajlar kaotiktir. Mesajlar, çeşitli trajedilerle sonuçlanan davranışlara neden olurlar.  Ama yetmez. Kadızade, normal  bir Türk vatandaşı gibi taban tabana zıt kavramlar arasında binamaz iken bu defa da “yeni fizik”e çatar.  Yeni fizik, klasik fiziği devredışı bırakmak durumundadır. Bir de sembolü vardır: Schrödinger’in Kedisi.

NA: Aynı anda hem ölü hem de diri olan kedi?

(CANLILIK VE ÖLÜLÜK)

Ta kendisi. Kadızade, bu defa da canlılık ve ölülük durumlarının üstüste bindiği, süperpoze olduğu bir kuantum realitesini sindirmek, “imkansız”ı düşünmek zorunda bırakılmıştır.  Yeni fiziğin dünyasında “tek” doğru fikri ortadan kalkmIştır. Kuantum fizikçileri, mutasavvıflarla, yani kadının çoktan gündemden düşmüş şeyh dedesi gibi mistiklerle işbirliğine girmişlerdir.  Nasrettin Hocanın hikayeleri uluslararası konferanslarda kuantum fiziğinin zor anlaşılan kavramlarını açıklamakta kullanılır.  İslam’ın Mute’zile Mezhebinin düşünce sistemi,  çokdeğişkenli “fuzzy” mantığın, bulanık mantığın öncüsü sayılır. “Fuzzy” mantık ise,  makina IQ’su yüksek makineların,  “akıllı füze”lerin temellendiği mantıktır.  Yeni fizik ile birlikte mistizm diye aşağılanan düşüncenin itibarının iade edilmesi anlamındadır. 

NA: Bu kadarla kalsa iyi. Kadın elli yaşına geldiğinde bildiklerini bir kez daha unutmaya zorlanıyor.

Kadızade’nin az çok eğitimli bir Türk vatandaşını simgelediğini tekrar etmeliyim.  Bütün bu karmaşa içinde bitkin düşmesi kaçınılmazıdr. Nitekim, canhıraş bir haykırışı vardır. “Beynimi yıkamanızı talep ediyorum” diye haykırır. “21.yüzyıl biliminin tüm imkanlarını kullanarak beynimi yıkamanızı, ulusal kimliğime dair tüm kodlardan arındırmanızı talep ediyorum.  Hakir benliğim ‘Bir dünya, bir devlet, bir bayrak’ şiarına adanmıştır.  Her türlü dini ve kültürel takıntıdan uzak, özgür bir Yeni Dünya vatandaşı olarak yeniden yaratılmayı talep ediyorum. Ben, yeni bir dil, yeni bir din, yeni bir kimlik istiyorum.”

NA:“Bir dünya, bir devlet, bir bayrak” sloganı bana faşizm çağrıştırıyor. Kadızade,  talebini sizin “Yeni Dünya Düzeni,” dediğiniz, “Koalisyon” dediğiniz  örgüte yönlendirdiğine göre,  dünyanın geleceğinin faşistik olacağını mı söylüyorsunuz?

(POSTMODERN FAŞİZM)

-Uyarıyorum, evet. “Postmodern faşizm”e dikkat çekmeye çalışıyorum.  Bu silahlı, tanklı tüfekli bir faşizm değil, ama faşizmin  diğer tüm ögelerini içinde taşıyan bir faşizm.  Silah değil,  “ikna”  yoluna giden, evrensel medyanın  hemen her konuda “koalisyon”un doğrularını, “koalisyon”un değerlerini dayattığı bir faşizm.  Muhalefeti toptan yokeden bir tarikatın örgütlenmesi gibi,  koalisyona talip ulusların  siyasi, adli, sanatsal tüm kurumlarını, “Hoca”larına gassalın elindeki bir ceset gibi teslim etmeleri durumu.  

NA: Kitaptaki  örgütlenmenin başında Yüce Pir var. Yüce Pir, ABD mi?

Evet. Dergahı da Washington DC.  Pir’in altında Vasıllar var – G-8’ler yani. Sonra Salikler, G-20’ler ya da dilerseniz AET.  Sonra müritler – Güneydoğu Asya vb. ülkeler.  Sonra bizim gibi Talipler.  Bunların altında da, Mağdur ülkeler, Sömürülmez ülkeler, Lanetli ülkeler,  böyle gidiyor.  Anlayacağınız, yeni dünya düzeni, tek kutuplu dünya beni heyecanlandırmıyor.  Böyle giderse, yeni dünya düzeni genlerini ortadan kaldırmak suretiyle ölüme mahkum ettiği talihsiz halkların omuzlarında yükselen bir dünya medeniyeti olacak.  Evrenin pis çocuğu yani.

NA: Hiç mi umut yok?

Var tabii.  İkinci cildin adi  “Rüya!”  Bahsettiğiniz kabusun, rüyaya dönüşmesi var. Kaldı ki, biz bu defa fenersiz yakalanmayacağız.  Yani, Osmanlı aydınının yüzyıl önce 1899’da yakalandığı gibi yakalanmayacağız.  Onlar,  kaybayan sosyalizmi bile görememişlerdi ama biz “Yeni Fizik”i ve fuzzy devrimi görüyoruz.  Arkadaşlar aramızda devamlı konuşuyor,  fikir teatisi yapıyoruz. 

NA: Kimler bu “arkadaşlar” dediğiniz?

Üniversitelerden  fizikçiler,  nörolog, psikiyatrist, psikologlar. İlahiyatçılar. Felsefeciler. Ekonomistler.  Sanayiciler.  Bakmayın siz  Türkiye’nin gündemi gazetelerin ön sayfalarından ibaret değil.

NA: Anladığım kadarıyla Türkiye’de bir grup insan, romandaki İmre Kadizade gibi “kuantum fizikçileri ile sufi tayfası el ele, kol kola” diyor, klasik fiziğin mekanize dünyasına karşı, holistik, bütüncül yani “tevhidi” dünyasını görüyor. Öyleyse kitabınız bütün zamanların en büyük ütopyalarından olan dinle bilimi barıştırmayı mi iddia ediyor?

Estağfurullah! Ben dünyayı sarsmak üzere olan düşünce evrimine işaret et diyorum. Milenyumda dinlere geri dönüş olacak denmesinin nedenlerine işaret ediyorum. Organik ve bütüncül kainat düşüncesinin yeni fizik tarafından kanıtlandığına işaret ediyorum.   Yeni fizik bağlamında Schrödinger’in Kedisi bana Türkiye’yi çağrıştırıyor.  Hangi dedektörü kullanmaya karar verirsek, o dedektöre göre ölecek ya da yaşayakalacak olan Türkiye’yi. Ülkenin belki de en büyük sorununun kendisini gözlemlerken kullandığı dedektör olduğuna işaret etmek istiyorum

NA:Türkiye hangi dedektörü kullanıyor?

Türkiye’nin dedektörü yok! Türkiye’de bugün hakim olan “ideolojisizlik ideolojisi”dir. Bunun sonucu da benim “postmodern faşizm” dediğim, hiçbir kurum ya da bireyin yarınının belli olmadığı kargaşa ortamı. Biz bunu yaşıyoruz