Ağca’nın büyük bir iştiyak ve elbirliği ile “milli katil”imiz ve/veya “milli gururumuz” mertebesine yüceltiği, gündemimizi adeta bir “star” kimliği ile esir aldığı bu günlerde adının bende çağrıştırdığı bir sıfat bu “sexy.” Kelimeyi aklıma düşüren de “John Jay Kriminal Adalet Koleji” isimli Amerikan üniversitesi profesörlerinden Lydia S. Rosner’in “Rus Usulü Cürüm”(1) başlıklı kitabı. Profesör Rosner ayrıntılı ve uzun incelemeler sonucunda Amerikalıların Rus mafyasını “seksî” buldukları sonucuna varmış. Ama Amerikalılar zaten “tüm suçluları” seksî bulurlarmış! “Seksî” yani çekici, dilerseniz, Freud doğrultusunda “cinsel istek uyandıran.” Billy the Kid’den Jesse James’e kadar ne kadar ünlü mücrim varsa, Amerikalılarda – ve Amerikan basınında! – hayranlık uyandıragelmişlermiş.
Peki, kimmiş bu adamlar? Billy the Kid dedikleri, New York doğumlu bir eşkiya, daha on iki yaşındayken annesine sataşan bir adamı öldürmüş; kumar, gasp, hırsızlık, dolandırıcılık ve bir düzine cinayet! Rosner, “1870’lerde New Mexico Bölge Valisinin af teklifini kabul etmektense, on iki kişilik bir çete kurup, soyguna devam etmeyi yeğledi” diye yazıyor. Jessie James de adını Amerikan İç Savaşında Güney taraftarı bir gerilla lideri olarak duyurmuş. Daha sonra kardeşiyle birlikte bir haydut çetesi kurup, 1873’den itibaren orta Amerika’da banka ve tren soygunlarına koyulmuşlar. Ellerinde en az yirmi kişinin kanı var. Jesse James birara yakalanmış, hapisten kaçmış tekrar bir tren soymuşlar. Missouri valisi, Jesse’nin başına yüklü bir ödül koyunca, çetesinden bir can yoldaşı adamı boş bulunduğu bir anda yakalamış, öldürmüş. Böylece hem ödül parasını almış, hem de eski suçları affedilmiş. Zamanla Jesse James üzerine bir dizi romantik efsane oluşmuş, yetmemiş, “Ballad of Jesse James” diye dillerden düşmeyen bir de türkü yakılmış! Hollywood’da Jesse James’i oynamayan ele gelir tek bir aktör kalmamış! Anlayacağınız, iç savaş ise iç savaş, politika ise politika, para ise para, bugün Ağca’da odaklanan unsurların hepsi mevcut. Sayısız Al Capone, Wilma & Louis, efendim, …. gibi Oscarlı “başyapıtları” hatırlayınca, Jesse James efendi araya bir de Papa’ya suikast girişimi gibisinden bir vukuat katsaydı nasıl da parlardı diye düşünmeden edemiyorum!
Bugünlerde Amerika kendi özbeöz mücrimlerini yetiştiremeyecek kadar ehlileşmiş (ya da polis devletine dönüşmüş) olduğundan, “yasadışı star” ihtiyacını Rus mafyası ile tatmin etmek yoluna gitmiş. Prof. Rosner, 1870-80’lerde Dodge City (2) “Batı’nın en ahlâksız kasabası olarak bilinirdi, şimdilerde Dodge City’nin yerini New York’un Brighton Beach kenti aldı” diyor. Brighton Beach’in özelliği perestroykadan sonra Rus göçmenlerin en yoğun olarak yerleştikleri Amerikan şehri olması. Rosner, “Sovyetler Birliği’nde işlerini gördürmek için rüşvet vermeye, sahte evrak düzenlemeye hatta şantaja alışık olan Rus göçmenlerinin bu tür becerilerini ABD’de de kullandıklarına” işaret ediyor. “Eski Rus göçmenleri genellikle kırsal alandan gelen insanlardı. İşsiz kaldıklarında suça yönelmeleri anlaşılabilirdi. Oysa, perestroykadan sonra gelenlerin endüstriyel ve teknolojik becerileri var. Bu beceriler, deyiş yerindeyse, tercüme edilebilir beceriler. İngilizce bilmeseler de istihdam edilebilen insanlar bunlar. Boyacı her yerde boyacı, tornacı her yerde tornacı olarak iş bulabiliyor. Anlatmaya çalıştığım, işsiz kaldıkları için suça yönelmekmekten başka çareleri olmayan gruplar değiller bu yeni gelenler. Ne var ki, ellerinin altında paraya dönüştürülebilecek bir durum varsa, suistimal etmekte mahzur görmüyorlar. Örneğin, Rusya’da hekimlerin hediye karşılığı hasta randevularını öne almaları yadırganmaz; boyacıların boyayı sulandırıp arttırdıklarını eve götürüp arkadaşlarına satmaları da şaşırtıcı değildir. Rusya’da bir otomobil fabrikası müdürü, tüketici başvuru listesini tarih sırasına göre değil, kimin cebine daha çok para koyduğuna göre düzenler; benzin dağıtım şirketlerinin kayırdıkları şöförler vardır, vb. vb. Yoksulluğun alternatifinin yasadışı eylem olduğu bir ülkede yetişenlerin suç kavramını algılama biçimleri farklı oluyor. Nitekim, Brighton Beach’e gelen göçmenler yasadışı-davranışların olağan sayıldığı Rus toplumunda öğrendikleri sosyal ve psikolojik davranış biçimlerini ve beklentilerini de beraberlerinde getirdiler. Oysa, kendileri için olağan olan bir davranış biçimi, ABD’de suç sayılabiliyor.”
Rosner, Rus göçmenlerin “kendileri için olağan olan bir davranış” biçimlerini “bal tutan parmağını yalar, devletin malı deniz yemeyen domuz” diye çevirebileceğim kadim saptamaları hatırlatarak açıklıyor. Sonra da şahsen çok ilginç bulduğum şu saptamayı yapıyor: “Bürokratik kuşatma altına yaşayan kentliler, sistemi altedecek üstün beceriler geliştiriyorlar,” diye gülüyor, “Hatta şabaskniki(3) diye profesyonel bir sınıf türemiş. Bu insanlar, siyasi, iktisadi alanlarda aracılık yapılıyorlar. Para karşılığı sıradan insanların bürokratik işlemlerini yürütür, ihtiyaç duydukları metaları bulurken, devletin yardımına da koşmaktan kaçınmıyorlar. Çalışkan, becerikli insanlar bu şabaskniki, ama Birleşik Devletlerde onlara da ‘mafya’ gözüyle bakılıyor.” Hal böyle olunca, diyor, Rosner, “’Rus mafyası’ diye yanlış isimlendirilen davranışlar bütünü Amerikan medyasına keşfedecek, dallandırıp budaklandıracak, sansasyon yaratacak yeni bir ‘sexy’ konu oldu!”
Ağca’nın mafya’dır, Gladio’dur, “derin devlet”tir gibisinden hüküm ya da imalarla sınıflandırılmasının sıradan insanlar için neredeyse metafiziksel bir nüfuzu-nazar gerektirdiğini düşünürüm. Ancak, şu içine düştüğümüz sansasyona baktığımda, adamın en az Avşar kızı ya da Apo kadar “seksî” olduğunu kabullenmemiz gerekir diye düşünüyorum. Mamafih, Ağca’nın yıldızının yeni yeni parladığını düşünmek de mümkün. Neden derseniz, Avşar kızına da, İmralı mücrimine de yakılmış Jesse James misali türküler var da, Ağca’ya ithaf edilmiş bir ezgi varsa da ben duymadım. Bütün gördüğüm Mersedesinin üzerine atılan bir kaç gül yaprağı ki, bana fan-kulübünün mali zaaf içinde olduğunu söylüyor.
Profesör Rosner’e dönersek, hanımefendi, eski SSCB’de iki tür mücrim olduğunu söylüyor. Bunlardan birinci guruba “Survivor”lar denirmiş; yani tencerelerini kaynatabilmek, çocuklarını giydirebilmek için üretim sürecine dahil olamadıkları ekonomik sistemi manipule etmeye çalışanlar. Bunları bahşiş, armağan, dilerseniz bahşiş almayı mesele yapmayan devlet memurlarına benzetebiliriz. Bir de “Conniver” dedikleri grup var ki, bu grup bütünüyle sistem dışı hareket edip, kendi şebekelerini kuran grup. Çalıyorlar, çalıntı malların dağıtımını üstleniyor, kârı kendilerine göz yuman Parti (ki, bu dönemin komünist partisidir) komiserleri, Duma temsilcileri ve kolluk kuvvetleri ile bir biçimde paylaşıyorlar. “Conniver”ların özelliği, kendi güvenliklerini kendilerinin sağlamaları; yani, karakol polisleriyle, emniyet teşkilatı ile uzun boylu ilişkileri olmuyor. Dayatma da, tehdit de, infaz da kendi silâhlı ekipleri tarafından gerçekleştiriliyor.
Rosner, “Rus mafyası böylece Amerikan polisiye literatürüne efsaneler getirdi” diyor, “Coney Island, Amerikan toplumunun ahlâki değerlerini ve davranış biçimlerini karikatürize ederek yansıtan bir ayna oldu.” Rus “mafyası,” Amerikan’ın yasal iş dünyasının yasadışı, haram (illicit) bir karbon kopyası gibi; “orada ne oluyorsa burada da o oluyor ancak kulvarlar farklı.”
Neticeyi kelâm, kurulu düzenle sembiyotik bir ilişki içinde yeşeren Ağca tiplemesi, demokrasinin yüreğini hedeflemiş bir hançer olmaktan öte, en seksî duruşuyla da medyaya Marlon Brando misali, consigliere, caporegima ve hempalarından oluşan bir pınar sunuyor. Zengin, kışkırtıcı ama asla sahici ya da ahlâki olmayan bir haber pınarı!
(1) “The Soviet Way of Crime,” Bergin and Garvey, 1986.
(2) Kansas
(3) şabaşniçestvo, “serbest meslek sahibi”den türeme