Meğer ki, Dünyayı Boşaltsınlar!

Meğer ki, dünyayı boşaltsınlar, akıllı ve hilekâr ABD-Britanya koalisyonunun Ortadoğu mühendisliği yürümeyecek, çünkü Yalçın Küçük’ten ödünç aldığım bir bir cümle ile özetlersem, “Yaşam fiziktir, yasaları var.”

Küçük’ün bu hükmüne mesnet teşkil eden dünya görüşü, klasik fiziğin determinizmini esas alan ve bu bağlamda toplum mühendisliğini doğru, doğal, haklı ve hatta kaçınılmaz kılan anlayışın ürünüydü. Bu yoruma göre, evren ve dünya, belli kurallara göre işleyen, her olayın çok sayıda olmakla birlikte gözlemlenebilir ve çözümlenebilir sebeplerin kaçınılmaz sonucu olarak tezahür ettiği, başı sonu belli olan kapalı bir sistemdir. Klasik fizikte, belirsizlik, bulanıklık yoktur; bir şey ya öyledir ya da öyle değildir, ya siyah ya da beyazdır. Bu anlayışın siyaset bilimindeki tezahürü, bir zamanların SSCB’sinde, halklar şöyle dursun, Bolşevik Devriminin yüzlerce öz evlâdının başını yiyen siyah-beyaz “devrimci-karşıdevrimci” veya “komünist-kapitalist” ayırımıdır. Bu dünya görüşünün nasıl bir kıyamla sonuçlandığını biliyoruz.

Ne ki, Avrupa Aydınlanmasını başlatan klasik fiziğin “bulguları”nı esas alan bilimsel dünya görüşünün baskın tezahürü, kapitalist evrilmedir. Adam Smith’in kişisel çıkarlarını kovalayan bireysel girişimcilerden oluşan, kapitalist/liberal anlayışı, Isaac Newton’un atomlardan oluşan mekanik evrenini model alır. Münferit atomların birbirleriyle olan ilişkileri, ekonomide bireylerin birbirleriyle olan ilişkileriyle özdeşleşir.

Her iki model de deterministiktir; şu şerhle ki, SSCB ile sonuçlanan model, sebep-sonuç ilişkilerinin gözlemlenebilir ve çözümlenebilir olmasından yola çıkarak toplum mühendisliğine soyunur; topluiğne üretiminden sanata varıncaya kadar özel yaşamın her alanını planlamaya koyulur, “mağdurların /emekçilerin/ esenliği adına kesintisiz ve sonsuz devrim”den bahsederken; Yeni Dünya Düzeni ile sonuçlanan model, aynı sonucun “atomların serbestçe girip çıkmalarına izin piyasa ekonomisi” aracılığı ile elde edilebileceğini savunur. Adam Smith’in “gizli eli” aslında, fizik kanunlarına göndermedir. Nasıl ki, atomların “kaotik” gibi duran kestiremez hareketleri reddedilemez bir düzen oluşturmaktadır, bireylerin ekonomik faaliyetleri de önünde sonunda herkes için iyi olacak olan bir dengeye oturacaktır.

Klasik fizik yöntemleri, SSCB’ye “gosplan” dedikleri, hayatın her tezahürünü planlamanın bu dünyadan birilerinin harcı olmadığını gösterir. Neden çünkü, Klasik Fiziğin varsayımlarının aksine, dünya hallerinde “kesinlik” yoktur, “tek” doğru yoktur. Yaşamın fizik olduğu, fiziğin yasalarına tabi olduğu kabul görmeyi sürdürecekse, 1920’lerden itibaren filizlenen parçacık ya da kuantum fiziğinin “hiçbir şey şey kesin değil, hiçbir şey imkânsız değil” saptaması ciddiye alınmak zorundadır. Bu durumda “bilimsel materiyalizm”in yeni fizik doğrultusunda yeniden yorumlanması gerekir ki, bu da en azından yeni bir Marks ister. Ne ki, SSCB’nin siyah-beyaz klasik fizik anlayışına sadakatı ve onun kaçınılmaz sonucu olan “devrimci-karşıdevrimci” kavgası, böylesi bir yeniden düşünme, revizyon, faaliyetine izin vermeyecek kadar yerleşikti. Sonuç, solun yeni bir filiz değil, havlu atması oldu. Sosyalizmin en mütekâmil beyinlerini yetiştiren Britanya işçi hareketinin Tony Blair’le temsil ediliyor olması bu sürecin hangi mecraya aktığının delilidir. Hal buyken, Vladimir Putin’e düşen de ayrıntı muhalifleri Alman ve Fransız meslektaşlarıyla ittifak aramanın ötesinde bir çıkış olamazdı.

Öteki cepheye gelince… Adam Smith’in serbest piyasa ekonomisini herkesin hayrına düzenleyecek olduğunu söylediği “gizli eli”nin bir yanılsamadan ibaret olduğu olgusunu sümen altı edilmesi yine klasik fiziğin yasalarının eliyle oldu. SSCB’nin kapitalist/komünist ya da devrimci-karşı devrimci ikilemi, Yeni Dünya Düzeninde “serbest piyasacı-devletçi,” “demokrat-antidemokrat,” “milliyetçi-hümanist,” ve nihayet “özgürlükçü-haydut” tanımlamaları şeklinde yeniden ısıtıldı ve tüketime sunuldu. Son duyduğum bir tanım da, “devlet dalkavukları”na karşı “liberaller” şeklinde.

Siyah-beyaz anlayışın halen geçerli olduğunun bir diğer göstergesi de, serbest piyasa ekonomisinin herkese yarar sağlamadığının saklanamayacak kadar açık olduğu durumlarda, “ya biz aç kalacağız ya da onlar” ikileminin tartışmasız kabul gören bir “doğru” haline gelmesidir. “Ya biz, ya onlar”dan başka seçeneğin olmadığına ikna edilen kitlelerin, ABD’nin durumunda olduğu gibi Bush’un, Britanya’nın durumunda olduğu gibi Blair’in ardına düşmesi anlaşılmaz değildir. Aynı olgunun çeşitli verziyonlarını Türkiye’de de gözlemlediğimizi teslim etmeliyiz.

Meseleye böyle bakıldığında, SSCB’nin “sosyalizm ideali”ni esirgemek için 1968’de Çekostovakya’yı zabturapt altına almak gayretiyle, Prag’a dalmasıyla, ABD-Britanya koalisyonunun “uluslararası hukuk düzenin ve serbest ticaretin” bekâsını sağlamak üzere (Baba Bush’un 1991 gerekçeleri bunlardı, kitle imha silâhları tehlikesi daha sonra ön plâna çıkartıldı) Ortadoğu’ya B-52’lerin kanatlarında “özgürlük” dayatmaya kalkışmasının arasında fark yoktur.

Ancak… meğer ki, dünyayı boşaltsınlar, ABD-Britanya koalisyonunun Ortadoğu mühendisliği yürümeyecektir. Çünkü, bu savaş tarihten fırlamış, anakronistik, tarih hatası, bir savaştır. Çünkü, Orta Doğu’ya “yeni bir düzen getirmek” için toplum mühendisliğine soyunmak ile SSCB’nin hayatın her tezahürünü planlamayı hedefleyen “gosplan”nının çıkış noktaları aynı hatayı paylaşırlar. Dahası, ABD-Britanya ikilisinin, sınırlarından kuş uçurmayan, düzenini her türlü yöntemi kullanarak yetmiş yıl, gözlerden uzak tutmayı başaran SSCB kadar da şansı yoktur.

Medeniyetlerini üstüne inşa ettiklerini iddia ettikleri “bilimsel düşünce”yi sürdüreceklerse, Yeni Fiziğin kurallarına biat etmek zorundadırlar. İnsan toplumlarının dinamik sistemler olduğunu, Kaos paradigmasının, şu anda Bağdat’ta, Basra’da bir yerde kanat çırpan bir kelebeğin fırtınaya sebep olabildiğini kanıtlayan “Kelebek Etkisi”ni unutmamak, ne kadar iyi düzenlendiği, denetlendiği sanılırsa sanılsın, herhangi bir kıpırdanmanın tüm dünyayı sarsacak değişiklikler yaratabileceği göz ardı etmemek durumundadırlar.

Yeni giziğin kuralları bize “ateş olsa cürmü kadar yer yakar” küçümsemesinin yerini, “bir mıh, bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır, bir at, atlı kurtarır, bir atlı bir muharebe kurtarır, bir muharebe bir ülke kurtarır” tekerlemesine bıraktığını söyler.

Zorun oyunu bozduğu da bir vakıadır ama dünyayı boşaltmak pahasına!